Blog Notlar serimiz üçüncü yazısıyla devam ediyor. Her zamanki gibi beş başlıktan oluşan notlar, yine birbiriyle doğrudan ilgisi olmayan konulardan oluşuyor. Bu yazıda ele alınan başlıklar: Sedat Peker'in hedef seçimi, Irak hakkında belgesel önerisi, kanaat önderliği meselesi, faydasız bir muhalefet çeşidi ve Fevzi Çakmak'ın kıymetli bir sözünden ibarettir. Kitap tavsiyesi bölümünde ise Filistin'e Yahudi göçünü ele alan Pazarlık kitabından kısa alıntılar yapacak ve tabii ki adı geçen kitabı gönül rahatlığıyla önereceğim.
1
Sedat Peker Meselesi (Hedef Seçimi Üzerinden)
Bosphorus Global kelimesi, Pelikancılar veya Ak Elitler de diyebiliriz, neredeyse kimse tarafından sevilmeyen insanlar topluluğunu tarif ediyor. Bu topluluğu iktidar partisinden olmayanların sevmemesi gayet normaldir. Çünkü bizde siyaset her zaman şahsî işlerdendir ve iş şahsîleştiği vakit karşınızda kim varsa düşmandır. Rakip vs. değil doğrudan ve dolaysız düşmandır.
Peki AKP içerisinde neden sevilmiyorlar? Çünkü elitler. Ne alâkası var? Çünkü AKP "elitlerin tahtını yıkan popülist bir hareket" olarak yükseldi. Tabii ki devletleri elitler yönetirler. Öyle zannediyorum ki, AKP'nin kurucu kadrosu da partinin bu kadar güçleneceğini hesaba katmamışlardı. Eğer hesaplasalardı bu derece "elitizm" düşmanlığı yapmazlardı. Bugün "Ak Elitler" bunun sıkıntısını çekiyorlar.
Pelikan olarak da adlandırılan bu grup; "bildiriyle başbakan indiren", "trolleri yönlendiren", "derin devletle pek de serin olmayan ilişkiler kuran" şeklinde de tarif ediliyorlar.
Ak Elitler bir çıkmazın içinde bulunuyorlar. Yeterince elit olamıyorlar, taban izin vermiyor. Yeterince halktan olamıyorlar, konumları müsaade etmiyor. Şimdi tutup da "ne kadar üzücü" diye yalan söyleyecek hâlim yok. Ama bir pelikan olsaydım, üzülürdüm.
Sedat Peker'in videolarında hedef aldığı kişi ve grupların başında Pelikanlar geliyor. Büyük burnunu birçok yere sokan Mehmet Ağar da yine listede kendine yer buluyor. Mevcut İçişleri Bakanı da Sedat Peker'in saldırdığı kişiler arasında yer alıyor.
Ben Sedat Peker'in gemileri yaktığını düşünmüyorum. Videoların yansıması olacağını tahmin ediyordu muhakkak. Ama o da bu derece ilgiyle karşılanacağını hesaba katmamış gibi görünüyor. Çünkü alakasız şekilde solculara, "Barış" akademisyenlerine, Atatürk'e ve aynı anda Seyid Rıza'ya atıfta bulunuyor. Buradan izleyici kaybetmek istemediği sonucunu çıkarabiliriz. Özellikle üçüncü videodan itibaren lüzumsuz derecede "da" ünlemesine başvurmaya başladı. Bu bizim Karadeniz'i tavlamaya yeter bir ünlemedir. Memleketin diğer köşelerinde de samimiyet bildirir. Yine her videoda "vaaz" oranı azalıyor. Sedat Peker çok açık ki, mevcut iktidarın karşısında kim varsa oraya oynuyor -iktidarın tabanını da memnun etmek kaydıyla... İktidar destekçilerini de nasıl tavlayacağını biliyor. Sedat Peker "bugünkü konumuna" yalnızca kas gücüyle veya birilerinin elinden tutmasıyla değil, hepsinin ötesinde, hayatta kalmak için zekasını kullanmasıyla geldiğini gösteriyor. Hatta bunun şovunu bile yapıyor.
Birbirleriyle arası açık hedefleri seçen Peker, bunların kendisi için biraraya gelmeyeceklerinin de gayet farkında. Bu yüzden "rahat rahat" saydırıyor. Birkaç ekleme ve çıkarmayla Sedat Peker'in "düşmanlarının" bunlar olmaya devam edeceği de görülebiliyor. Tüm bunlar; hedef seçimi noktasında Peker'in "olağanüstü bir başarı" göstermesinin sebeplerini teşkil ediyor. Çok kısaca videoların "içeriğine" de girmek isterim.
"Gizli mesajlar" pek dikkatimi çekmese de masaya yerleştirdiği kitaplar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Peker'in masasının üzerine koyduğu tüm kitapları ben de tavsiye ederim. Bir de önümüzdeki videolarda yine Mario Puzo'nun "Sicilyalı" kitabını da kamera açısına yerleştirirse anlamlı olabilir. Çünkü; sonunda en güvendikleri tarafından ihanete uğrayan bir kahramanın; mafya, devlet ve milliyetçilik dozu da barındıran sosyalizm arasında hayatta kalma, kahraman olma ve öldürülme hikayesini anlatıyor. Peker'e tam uymasa da andırmıyor da değil hani, ne dersiniz?
