Kalifiye Düşman Arayışı

"Devlet" yazıp Google'da aradığımda ilk bu görsel çıktı. Oysa ben büyük binalar, çakarlı arabalar hayal etmiştim (!) Ufak bir tebessüm ettirmedi değil.


Eric Hoffer'in güzel sözüdür: "Tanrısız hareket olur, şeytansız hareket olmaz." 

Bugün iktidar bir şeytan arayışındadır. 

Bu şeytan öyle olmalı ki; sürekli iktidarı indirmek, liderlerini ve destekçilerini katletmek, devleti yıkmak, milleti parçalamak, orduyu yıpratmak, ekonomiyi çökertmek istesin... Bu şeytan öyle olmalı ki; aklı çok, fikri tek, amacı net, görünüşü karanlık, kendisi her yerde olsun... Bu şeytan öyle olmalı ki; dışarıyla iş tutsun, kışkırtsın, kandırsın, çarpıtsın, yaksın, yıksın, yok etsin... 

Yok böyle şeytan! Ama arıyoruz. 

Tamamen karanlık bir odada duvara bakarsanız hiçbir şey göremezsiniz. Bir müddet daha ve inatla duvarı seyretmeye devam ederseniz, bazı şekiller görürsünüz. Bakmakta ısrar ederseniz bu sefer şeytanı görürsünüz.

İktidar karanlık bir odada duvara dikkatle bakıyor. Bugün iktidar bir şeytan arıyor. 

15 Temmuz'dan hemen sonra ne kadar mecra varsa hepsine çıkan bir takım insanlar "bir amiral bilmem kaç milyon dolara mâl oluyor" demeyi âdet edinmişlerdi. İnsanları parayla hesap etme huyum yoktur fakat aklımda kalan bu garip bilgi bana şunu düşündürüyor: Bir devlet neden amiral yetiştirir? 

Konuyu daraltalım. Türkiye Cumhuriyeti neden amiral yetiştirir? 
Çünkü; ülkemizin üç tarafı denizlerle çevrilidir. Komşularımızla her zaman dostça ilişki kuramayız, karşı karşıya geldiğimiz anlarda bizi koruyacak "şeylere" ihtiyaç vardır. Deniz Kuvvetleri bunun içindir. Amiraller Deniz Kuvvetleri'ni yönetirler. 

Asya'yla Avrupa'yı birbirine bağlayan bir denizdir. İsmine Marmara derler. Koruması Deniz Kuvvetleri'nin sorumluluğundadır. Amiraller Deniz Kuvvetleri'ni yönetirler. 

Montreux uluslararası bir sözleşmedir. Marmara Denizi'nin, dolayısıyla İstanbul ve Çanakkale Boğazları'nın, hakimiyetini Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakır. Bu hakimiyeti fiilen üstlenen güç Deniz Kuvvetleri'dir. Amiraller Deniz Kuvvetleri'ni yönetirler. 

Emekli amiraller ne iş yaparlar? Bir zamanlar şerefle taşıdıkları üniformalarının ağırlığını korumak için, bilhassa kendi ilgi alanlarında, kamuoyunu bilgilendirirler. Belki devlete de bilgi verirler ama burası bizi alâkadar etmez. 

Bugün Türkiye - Allah muhafaza - bir deniz harbine tutuşsa, emekli amirallerin göreve çağrılması gündeme gelebilir mi? Gelebilir. 

Yıllarca, vazifesi gereği, ya bizzat Marmara'yı korumuş veyahut koruma ihtimali bulunmuş amirallerin konuşması devlet kararıyla yasaklanmış mıdır? Hayır

4 Nisan günü yayınlanan bildirinin mahiyeti budur. 104 emekli amiral (içlerinde her görüşten olan var) Montreux'nün tartışılmasının memlekete fayda vermeyeceğini açıkladılar. Yine son zamanlarda kamuoyunda tartışılan ordunun yapısındaki değişmelere itiraz ettiler. (sarıklı amiral, Silahlı Kuvvetler'e girişte aranan şartların ve müfredatın değiştirilmesi meseleleri) 

Kıyamet koptu. "NATO'cu olmakla", "darbecilikle", "provokasyonla" suçlandılar. Hakarete uğradılar, linç edildiler, rütbelerinin sökülmesi, aylıklarının kesilmesi gündeme getirildi. Tutuklananlar oldu. Takibata uğradılar. Uğruyorlar. 

