![]() |
Mustafa Kemal Atatürk |
Türkiye'de bir kısım seçmenin tahayyülündeki siyaset cidden dikkat çekicidir. Tüm siyasilerin; meclise halay eşliğinde girmelerini, gizli oylamalarda el-ele tutuşarak sandığa gitmelerini, kabul ve ret oyları için tek ellerini havaya kaldırırken diğer elleriyle de yanlarındaki vekilin kafasının üzerinden tavşan kulağı yapmalarını isterler. Halbuki siyaset, bu değildir. Üslûp bahsini tabii ki bundan ayrı tutuyorum.
Fakat siyaset sert bir oyundur. Hep de öyle olmuştur. İşte siyasi bir manevranın ne kadar alçalabileceğine ve başarılı siyasetçilerin alçak manevralar karşısında neler yapabileceğine dair çok kıymetli bir örneği konu ediyoruz bugün.
1922 senesi Aralık ayının başlarındayız. Yalnızca iki ay önce, Büyük Taarruz'la, düşman Sakarya Nehri'nde havaya kaldırılıp İzmir'de yere vurulmuş, ardından Adalar Denizi'ne dökülmüştü. Böylece 10 yıllık savaş bitmişti. Lozan'da barış görüşmeleri başlamış, Türkiye'yi temsilen İsmet Paşa liderliğinde bir heyet gönderilmişti.
23 Nisan 1920'de açılan meclis, neredeyse ilk günkü üyeleriyle vazifesini sürdürüyordu. Mecliste Atatürk'ün lideri olduğu birinci grup ve muhaliflerin oluşturduğu ikinci grup vardı. Her iki tarafın uzlaştığı yegâne konu ise "bu işin böyle gitmeyeceğiydi".
Atatürk; başkomutanlığına defalarca zorluk çıkarmış, Lozan heyetine sürekli saldıran, saltanatın kaldırılmasının ardından faaliyetlerini iyice artıran muhaliflerden rahatsızdı. Onları vatana faydalı kişiler olarak telakki etmiyordu.
İkinci grup ise; Atatürk'ü kazandığı zaferlerden ötürü tebrik ederken onun siyasetten anlamadığını, saltanatın peşine hilafetin de kaldırılmasının yanlış olacağını ve Atatürk'ün siyasetten çekilmesi gerektiğini düşünüyorlardı.
Büyük Zafer'in öncesinde bu iki grup arasında büyük bir kavga çıkmıştı. Bu kavganın konusu "hükûmeti kim kuracak? idi.
Kemal Paşa, Meclis Başkanı sıfatıyla, kendisinin bakanlıklar için meclise aday göstermesi gerektiğini söylüyor ve hükûmetin bu adaylar arasından teşkilini düşünüyordu. Bu düşüncesini Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na da uygun buluyordu.
Muhalefet ise aynı Teşkilat-ı Esasiye'ye göre ortada bir "Meclis hükûmeti" bulunduğunu, bu yüzden Meclis Başkanı'nın aday göstermesi usûlünün değil, meclis üyelerinin kendiliklerinden aday olması şeklinin gerektiğini düşünüyorlardı. Nitekim bu yolda, Paşa'nın adaylarına karşı kendi adaylarını çıkarıp onlara oy vererek mevcut sistemi bozdular ve geçici bir zafer kazandılar.
Bu zafer muhalefeti sevindirirken daha da saldırgan bir hâle sokmuş, Mustafa Kemal Paşa ise savaş meydanında kazandığı zaferlerin ardından millet meclisinde yenilme lüksüne sahip olmadığına kesinkes inanmıştı.
Sinirler gergindi. Havada erken seçim kokusu vardı. Fakat taraflar bu işte acele etmiyorlardı. Çünkü kim erken seçim istese suçlu görünebilirdi. İşte bu ortamda, tam tarihiyle 2 Aralık 1922 günü, muhalif grup Türk siyaset tarihinin en büyük yanlışını yapmaya hazırlanıyordu.
Kalanını meclis zabıtlarından özetleyerek takip edeceğiz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi 2.12.1338 Cumartesi günü (2 Aralık 1922) 149. birleşimini gerçekleştiriyordu. Genel kurul Meclisin 2. başkanı Dr. Adnan Bey (Adıvar) riyasetinde toplanmıştı.
