4. Murad Devri Uçma Sevdamız

Murad Han, Bağdad'ı istirdad eylerken

Bana göre kadîm Türk kültürünün en parlak devri 16-18. yy'lar arasıdır. Çünkü; ne öncesindeki dönemlerin sürekli kavgaları ve göçleri ne de 19. yy ve sonrasının aceleci kargaşalığı bu devirde yoktur. 16-18. yy'lar arası oturmuş ve ne yaptığını bilen bir sükûnet devresidir. 


Bu devir uhdesinde; birçok ilk, birçok muhteşem manzara ve birçok sükût bırakmıştır. Eskiler "imparatorluk çöktü" demezlermiş, "sükût etti" derlermiş. Öyle zannediyorum bu sûkutun da ilk ve en etkili örneklerini yine ilgili dönemde görürüz. 


Yavuz'la açabileceğimiz bu devreyi, zorlayarak da olsa 1750'lere dek getirebiliriz. 


Evliya Çelebi'nin Seyahatname'si, Kâtip Çelebi'nin Cihannümâ'sı, Yavuz ve Kanuni'nin fetihleri, Fuzulî ve Bâkî'nin divanları ve belki de tarihimizin ilk uçma denemeleri bu devrenin içindeki önemli başarıların yalnızca birkaçıdır. 


Bugünkü yazı konumuzu "uçmak" bahsi oluşturuyor. 


Uçmak deyince aklımıza gelen iki mühim figür yazı boyunca bizlere eşlik edecek: Hezârfen Ahmed Çelebi ve Lâgari Hasan Çelebi. Tabii bunların hikâyesini anlatacak birisine de ihtiyaç var. Bu işi de Evliya Çelebi ve ben göreceğiz. 


Aslında işi tamamen büyük seyyaha bırakmak istiyordum fakat Evliya'nın "birazcık" abartma huyu olması hasebiyle mecburen dahil oldum. 


Evliya ve abartmak deyince, Seyahatname'sinde yer verdiği Timur bahsine temas etmezsek olmaz. Hem bu temas, ardından kurulacak huzur devresini doğrudan etkilemiş bu "kargaşa ve yıkım dönemi" hakkında da fikir verecek. Merak etmeyin, kısaca temas edeceğiz. 


Evliya'da Timur Bahsi 

4. Murad'a kadarki Osmanlı tarihini ana hatlarıyla anlatmaya başlayan Evliya, Fetret Devri'nin "ana sebebi" Timur'u şöyle tarif eder:


"802 tarihinde İran'da Temürleng ortaya çıkıp 37 padişahı yanında yaya yürütüp hepsini emir kulu etti."


Sonra Timur- Bayazıd kapışmasını (Ankara Savaşı) anlatır ve Bayazıd'ın esaretine değinir. Bunun ardından Evliya'nın kurmacası başlar. Atsız'ın hazırladığı "Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden Seçmeler" eserinden alarak aktarıyorum. Atsız'ın kendisini tutamayıp dipnot verdiği yerleri de parantez içinde belirtiyorum. 


"Padişahlık Yıldırım Bayazıd Han oğlu Çelebi Sultan Mehmed'e kısmet oldu. Derhâl 70.000 askerle Temür'ün arkasından ılgar edip Amasya civarında yetişerek bir satır vurdu ki dillerde destandır.(Atsız'ın notu: Tabii bunun aslı, esası yoktur. Amasya'ya sığınmış olan Mehmed Çelebi, merkezi otoritenin gevşemesinden ötürü serkeşlik eden bazı Türkmen beylerini yenmiştir. Evliya Çelebi bu harekâtı, Temür ordusunu yenmek şeklinde anlatıyor.) Doyumlukları İslam askeri aldı. Fakat Tanrı'nın takdiri, o gece Yıldırım Han ateşli bir hastalıkla merhum oldu. 

Çelebi Sultan Mehmed, babasının öcünü Temür'den alıp onları kıra kıra ta Tokat Kalesi'ne varıncaya kadar Temür'ü kovdu. Temür, Tokat Kalesi'ne girilip kuşatıldı. (Atsız'ın notu: Bu da tamamen hayalî bir vak'adır.) Çelebi Sultan Mehmed muzaffer olarak dönüp babasının ölüsünü Bursa'ya getirdi. Camisi sahasındaki büyük kubbe içine gömerek müstakil padişah oldu." 


Koca seyyahın "abartma huyu var" derken bunu kastediyordum. 


Gelelim uçma bahsine. 


Hezârfen Ahmed Çelebi

Seyahatname'deki Hezârfen (bin fen sahibi) bahsini aynen aktarıyorum:

"Önce Ok Meydanı'nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Sultan Murad Han, Saray Burnu'nda Sinan Paşa Köşkü'nden temaşa ederken Galata Kulesi'nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar'da Doğancılar Meydanı'na inmiştir. Murad Han kendisine bir kese altın hediye ederek: "Bu adam pek korkulacak bir adamdır. Her ne istese elinden geliyor. Böyle kimselerin kalması doğru değil." diyerek Cezayir'e sürmüştür. Orada öldü."


Evliya bu hadisenin tarihini yazmadığı gibi, Hezârfen Ahmed Çelebi hakkında başkaca bir malûmat da vermiyor.