Benim kafamda hâlâ aynı soru: Bir devlet neden amiral yetiştirir? Eğer, memleketin doğrudan kendi uzmanlık ve ilgi alanlarını kapsayan konularında, konuşamayacaklarsa amirallere neden ihtiyaç duyarız? Muvazzaf subaydan kamuya açık konuşması beklenemez. Fakat emekli amiraller Montreux'den, sarıklı amiralden bahsetmeyeceklerse neden bahsedecekler? Eğer konuşmaları devlet açısından zarar doğuruyorsa, çıkarın bir kanun, yasaklayın. 2000 (iki bin) seneyi aşkın süredir var olan Türk Silahlı Kuvvetleri, aşağı yukarı aynı tarihlerden itibaren "emekli" vermeye başladı. Önceleri daha "ilkel" şartlarda sağlanan emeklilik, asırlar geçtikçe "medenî" bir hâl aldı. İki bin senede emekli olanların konuşmamasıyla ilgili bir tane bile yasa hazırlanmadı. Şimdi de böyle bir yasa yok. Tartışan hiç kimseden de böyle bir öneri sadır olmadı. 

Konuşmaları serbest. Fakat istenmiyor. Neden? Bilinmiyor. 

"Orduyu galeyana getirmek" diye bir türkü tutturanlar var ki, hakikaten çok şakacılar. Türk Silahlı Kuvvetleri çocuk mu ki bir tane bildiri marifetiyle "harekete" geçirilecek. Yani "darbe yapacak". Merak edenlere söyleyeyim: Değildir. Türk'ün, devletiyle beraber, en eski kurumudur. 

104 emekli amiralin, muvazzaf subaylarla bir ortak hareketi, cunta teşebbüsü var mı? Kimse böyle bir bilgi vermedi. Bırakın muvazzaf subayı, imza atan amirallerin önemli bir kısmı da şu an dışarıda. Eğer devlet "darbecilere" avans vermiyorsa, ortada bir cunta faaliyeti de görünmüyor. 

Uluslararası sözleşmeler, oluştuğu şartlardan daha iyisi meydana gelmemişse bozulmazlar. Tarihte iki taraf arasında imzalanmış hiçbir anlaşma yoktur ki, taraflardan birisi her noktada ve her zaman avantajlı olsun. Bu Kadeş'den beri böyledir. Şu an Montreux'nün tartışmaya açılması milli güvenliğe zarar verecek biricik noktadır. Bunu söyleyen amiraller ise cezaevine tıkılmak isteniyor. 

Olan budur ve basit bir tekrardan ibarettir. İktidar; kamuoyuna mağduru oynar, devletin içinde beğenmediği yerlerde değişiklik yapar ve sonra bir bakılır ki, darbe yokmuş! Ben şimdiden söyleyebilirim, böyle darbe olmaz! Tarihte eşi benzeri yoktur bunun. WhatsApp diye bir şeyin icat edildiği çağda "bu amiraller pandemide nasıl toplandı" sorusunu sormak abesle iştigal etmektir. 