"Erzurum Mebusu Necati Beyle rüfekasının, İntihabı Mebusan Kanunu muvakatinin tadiline dair kanun teklifi ve Lâyiha Encümeni mazbatası" da görüşülen konular arasına dahil edilmişti.
Milletvekili Seçimi Kanunu'nu hazırlayan Erzurum Mebusu Süleyman Necati Bey ikinci grup üyelerindendi. Kanun teklifini Mersin Mebusu Salâhaddin ve Canik Mebusu Emin beyefendilerle birlikte vermişlerdi. İlgili teklifin on dördüncü maddesi hakikaten çok ilginçti. Buna göre; milletvekili seçilebilmek için ya Türkiye'nin bugünkü sınırları dahilinden olmak veyahut yine bugünkü sınırların dahilinde mütemekkin(sakin yani uzun süredir orada oturuyor) olmak şarttı. Bir üçüncü ihtimal de Türk ve Kürt muhacirlere tanınmıştı. Bunlar da hicretlerinin üzerinden beş sene geçmişse vekil olabilirlerdi. Kanun teklifinin önerdiği şartların haricinde kalanların milletvekili olması kesinlikle yasaklanıyordu. Konunun devamında kafa bulandırmamak için belirtmeliyim ki; Mustafa Kemal Paşa muhacir değildi. Dünya'ya geldiği Selanik bugünkü hudutlarımızın dışında kalmıştı ve yine bugünkü sınırlarımızın içinde "bir yerin sakini" olacak kadar durmamıştı. Teklifin amacı, Mustafa Kemal Paşa'yı meclisin dışına atmaktı.
Normalde; kanun tasarıları önce encümene havale ediliyor, orada incelendikten sonra genel kurulda görüşülüyordu. Fakat meclis genel kurulundan kanunun hemen görüşülmesine dair bir baskı olursa, encümene havale edilmeden hemen gündeme alınabiliyordu.
Dr. Adnan Bey İntihabı Mebusan Kanunu (yani Milletvekili Seçimi Kanunu) önerisini encümene havale etmenin teamül olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine İstanbul mebusu Ali Rıza Bey, Isparta mebusu Hüseyin Hüsnü Efendi başta olmak üzere bazı milletvekilleri "okunsun", "ne olduğunu anlıyalım bir kere okunsun da" diyerek meclis riyasetine baskı yapmaya başladılar. İkinci grup zaten tam kadro görüşülmesi taraftarıydı. Gürültüler artıyordu.
Dr. Adnan Bey, kanunun görüşülüp görüşülmeyeceğine dair kararı henüz vermemişti. Ankara mebusu Gazi Mustafa Kemal Paşa, ilgili teklifin doğrudan kendisini ilgilendirdiğini ifade ederek söz istedi.
Meclis zabıtlarından aynen aktarıyorum:
Gazi Mustafa Kemal Paşa (Ankara) — Efendim bu teklifi kanuni bir maksadı mahsusu ihtiva ediyor ve bu maksadı mahsus doğruca şahsıma taallûk ettiğinden müsaade ederseniz birkaç kelime ile fikrimi arz etmek istiyorum.
Erzurum Mebusu Süleyman Necati ve Mersin Mebusu Salâhaddin ve Canik Mebusu Emin beyefendiler tarafından teklif olunan lâyihai kanuniye doğrudan doğruya benim şahsımı vatandaşlık hukukundan mahrum etmek noktai nazarına matuftur. (Hâşa sesleri)
Yusuf Ziya Bey (Bitlis) — Hatıra gelmez o.
Salih Efendi (Erzurum) — Şahsın çok muhteremdir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa (Devamla) — On dördüncü maddede yazılı olan satırları gözden geçirecek olursanız orada deniliyor ki : "Büyük Millet Meclisine âza intihabolunabilmek için Türkiye'nin bugünkü hudutları dâhilindeki mahaller ahalisinden olmak meşruttur veya dairei intihabiye dâhilinde mütemekkin olmak meşruttur. Ondan sonra muhacereten gelenlerden Türk ve Kürtler tarihi iskânlarından itibaren beş sene mürur etmişse intihabolunabilir."