En son IŞİD sözcüsü Adnani, El Kaide'nin başındaki Zevahiri'ye diklendiğinde bu kadar ilgiyle izlemiştim. Şimdi de Sedat Peker'in iftira/iddia/ifşaatlarına aynı alâkayı gösteriyorum.
Sonu benzer mi bilmem ama Adnani'nin yeri tespit edilmiş ve hatta helikopterden atılan bir ip marifetiyle neredeyse yakalanmıştı. Fakat o ölmeyi tercih etti. Üzerine bağladığı intihar yeleğinin pimini çekti ve havaya uçtu. Sedat Peker de pimi çekti. Kimin havaya uçacağını zaman gösterecek ama ilk kendisini patlatacağını görmek için de müneccim olmak gerekmiyor.
2
Irak Belgeseli
BBC yapımı müthiş bir Irak belgeseli seyrettim. Gönül rahatlığıyla tavsiye ederim. Orijinal ismi: Once Upon a Time in Iraq. Yani, Bir Zamanlar Irak'ta.
Belgesel, her biri bir saatlik, beş bölümden oluşuyor. Sünni-Şii ayırt etmeden Saddam dönemini, Amerikan işgalini, iç savaşı ve IŞİD felaketini yaşayan Iraklılar kendi hikayelerini anlatıyorlar. Diğer taraftan işgalde bulunmuş Amerikan askerleri, gazetecileri ve istihbarat elemanları da konuşmacılar arasında yer alıyor. Her bölüm farklı konu başlığıyla ele alınıyor ve harika bir kurguyla seyirciye aktarılıyor. Öyle ki, bombalamalar sonucunda vücudunun çoğunu kullanamaz hâle gelen çocuğun açıklamalarının peşine Irak'ı bombalayan Amerikan askerlerinin konuşmaları bindiriliyor.
Toplam beş saatlik belgeselde (Saddam destekçisi pala bıyıklı dayı haricinde) bir sefer güldüm. Çünkü çok ağır bir konu, olabildiğince açık biçimde aktarılmış. Fakat güldüğüm bölümü yazmazsam içimde kalır.
Belgeselin dördüncü bölümü Saddam'ın yakalanmasından idamına kadar olan döneme odaklanıyor. Saddam'ı korumakla vazifeli Amerikan askerlerinden birisinin aktardığına göre; yine mahkeme günlerinden birinde Saddam iyi uyuyamamış ve canı arkadaşlarıyla birlikte (ki, onlar da yargılanıyorlar) puro içmek istemiş. Bunu Amerikalıya söylediğinde, asker ona "mahkemeye girmesi gerektiğini" hatırlatmış. Saddam da "İyi öyleyse. Aç kapıyı da göstereyim sana" demiş ve mahkeme salonuna dalmış. Askerin anlatımına göre (tabii burası mahkeme görüntüleriyle destekleniyor) duruşmanın başlamasıyla içeriden bağırışların gelmesi bir olmuş ve birkaç dakika içinde Saddam salonun dışındaymış. Amerikalıdan purosunu istemeden önce arkadaşlarının da gelmesini beklemiş çünkü Saddam olmadan mahkemenin bir anlamı kalmayacağı için onlar da dışarı çıkarılmışlar. Nitekim arkadaşları geldiği anda Saddam Amerikalı'dan purosunu istemiş. Amerikan askeri burayı gülerek anlatıyor ve "Tamam patron tamam" diyerek Saddam'a puro ikram ettiğini ve mahkemenin "hakiminin" bu eski diktatör olduğunu o an anladığını söylüyor.
Saddam matah bir adam değildi. Savunulacak birisi hiç değildi. Ama onu indirip, yerine getirdikleri "demokrasinin" Irak'ı ne hâle soktuğunu anlamak istiyorsanız Once Upon a Time in Iraq kesinlikle izlemeniz gereken belgesellerden birisi.
3
Kanaat Önderliği
Şimdi kaldırılmış bulunan izdivaç programlarından öğrenebildiğimiz kadarıyla; televizyon programına katılıp eş seçebilmek için en az bir ev, bir araba ve emekli maaşı şartı vardı. Bunlar gerekliydi, yoksa talip olduğunuz kişi "paravanı" açmak zahmetinde bulunmuyordu. (Evet televizyonun ortasında bir paravan vardı ve izdivaç edecek iki kişi haricinde herkes onları görüyor fakat evlilik adayları birbirlerini göremiyorlardı.)
Sonra iki şey bu "ev, araba, emekli maaşı" triosunu tahtından indirdi. Birincisi bu tarz programların yayından kaldırılmaları ama esas önemlisi "kanaat önderliği" kadrosunun tahsis edilmesi.