Ama biz tartışıyoruz. Memleketin iki hayati belgesinden birini, Montrö'yü tartışıyoruz. Memlekete en fazla zarar verebilecek şeylerden birini, yani darbeyi tartışıyoruz. Memleketin en işlevsel kurumlarını yani orduyu ve siyaset kurumunu tartışıyoruz. Sonra da bu tartışmalardan memlekete fayda gelmiyor diye sinirleniyoruz. Buradan memlekete fayda çıkmayacağını görmek için illa alt alta yazıp, söylemek mi gerekir? Herkesin ağzı vardır. Birçok insan konuşabilir. Fakat kimse, her şeyi konuşmaz. Bunun sebebi bütün insanlığın "korkak" olması mıdır? Yoksa akıllı olması mı? 

Nostalji bir hastalıktır. Sürekli geriye çekmek başka bir hastalıktır. Gerçeği çarpıtmak zaten hastalıklı zihinlerin işidir

Siyaset kurumunu her şeyden yukarıda tutan şey nedir? Kimse konuşmayacaksa, her ağzını açanın tepesine çökülecekse, demokrasiyi geçeli zaten çok oldu da, devleti kim koruyacak? Hayır bugün maşallah çok iyi korunuyor da, yarın kimi bulacaksanız, mesela kendi yerlerinize? 

Daha evvel de yazmıştım. Siyaset bizde gayet basit oynanan bir oyundur. Hele bugünlerde iyice basitleşti... 

Devlet yeniden kurgulanıyor. Hangi kurum kalacak, hangi kurum gidecek, hangisi kimliğini değiştirecek, hangi kurumun başına kim gelecek vs iktidarın 2017'den bu tarafa birinci konusudur. Rahmetli Türkeş'in çok sevdiği ifadeyle söylersek "devletin yeniden teşkilatlanması" meselesi elbette çok önemli bir konudur. 

Türk'ün devleti varsa her şeyi yapabilir. Devleti yoksa hiçbir şey yapamaz. Bu yüzdendir ki, "iki Türk biraraya gelirse devlet kurar". Çünkü her şeyi yapmanın ilk şartı olarak bir devlet sahibi olmayı bulur. Devleti güçlü olursa daha hızlı ilerler. Devleti güç kaybederse, kendinden verir, yine de onu muhafaza eder. 

Devletin elinde ise; ne geniş müstemlekeleri vardır, ne bol miktarda yer altı zenginliği ne de her seferinde arkasını kollayacak bir müttefik! Bazı komşularımızın aksine doğru dürüst bir diyasporası, dünyada lobicilik yapacak bir kitlesi de yoktur. Türk devletinin yegâne varlığı Türk vatandaşlarıdır. 

Güçlü devlet vatandaşıyla itişen, onu ezen "şey" değildir. Konuşanın ağzına vuran, düşünenin beynini patlatan bir yapı güçlü devlet değil, müstebit bir şeydir. Adına devlet denmez. 

Güçlü devlet; vatandaşının refahını sağlayan, illa itişecekse yine millî çıkarlar için diğer devletlerle itişen devlettir. 

Bakmayın "sıkıntılı yazı" falan yazdığıma, bu ülke insanının sıkılmaya hakkı yok aslında. Vatandaşlarını sürekli diri tutmayı başaran bir irade tarafından yönetiliyor devlet mekanizmamız. Bu diri tutma önemli. Mesela bir sabah uyandınız. İşiniz, itibarınız, hiç yoksa "özgürlüğünüz" var. Sonraki gün bunların hiçbirisi olmayabilir. Büyük bir günah işlediğiniz, affedilmez bir yanlış yaptığınız için mi? Hayır. Bir tvitre mesajı, bir bildiriye atılan imza, yazılan bir makale kâfî, kağıttan dünyanızı parçalamaya... 