Maalesef mahalli tevellüdüm bugünkü hudutlar haricinde kalmış bulunuyor. Saniyen her hangi bir dairei intihabiyenin beş sene mütemekkini dahi değilim. Mahalli tevellüdüm bugünkü hududu millimizin haricinde kalmıştır. Fakat bu böyle ise bunda benim katiyen bir kasıt ve kabahatim yoktur. (Hâşa Paşa Hazretleri sesleri) Bunun sebebi, bütün memleketimizi, milletimizi mahıv ve muzmahil etmek istiyen düşmanların harekâtında muvaffak olmaktan kısmen menedilememiş olmasıdır. Eğer düşmanlar tamamen maksatlarına muvaffak olmuş olsalardı; Allah muhafaza etsin, buraya vâzıülimza olan efendilerin dahi memleketleri hudut haricinde kalabilirdi. Bundan başka bu maddenin talebettiği şartı haiz bulunmıyorsam, yani beş sene mütemadiyen bir dairei intihabiyede sakin olamamış isem o da bu vatana ifa ettiğim hidemat yüzündendir. Eğer bu maddenin talebettiği şartı ihraza çalışsa idim İstanbul'u kazandırmaktan ibaret olan Arıbırnu ve Anafartalar'daki müdafaatımı yapmamaklığım lâzımgelirdi. Eğer ben bir yerde beş sene oturmaya mahkûm olsa idim Bitlis ve Muş'u aldıktan sonra Diyarbekir istikametinde tevessü eden düşmanın karşısına çıkamamaklığım, Bitlis ve Muş'u kurtarmaktan ibaret olan bu vazifei vataniyemi yapmamaklığım lâzımgelirdi. Bu efendilerin talebettiği şeraiti ihraz etmek istese idim Suriye'yi tahliye eden orduların enkazından Haleb'de bir ordu teşkil ederek düşmana karşı müdafaa etmemekliğim ve bugün hududu millîye dediğimiz hududu fiilen tesbit etmemekliğim lâzımgelirdi. Zannediyorum ki, ondan sonraki mesaim cümlenin malûmudur. Hiçbir yerde beş sene oturmıyacak kadar sarfı mesai etmiş bulunuyorum. Ben zannediyorum ki; bu hidematımdan dolayı milletimin muhabbetine ve teveccühüne mazhar oldum.. (Hay hay sesleri) Belki bütün âlemi İslâmın muhabbet ve teveccühüne mazharım. Binaenaleyh bu teveccühata mukabil vatandaşlık hukukundan ıskata mâruz kalacağımı asla hatıra getirmezdim. Tahmin ediyorum ve ediyordum ki; ecnebi düşmanlar bana suikasdetmek suretiyle de memleketimdeki hizmetimden beni tecride çalışacaklardır. Fakat hiçbir zaman hatır ve hayalime getirmezdim ki Meclisi Âlide velev iki üç kişi olsun, aynı zihniyette bulunabilsin. Binaenaleyh ben anlamak istiyorum; bu efendiler dairei intihabiyeleri halkının ciddî olarak...
İhsan Bey (Cebelibereket) — Paşa Hazretleri kime soruyorsunuz? İki üç kişinin galatı ifadesi Umum Meclise aidolabilir mi?
Gazi Mustafa Kemal Paşa (Devamla) — Buraya vâzıülimza olan efendilere söylüyorum. Bilmek istiyorum ki, bu efendiler dairei intihabiyeleri halkının ciddî olarak tercümanı fikir ve hissi midirler? Yine bu efendilere karşı söylüyorum. Mebus olmak itibariyle tabiî şâmil bir sıfatı câmi bulunuyorlar. Binaenaleyh demek istiyorum ki millet; bu efendilerle hemfikir midir? (Katiyen sesleri)
Saniyen efendiler beni vatandaşlık hukukundan ıskat etmek salâhiyeti bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen Heyeti Aliyenize bu efendilerin dairei intihabiyeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum."
İkinci grubun liderlerinden Hüseyin Avni Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın Türk milletini temsil ettiği müddetçe Paşa'nın vatanının "her yer ve herkesin kalbi" olduğunu söyleyip ortamı yumuşatmaya çalıştıktan sonra, yine de kanun teklifinin görüşülmesinde ısrarcı oldu.
Mustafa Kemal Paşa "maddenin açık olduğunu, tefsire muhtaç olmadığını" söyledi.