Kanaat önderi olmak için evinizin olması şart değil. Arabanız veya emekli maaşınız olması da gerekmiyor. Hatta bir fikriniz bile bulunmayabilir. Yalnızca bir sabah uyanıp kendinizi kanaat önderi olarak "hissetmeniz" yeterli oluyor. Kanaatlerinizi de yolda buluyorsunuz, önderlik edeceğiniz kitleyi de.
Kafka'nın Dönüşüm'ünü özgün çeviri şansına sahip olsaydım, şöyle açardım hikâyeyi: "Gregor Samsa bir sabah uyandı ve kendisini kanaat önderine dönüşmüş olarak buldu." Nasıl? Bence böyle daha güzel oldu.
"Özgün çeviri" deyince aklıma Can Yücel geldi. Shakespeare'in meşhur "To be or not to be" dizesini "Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin?" diye çevirmişti. Rahmetli, "göte göt demeyi" bildiği gibi özgün çeviriyi de bilirdi.
4
Faydasız Bir Muhalafet Biçimi
"Milletimiz uyuyor" diye bir muhalefet biçimi var. Bunu söyleyenler pek tabii ki uyanık vaziyetteler. Nereden anlıyoruz? Muhalefete oy veriyorlar ve iktidarı eleştiren twit atıyorlar. Uyuyanlar da iktidara oy veriyor ve destekleyen twitler atıyorlar. Bu iki gruptan birisi uyanık, ötekisi uykuda sayılıyor.
Fazlasıyla "uyanık" bir moral üstünlük taktiği. Ama burası aynı zamanda en uyanıkların memleketi de olduğundan, yemiyor işte.
Allah'tan akıl sağlığını kaybetmemiş vatandaşların tümüne sabır diliyorum.
5
"Başarı, ancak kendisini özlemle arayanlara tutkundur." Mareşal Fevzi Çakmak
Kitap Tavsiyesi: Pazarlık - Vahdettin Engin
Önsöz, Şimon Peres ve Süleyman Demirel'in 1996'da katıldığı Filistin konulu uluslararası toplantıdan bir anekdotla açılıyor. Buna göre; Peres İsrail vatandaşı bir Arap'la konuşmuş ve "Sorunları nasıl aşarız?" diye sormuş. Arap da - özetle - "Siz bizi Osmanlı'ya bağlayın" diye cevaplamış. Nostaljik Osmanlıcılık (ki, nostalji bir hastalıktır) yapmayacaksınız, okuduğunuza memnun olacağınız bir hikâye.
Kitap 1890'lar ve 1900'lerin başında Yahudilerin kitleler hâlinde Filistin'e göçünü konu ediniyor. Tüm bu süreci Osmanlı arşiv belgelerinin ışığında izliyor. Yahudilerin ısrarla Kudüs'e göç etme isteklerini ve devletin buna aynı ısrar seviyesinde karşı çıkışının tarihi anlatılıyor. "Devlet" derken, İstanbul'da mukim yüksek bürokrasiden bahsediyorum.
Yoksa "bölgedeki" devlet görevlilerinin önemsedikleri başka bir şey var: para. Sayfa 110-13 arasında gayet iyi açıklandığı üzere; Akkâ Mutasarrıfı, eski ve yeni Hayfa Kaymakamları, Akkâ Müftüsü, Hayfa Belediye Reisi ve bir Hayfa Belediye Meclis Üyesi el ele vererek Yahudilere Hayfa'dan toprak satıyorlar. Satışın devlet eliyle yasaklandığını hatırlatmak isterim. Devlet memurları da bunu hatırlamış olacaklar ki, toprak sattıkları Yahudileri Osmanlı vatandaşlığına kaydediyorlar. (Rüşvet karşılığında olduğunu söylememe gerek var mı?) Fakat bu da yetmiyor, foyaları ortaya çıkmasın diye aynı Yahudilerin "yüzlerce yıldır" Hayfa'da yaşadığına dair sahte nüfus belgeleri de oluşturuyorlar. Tam teşekküllü yolsuzluk veya Kudüs'ü kaybediş hikâyemiz...
Bunun ortaya çıkarılmış bir hadise olduğunu ve muhtemelen bu tarz olayların çok daha fazlasının artık unutulduğunu da rahatlıkla düşünebiliriz. Kitap sadece bu bakış açısıyla bile okunabilir.
Fakat kitabın esas eksenini Sultan Hamid - Theodore Herzl görüşmesi teşkil ediyor. Bu görüşme etrafındaki efsanelerin tamamını yıkan ve olaylara olduğu zamanın bakış açısıyla yaklaşan bir çalışmayla karşı karşıya bulunduğumuzu anlıyoruz.
Herzl'i Abdülhamid'e "sunan" isim ise meşhur Şarkiyatçı ve ajan Vambery. Osmanlı belgelerinde "Macarlı Reşit Efendi" (s.215) diye geçiyor.
Yalnızca Filistin meselesi değil, bugün de tesirini sürdüren "devlet geleneklerimizin" kaynağını merak edenler için, Pazarlık, kaçırılmaz bir kitap olarak okunmayı bekliyor.
0 Yorumlar