Lâgari Hasan Çelebi

Hız kesmeden Lâgari (zayıfça, sıska) Hasan'a da bakalım:

"Murad Han'ın "Kaya Sultan" adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lâgari Hasan elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Saray Burnu'nda, Hünkâr huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili ateşlediler. Lâgari: "Padişahım! Seni Tanrı'ya ısmarladım. İsâ peygamberle konuşmaya gidiyorum." diyerek Tanrı'nın ve Peygamber'in adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da büyük fişeğinin barutu kalmayıp yere doğru inerken ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa Köşkü önüne denize indi. Oradan yüzerek çıplak bir hâlde padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek: "Padişahım! İsâ peygamber sana selam eyledi." diye şakaya başladı. Bir kese akça ihsan olunup 70 akça ile sipahi yazıldı. Sonra Kırım'da Selamet Kirey Han'a gidip orada merhum oldu. Rahmetli sadık, iyi dostumuzdu. Tanrı'nın rahmeti üzerine olsun."


Evliya, Seyahatname'nin özgün hâlinde Lâgari'den “yâr-ı gār-ı sâdıkımız” diye bahsediyor. Buradan Evliya'nın yakın arkadaşlarından olduğu sonucunu çıkarıyoruz. Ayrıca Murad Han'ın kızı Kaya Sultan'ın doğum yılı da elimizde: 1042.(1632-33) Demek ki, Hasan Çelebi'nin roketli gökyüzü yolculuğu 1632-33 tarihlerine tesadüf ediyor. 


Kurgu ve Gerçek

20.yy'ın sonu 21. yy'ın başlarında hem Hezârfen hem de Lâgari'nin uçuş denemeleriyle ilgili testler yapılmıştır. Teori faslında her ikisinin de uçmuş olabileceği kabul edilmiş fakat iş icraata gelince bunun - en azından Evliya'nın yazdığı şekliyle - mümkün olmadığı söylenmiştir. İşin daha ilginci bizde daha çok tanınan Hezârfen'in uçma ihtimalinin Lâgari'nin füzeyle uçmasından da düşük olduğu kabul edilmiştir.  


Kimi ciddi tarihçiler ise Hezârfen'in hiç yaşamadığını söylüyorlar. Lâgari'yle ilgili bir yorum bulamadım.


Vikipedi isimli bok çukuruna bakarsanız Lâgari ve Hezârfen'in kardeş olduğunu muştuluyor. Hatta Hezârfen'e bir doğum ve ölüm tarihi bahşediyor. Yararlandıkları kaynak da Mustafa Altıoklar herhâlde. Biliyorsunuz Altıoklar, İstanbul Kanatlarımın Altında isminde; Hezârfen ve Lâgari'nin uçma maceralarını anlatan "acayip" bir film yapmıştı. Filmle ilgili yapabileceğim tek yorum: "iyi denemeydi" olabilir. Ötesi, bu yazının konusu değildir.


İşi esas karıştıran tabii ki hikâye anlatıcımız Evliya Çelebi. Kendisinin abartmayı sevdiğini söylemiştik. Belki halk arasındaki hikâyeleri gerçekmiş gibi yansıttı. Belki de bu tarz denemeler yapılıyordu, Evliya işi tastamam olmuş gibi gösterdi. 


Belki, 4.Murad devrinde konulan tütün ve içki yasağındandır, kim bilir? Yasağı delmeyi başaran şanslı insanlar, "biz Murad'ın yasağını delip demleniyorsak, neden uçmayalım ki?" demişlerdir.


Belki yine yasaklarla ilgilidir de muhteviyatı farklıdır. İnsanlar kendilerini karada sıkılmış hissettikleri zaman, gözlerini yukarıya çevirmişler, oradan bir hareket görmeyince de bizzat çıkmayı denemişlerdir, kim bilir? 


Veyahut 4. Murad elinde yeniden güç bulan devlet, artık göklerin de hâkimi olmak kaygısına düşmüştür de, bir çılgın proje olarak "uçmaya teşebbüs" edilmiştir, kim bilir? Belki bir şair dalkavukça bir şeyler karalamış, kitleler bunu masallaştırmıştır. Belki de Hezârfen ve/veya Lâgari Leonardo'dan bir asır sonra Türk Rönesans'ını başlatmaya niyetlenmişlerdir de, doğru zaman olmadığı için önleri kesilmiştir


Veyahut gerçekle bağımızı kesip "uçmamızın" miladı Lâgari'nin füzesi, Evliya'nın planörü olabilir mi? Tabii bunlar hep ihtimal. 


Hakikaten, kim bilir? Zaman makinası icat oluncaya kadar beklemek mecburiyetindeyiz. 


Yalnız bir nokta gözden kaçmamalı. Sadece Hezârfen değil, hatta Lâgari de Evliya'nın kurmacası olsa, yine de 4. Murad devrinin İstanbul'unda insanların "uçma" meselesine kafa yorup üzerine konuştuğunu görebiliyoruz.


Peki uçsaydık, nasıl olurdu?


Cevabı olmayan sorular bunlar, farkındayım. Ama soru sormak cevap bulmaktan daha keyiflidir. 


Bir keyifli iş daha varsa, o da müzik dinlemektir. Fazıl Say'ın Hezarfen Ney Konçertosu'nun Galata Kulesi bölümü için buyrun





Yorum Gönder

0 Yorumlar