Hüseyin Avni Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın kimseyle mukayese edilemeyeceğini söyledi. Ekledi: "Eğer Mustafa Kemal Paşayı Meclis feda ederse o da feda edilsin. Söz Meclisindir. Yoksa üç, beş arkadaşımızın hüsnüniyetle ve gayet muhik, meşru bir dâva hakkında vermiş oldukları takriri bu şekilde tefsir etmemelerini hassaten rica ederim. Kalbimizden çıkacağınız gün atmakta tereddüdetmeyiz. Fakat siz milletin kalbinde her gün yaşıyacaksınız."
Hüseyin Avni Bey, Kemal Paşa'nın bu maddeyi genel kurulda tartışmak yerine "arkadaşları çağırıp" niyetlerini anlamasının daha doğru olacağını, bu yöntemin yanlış olduğunu söyledi.
Bir defa daha teklifin Paşa'yı kapsamadığını tekrarlayıp, ilave etti: "İlminiz, fazlınız, istikametiniz sizi yaşatacaktır. Siz bundan inhiraf ettiğiniz zaman sizi atmak da bizim için bir vazife olur."
Hüseyin Avni Bey tekraren arkadaşlarının yanlış anlaşıldığını söyledi. Müzakereyi bitirmeyi teklif etti.
Bu çok da uzun olmayan konuşma muhalefetin ruh halini çok iyi yansıtıyordu. Anlaşılan bu tekliften Paşa'nın ya haberdar olmayacağını ya da ciddiye almayacağını hesaplamışlardı. Eğer ciddiye alırsa ilgili vekilleri davet edip görüşmesi de hesaplanmış, bu görüşmenin nasıl yansıtılacağı da -pek muhtemeldir- hazırlanmıştı. Fakat meclis genel kurulunda böylesine açıkça açığa düşeceklerini hesaplamamışlardı.
Yine konuşmadan anladığımız, teklifi üç mebus verse de ikinci grup tarafından tamamen sahiplenilmişti. Ve birden fazla kez -pek tabii ki şartlar sunarak- Mustafa Kemal Paşa'yı dahi unutabileceklerini söylemek, Atatürk'ün tepkisinin çok da haksız olmadığını gösterir delillerdendi.
Hüseyin Avni Bey'in müzakereyi bitirme teklifi ise tabii ki kabul edilmedi. Mustafa Kemal Paşa muhalefeti -üstelik muhalefetin aptalca hareketi sebebiyle- yakalamıştı. Bırakmaya da hiç niyeti yoktu.
Mesele artık tamamen Mustafa Kemal Paşa'nın şahsına döndü. Hüseyin Avni Bey sözlerini: "Milletin size hürmeti lâyezaldır." diye bitirmişti. Bazı mebuslar da buna iştirak ettiler. Bayezid mebusu Şevket Bey: "Siz müstesnasınız Paşa..." demişti ki Mustafa Kemal Paşa hızlıca cevapladı: "Benim müstesna olduğuma dair bir kanun yoktur ve müstesna olamam."
Bu son cevapla Mustafa Kemal Paşa tartışmayı tamamen kendi şahsı etrafında toplamıştı. Artık muhalefet istediği kadar "sizinle ilgisi yok" diyebilirdi, boşunaydı. Çünkü görüntü şuydu: Muhalefet bir kanun teklifi yapıp kimlerin milletvekili seçileceğini belirlemiş, Mustafa Kemal Paşa bu tarifin dışında kaldığı için, meclis topluca Paşa'yı tartışmaya başlamıştı.
Bu Kemal Paşa'nın kurnazca kurduğu bir oyundu. Çünkü meclis, kendi başkanını ve başkomutanı tartışmaya başlamışsa, artık muhalefetteki isimleri de tartışmaya başlayacaktı. Tabii isimler mukayese edildiğinde kimin kazanacağı gayet açıktı. Paşa bunu çok iyi bildiğinden, oyunu bu düzleme çekmişti. Ve muhalefet kendi silahıyla vurulmuştu. Muhalefetin en büyük hayali Paşa'yı mecliste "tartışılır" hâle getirmekti, işte başarmışlardı! Fakat kendi tuzaklarına düşmüşlerdi. Mustafa Kemal Paşa, yalnızca askerî deha değil, hatta ondan daha fazla siyasi bir deha olduğunu kanıtlamıştı.
