Alparslan Türkeş 3 Mayıs'ı Anlatıyor

Alparslan Türkeş'in yüzbaşı rütbesindeyken çekilmiş bir fotoğrafı


"Irkçılık-Turancılık" davasının savcısı Kâzım Alöç, 1967 yılı Nisan ayından başlayarak, Yeni Gazete'de bir yazı dizisine başladı. Bu serinin ismi: "Türkiye'de Komünist Hareketleri ve Irkçılık" idi. Türkeş de cevaben Yeni İstanbul gazetesiyle bir dizi röportaj yaptı. Fakat sözlerinin eksik aksettirildiğini düşündü ve tüm bu süreci bir kitapta toplamaya karar verdi. Bu kitap "1944 Milliyetçilik Olayı" ismiyle basıldı. 

117 sayfadan müteşekkil olan kitap iki bölümden oluşur. İlk bölüm 3 Mayıs sürecinin Alparslan Türkeş'in gözünden anlatılmasından ibarettir. İkinci bölüm ise Türkeş'in şahsına yönelik iddialara verdiği cevaplardır. Esasen kitabın yazılış hikâyesi de ikinci bölümün ruhuna uygundur.

Bugün 3 Mayıs'la ilgili alıntıları yapacağım kaynak, adı geçen kitabın, Kutluğ Yayınları tarafından 1975'te İstanbul'da tab edilen 11. baskısıdır. Vesileyle bu kitabın yeni baskılarının uzun zamandır yapılmadığını "ilgililerine" hatırlatıyor, internet sitesinde (Ülkücü Bellek) kitabın PDF formatını okurların istifadesine sunan Hayati Bice'ye şükranlarımı sunuyorum. 

1944 Milliyetçilik Olayı kitabından, konumuzu ilgilendiren, üç alıntı yapacağım. Birincisi Türkeş'in 1944 senesinde kim olduğunu kısaca anlattığı bir bölüm, ikincisi yazının esasını oluşturan ve Alparslan Türkeş'in gözünden 3 Mayıs 1944 Çarşamba günü Ankara'da ne yaşandığını anlatan uzunca bir pasaj ve üçüncüsü ise Türkeş'in Türk milliyetçilerine yönelik kıymetli bulduğum bir tavsiyesi olacaktır. 


(1944'te) Türkeş kimdir?

"Ben 30 Ağustos 1938 de ordu saflarına subay olarak katılmıştım. Bundan iki ay on gün sonra Atatürk ölmüş ve İsmet İnönü devletin başına geçirilmiş bulunuyordu. 1944, orduya katılma şerefini kazanışımın altıncı yılı idi. Dört bin yıllık tarihi bulunan Türk Askerlik Ocağının bir mensubu olmaktan büyük bir övünç duyuyordum. Askerliği çok seviyordum. Okumaya meraklı, biraz da yazan bir gençtim. 

Evlenmiştim.
İki çocuğum olmuştu.

Annemle, ihtiyar babama ve o sıralarda henüz evlenmemiş bulunan kız kardeşime ben bakıyordum. Milletimin subaylarına verebildiği ne ise onunla geçiniyor ve canla başla aldığım vazifeleri başarmaya çalışıyordum." (s.26)


Türkeş'in Anlatımıyla 3 Mayıs

"Tam bir terör havası içine gömülerek yıllardan beri sesini kısmış olan Ankara'nın her tarafı, binlerce genç göğüsten fışkıran haykırışlarla uğulduyordu:

– Yaşasın Milliyetçi Türkiye!...
– Yaşasın Türk Milleti!...
– Kahrolsun komünistler!...

Resmî Ankara, İnönücü Ankara, terörcü şef Ankarası böyle coşkun bir sempati gösterisini aklının kenarından bile geçirmediği için afallayıvermişti. 

Millî Şef büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Gözde Millî Eğitim Bakanı bütün entrikacılığı tezvir dağarcığına doldurarak soluğu Çankaya'da almıştı. Bir kaç dakika sonra da Başbakan ile İçişleri Bakanı dâvet edilmişlerdi. 