Kişilik oluşumundan, bilinçli bir toplumdan, hakiki kamuoyundan bahsediyoruz. Bunların hepsini sağlayacak kurum olarak da devletimizi biliyoruz. Çünkü tarihte hiçbir şeyi yoksa eğer Türk'ün, devleti vardır. Devleti varsa, her şey olur, halledilir. Devleti yoksa eğer hiçbir şey olmaz. Bakmayın, boş lâf. "Devletimiz" neden böyle bir şey istesin ki? Böyle olursa istekleri artar kıymetli vatandaşların. İstemek kötüdür. İstemek için önce devlet olmak gerekir. Gerekir mi hakikaten? Yani bir şeyler talep etmek için, evvela devlet olmak mı lazım? Devlet olmak ne demek? İnsan nasıl devlet olur? Mesela arkadan sert bir müzik döşesek de gözümüzde güneş gözlüğü, şöyle bir salınıversek? Adımızı sorana da "Devlet" diye cevap versek... Fakat bunun adı maskaralıktır. Veya birilerine sorsak, bize "zevzeklik" diyeceklerdir. Kendileri en iyisini bilirler çünkü! 

Talep etmek diyorduk. Fakat talep etmek yalnız başına gelmez ki veya yalnızca istemek bir şey ifade etmez ki! Talip olan, sorumluluğa da talip olur. Sorumluluğu bölüşene hakkını vermek gerekmez mi? Yeterince güçlüyseniz gerekmez.

Kıymetli okurlar şimdi sizden "garip" bir istekte bulunacağım. Lütfen yukarıdaki (italik yazılmış) son üç paragrafı bir daha okuyun. 

Okudunuz mu? Ne diyor bu paragraflar? Umutsuzluk ve nefes alamama hâlini yansıtıyor değil mi? Peki son soru: bu paragrafları yazan kalem için vazgeçmiş diyebilir miyiz? Evet, diyebiliriz. 

Tüm dediklerimi yaptıysanız biraz sıkılmış olmanız gerekir. Haklısınız. Fakat iktidarın şu anda vatandaşlardan ne beklediğini başka türlü yansıtmak aklıma gelmedi. 

Evet, vatandaşın devlet işlerini; yılgın, vazgeçmiş ve yıkık bir vaziyette izlemesini ve kesinlikle karışmamasını istiyorlar. "Grand stratejileri" nedir, bunun memlekete faydası mı olur zararı mı olur bununla ilgili bir bilgim yok. Fakat bu grand stratejiyi tatbik edebilmek için vatandaşın vazgeçmiş olması gerekiyor. Bunu görebiliyorum.

Atatürk; "Umutsuz durumlar yoktur. Umutsuz insanlar vardır." demişti. Hangi cephede yer alıyorsanız alın (evet iktidar cephesindeki "arkadaşları" da bağlar bu çağrım) umutsuz olmayın

Türkiye Cumhuriyeti'nin işleteceği tek varlığı; Türk vatandaşlarıdır. Vatandaşı işletmenin yolu da onunla itişen, alıngan bir devlet modelinden geçmez. Güçlü devlet, olabildiği ölçüde, şeffaf devlettir. Aksi düşünülemez. 

İktidarın şeytan arayışı sürüyor. Fakat bulamıyor. Bu derece basitlikle aramaya devam ederse bulacağa da benzemiyor. Yarın belki sizi belki beni yakalarlar "şeytan" diye. Olmazsa sıra diğerine döner. Gelenektir; devlet başladığı zaman sırayla ezer. 

Devlet yeniden teşkilatlanırken, reorganizasyonu yapanlar da şeytan peşinde koşuyorlar. Hoffer haklıydı. Şeytansız olmaz. Ama sürekli şeytan aramak yerine - en azından mola verdikleri anlarda - vatandaşların huzurunu da düşünmeliler. Çünkü Türk nasıl devletsiz yaşayamazsa, devlet de vatandaşsız olmaz. Tekrarda beis yok: vatandaşın huzur ve refahı, devletin birinci vazifesidir. Diğerleri daha sonra gelir. 

"Millî devlet, güçlü iktidar" şiarı da budur. 

Rütbelerini bileklerinin hakkıyla kazanan ve çok yanlış bir kumpasın içine - yeniden - çekilen emekli amiralleri selamlıyorum! 


Yorum Gönder

0 Yorumlar