Mecliste tartışma sürüyordu. Teklifi veren Necati Bey "esas maksadı müsait bir zamanda izah edecektim" diyerek konuşmaya başladı ve sözü Kemal Paşa'nın dışına çıkarmak istedi. Fakat kendisini tutamayarak yine aynı noktaya döndü ve Paşa Hazretlerini meclisin dışında bırakmak gibi bir düşüncesinin olmadığını "Ben böyle namussuz bir adam değilim" sözleriyle savundu. Kanunun Türk olmayanların devlette söz sahibi olmaması için vatanperverce duygularla teklif edildiğini söyledi.
Diğer imzacılardan -hemşehrimiz- Canik mebusu Emin Bey söz aldı. Kemal Paşa'nın "Türkün timsali bir zat" olduğunu söyledi. Paşa'nın kendisini kasdederek sorduğu "acaba temsil ettikleri vilayet halkı ne düşünüyor" sorusunu da ustaca çarpıtarak şöyle cevapladı: "Bendeniz Samsun Mebusu olmak sıfatiyle ve kemali cüretle ilân ederim ki ve beni intihabeden zevatın, tercümanı hissiyatı olarak söylüyorum ki: Benim memleketimden bir Arap ve bir Arnavut mebus olamaz ve olması imkânı da yoktur." Peşine "Türkiye Türklerindir" dedi. Kemal Paşa'nın şahsına yönelik hiçbir saldırı olmadığını bir defa daha tekrarladı. "Biz de müslümanız" dedi. "Hariçte belki Paşa Hazretlerini - iddia ederim - hepinizden fazla ben severim." deyip sözlerini noktaladı.
Hüseyin Avni Bey yeniden "müzakerenin bitmesi" gerektiğini ifade etti. Birinci gruptan bazı vekiller Meclis Reisi Dr. Adnan Bey'e çıkıştılar. Kime söz hakkı verileceği, kanun görüşmesinin bitip bitmeyeceği konuları birbirine girdi.
Boşlukta Hacı İlyas Sami Bey söz aldı. Devletin bir İslam devleti olduğunu, ilgili maddenin milliyetlerden bahsettiği için baştan sakat olduğunu savundu. İkinci grup ve Hacı İlyas Sami Bey arasında tartışma çıktı. Dr. Adnan Bey müzakerenin kâfi geldiğini oylattı ve konu kapandı.
Tabii konu yalnız meclisin içinde kapandı.
Gazeteler tartışmayı konu ettikleri gibi, Kemal Paşa'nın kürsüden sorduğu; "Saniyen efendiler beni vatandaşlık hukukundan ıskat etmek salâhiyeti bu efendilere nereden verilmiştir? Bu kürsüden resmen Heyeti Aliyenize bu efendilerin dairei intihabiyeleri halkına ve bütün millete soruyorum ve cevap istiyorum." sorusu tüm memlekete yayıldı.
Yurdun dört bir yanından - özellikle kanun teklifini veren mebusların memleketlerinden - Mustafa Kemal Paşa'ya destek mesajları yağmaya başladı. Atatürk'ün Nutuk'ta bildirdiğine göre "bu telgraflar büyük bir dosya tutmaktaydı".
Herkes bu meseleyi konuşurken Mustafa Kemal Paşa, 6 Aralık 1922'de Ankara'da bir basın toplantısı düzenledi. Burada "halkçılık esası üzerine müstenit ve Halk Fırkası namıyla siyasi bir fırka teşkil etme" niyetini açıkladı. Bu, savaştan sonra siyasetten çekilmesi beklenen (daha doğrusu istenen) ve bu yolda epeyce saldırıya maruz kalan Kemal Paşa'nın "çekilmeye" pek de niyeti olmadığını gösteren net bir çıkıştı.
Seçimler ise Nisan 1923'te yapıldı. Meclis yenilendi. Hemşehrimiz Emin Bey ve Hüseyin Avni Bey bir daha vekil olamadılar.
Salâhaddin Bey ve Süleyman Necati Beyler bir dönem daha seçilseler de, TBMM'nin ikinci döneminde; Lozan kabul edildi, cumhuriyet ilan edildi, hilafet de kaldırıldı. Güçleri kırıldığı için tepki gösteremediler.
...
Cumhuriyet devrinin siyaseti, kurucusunu vekillikten atmayı planlayacak kadar sert açılmıştır. Ankara'daki hikâye böyle başlayınca şimdiki hâlin kimseyi şaşırtmaması gerekir. Tabii bundan sonrasının da...
0 Yorumlar