Dört kafadar başbaşa verip, durumu gözden geçirmişlerdi. Emniyet Umum Müdürü ile Ankara Valisi ve Ankara Emniyet Müdürü zılgıdı yemişlerdi. 

İlk tedbir olarak Nihâl Atsız'ın gençler tarafından misafir edildiği otelin etrafı sarılmıştı. Sabahattin Âli'nin herhangi bir tecavüze uğramaması için polisçe korunması emredilmişti. Ayrıca bütün inzibat kuvvetleri ile ordu birlikleri ve jandarma alârm haline sokulmuştu.

Bir gizli kırılış, bir tuhaf kıyamet ki değmeyin gitsin...

Gençliğin samimi duygularından kaynak alan ve derinlemesine hiç bir art düşüncesi olmayan bu nümayişin bu kadar telâşa düşülecek tarafı yoktu. Olmamalıydı. Sağlam temellere dayanan bir idarenin bu nümayişi fazla ciddiye almaması, üzerinde çok durmaması iktiza ederdi. Fakat gelgelelim İnönü hangi dikenin üstünde oturduğunu herkesten iyi bilmekteydi. Herkes onu sağlam sanırken o ne çürük bir siyasî yapı içinde barınmakta olduğunu bilmekteydi. 

Nihâl Atsız için yapılan bu nümayişe kadar Türkiye'de yapılmış bütün nümayişlerde hep hükümet parmağı bulunmuştu. Fermansız kuş uçurtmayan bir devirde kendi iradesiyle bir gösteri yapmak Türk milletinin haddi miydi?

Bütün parlak iddialar hilâfına her şeyden önce yalnız ve sadece şahsî ikbal hırslarıyle yanıp kavrularak yaşıyan Halk Partisi lideri allak bullak olmuştu. 

Kim oluyordu bu gençler?

Bunlar emirle heyecana gelen, emirle sokağa çıkan, emirle meydanlarda birikip, Halk Partisi ve hükümet tarafından hazırlanıp ellerine verilmiş nutukları okuyan disiplinli gençlere benzemiyorlardı.

Bunlar Millî Şef'e ve onun gözde Millî Eğitim Bakanına karşı nasıl gösteri yapabiliyorlardı?

O zamana kadar Millî Şef'in müsaade etmediği hiç bir gösteri yapılamaz ve her şey danışıklı döğüş bir oyun halinde oynanırken, bu temiz ruhlardan ve temiz yüreklerden taşan heyecan ve hareketler de ne oluyordu?

Ve... hayret edilecek, inanılmayacak şeydir ama, hiç şüphe etmeyiniz, koltuklarının zelzeleye uğradığını sanır gibi oldular. Korkudan hızı bir kat daha artan gaddarca bir atılganlıkla gençliğe saldırmayı kafalarına koydular. Kafa kaldırmaya başlayan bu yeni neslin gözleri daha fazla açılmadan kafasını kırmaya karar verdiler. 

Demokrasi... Hürriyet... Eşitlik... Gençlik... 

Bütün bunlar Türkiye'nin 1944 iktidarında hep parad palavralarıydı. Hep ısmarlama nutuk malzemeleriydi. 

Halkın alkışları, gençlikten çıkacak <<Yaşa>> nâraları, kayıtsız şartsız İnönü'nün tekelinde kalmalıydı. Arasıra bir iki alkış, ancak bir Çankaya fermanı ile İnönü'nün herhangi bir kuluna bahşedilebilirdi. Yoksa Türk milletinin genç veya yaşlı bütün nesillerinin hayranlığı ve bağlılığına İnönü'nün özünden başka bir kutup tasavvur etmek bile hiyânet olabilirdi. 

Ve Millî Şef'in iradesi gecikmedi:

– Vurun vatan hainlerine!...

Orhun dergisi başyazarı sayın Nihâl Atsız Ankara'da 3 Mayıs günü hâkim huzuruna çıkarıldı. 

Adliye civarında kuvvetli emniyet tedbirleri alınmıştı. Bütün yasaklara rağmen adliye binasının içi pek erkenden tıklım tıklım dolmuştu. Milliyetçi başyazarın, soğukkanlılığı, sadeliği, vekârı, herkeste samimi bir saygı duygusu yaratıyordu. Hasım tarafı ise <<Elhâin-ü Hâifün>> bir ürperme, bir korku kaplamıştı. 

Gençlik beğendiği insanı gene alkışladı. Alkışlar çok geçmeden çoğaldı ve halkı da sardı. Halk da gençliğin alkışladığı insan için <<Yaşa>> diye bağırdı. Çok geçmeden kendiliğinden bir büyük nümayiş Ankara sokaklarını sardı. Fakat hazırlıklıydı bu sefer Millî Şef... Ve milliyetçi gençliğe kinini kusmak için fırsat beklemekteydi. Nümayiş belki de bu sefer Çankaya'nın gizli ajanları tarafından tahrik edilerek şiddetli bir şekle sokulmuştu. Tam gizli tertipçilerin bekledikleri kıvama gelince İnönü taarruza geçti.

3 Mayıs 1944 günü heyecanla sokağa fırlayan ve komünistlik karşısında dikilen, satılmış hainlere nefretini haykıran üniversite gençliğine çok büyük kuvvetle hücum edildi. Millî Şef'in şahsî emriyle saldıranlar zerre kadar merhamet tanımadılar. Milliyetçi gençleri kıyasıya dövdüler.

Kafa yardılar, göz patlattılar... Vücutları, morarıncaya kadar, üstleri başları kanlara bulanıncaya kadar, hattâ bir kaçının kolları, kaburgaları kırılıncaya kadar dövdüler.

Bu hengâmede İnönü, Nihâl Atsız'ı tevkif ettirdi.

Orhun başyazarı mahkemeye gayri mevkuf olarak gelmiş ve tevkifine ne hâkim ne de savcı lüzum görmüştü. Muhakeme bir başka güne talik edilince adliyeden ayrılmıştı. 

İşte bu anda siyasî polis tarafından önü kesilmiş ve hürriyeti elinden alınmıştı. 

Üstü, başı, yattığı oteldeki eşyaları aranmıştı. Bir saat sonra İstanbul polisi de evini darma duman edivermişti. 

Gazete kolleksiyonları, defterleri, evindeki bütün mektupları, neşredilmemiş yazıları hepsi, her şeyi alınmıştı. 

Nihâl Atsız'ın evinde yalnız 4 yaşında bir çocuğu vardı. Hiç kimse yavruyu düşünmemişti. Kapıyı üstüne çekmişler, çekip gitmişlerdi.

Bu yavru ne yer, ne içerdi? Ona kim bakardı?

İnönü idaresinin umurunda mıydı bu?

Onlar şimdi beyinlerindeki terör yılanına yedirecek siyasî kurbanlar aramaktaydılar. 

Polatlı'da 14 asteğmen 12 gün mevkuf tutuldu. 250 Harbiyeli hakkında tahkikat açıldı. 

Gençliğin gösterisinden iktidar, ilk iş olarak, terör çarklarını işletmek için istifade etti. Sonra tevkif edilenlere cehennem azabı çektirmenin yolları arandı." (s. 35-39

(Yazım dili ve imlâ aynen korunmuş, yalnız birkaç cümledeki anlam bozuklukları tarafımdan düzeltilmiştir.) 


Türkeş'ten Kıymetli Bir Tavsiye 

"Unutulmamalıdır ki, millete hizmet edebilmek için hayatını feda etmeyi göze alacak kadar cesur olmak yetmez. Alçakça iftiralara, şeref ve haysiyetleri yıkmak için tertiplenen suikastlara karşı da cesur ve dayanıklı olmak gerekir." (s.24)

3 Mayıs ruhunun ebediyen yaşaması dileğiyle... 

(Atsız'ın 3 Mayıs 1944 yazısını okumak için bloğuma teşrif edebilirsiniz.)


Yorum Gönder

0 Yorumlar