İki İhtimal


Türkiye; kendine has şartları olan, çevresini etkileme kapasitesine sahip ve kesinlikle dünyaya açık özel bir ülkedir. Bu "özel" olma hâli abartılı övgülere veya yergilere meze edilmektense, böylece kabul edilse belki birçok soruna farklı pencerelerden bakacağız. Belki de farklı pencerelerde daha evvel görmediğimiz bir şeyler göreceğiz. 

Türkiye; aynı anda Balkanlar, Arap coğrafyası, Kafkaslar ve Mezopotamya'yla iç içe girmiş ve en az sayılanlar kadar kadîm bir geleneğin üstünde yükselen Anadolu'da bulunuyor. Balkan'da savaş çıksa mağdurlar Türkiye'ye sığınıyor, Kafkas'da harp olsa gözler Türkiye'ye çevriliyor, Arap coğrafyasında isyan çıksa sokaklarda Türkiye sloganları duyuluyor... Böyle çok örnek var.

Ama "Yunanistan vatandaşlarına fazladan iki maaş veriyormuş", "Esad ve yanındakiler kaçmadan savaşıyorlar", "Azerbaycan petrol gelirleri şu kadar tutuyormuş" gibi lakırdılar da bizim sokağımızda ediliyor. 

Etkiliyoruz ve etkileniyoruz

Yukarıda saydığım ve iki kelimeyle "kenar kuşak" diye tarif edebileceğimiz coğrafyanın en güçlü ülkesi Türkiye'dir. Bu güçlülük hâlini "eşitler arasında birinci" olarak tavsif etmek yanlış olmayacaktır. Çünkü aynı coğrafyada bulunduğumuz birçok ülkenin de "kendilerine göre" ağırlıkları vardır. Bu güç matrisi bize şunu söylüyor: Türkiye uyanık olmak zorundadır - hem konumunu muhafaza etmek hem de gücünü artırmak için. 

Güçlü olmak ayrı bir şey, gücünü kullanmak apayrı bir şeydir. Gücü harekete geçirmek için "meşruiyet" kurulmalıdır. Meşru olmayan güç (gayrı meşru) sınırlıdır. Sınırlı olduğu içindir ki acımasızdır. Meşru güç ise neredeyse sınırsızdır. Bu yüzden geniş kesimleri etkiler ve geniş kesimleri etkileyen her şey gibi "tahammül edilebilir" bir seviyede kalır. 

Gücü meşrulaştıracak en önemli etken şeffaflıktır. Açık olmak, hesap vermekten çekinmemek de denilebilir. 

Şeffaflık kurulması zor, koruması daha da zor bir ilişki biçimidir. Fakat doğru ton tutturulduğunda "güven" yaratır. 

Müteselsil Krizler

Ülkemizin son 10 senesine hızlıca bir göz atalım: Ergenekon-Balyoz kumpas davaları, MİT Krizi, 17/25 Aralık operasyonları, Hendek çatışmaları, FETÖ'nün 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü, sistem değişikliği ve 4'ü genel, 2'si yerel seçim (İstanbul'un tekrarlanan seçimini sayarsak 3) ve bir referandum. ( 2010'u da sayarsak 2 oluyor)

Bunların hepsi başlı başına "büyük olaylardır". Hepsi bu ülkede yaşanmıştır. Tamamı on senede gerçekleşmiştir. 

Yarısından fazlasında hedef devletin ortadan kaldırılması veya ele geçirilmesidir. Bu kadar saldırıya maruz kalan bir devletin sağlıklı karar alma veya uygulama noktasında hata yapması gayet normaldir. Öteki taraftan - bilhassa FETÖ marifetiyle yapılan - çok önemli bir saldırı gözlerden kaçmaktadır: Toplumda güven bunalımı yaratmak. 

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları birbirlerine güvenmiyorlar. "Dışarıdan" birilerine de güvenmiyorlar. Fakat devletlerine de güvenmiyorlar. 

Devletin Savunma Stratejisi 

Devlet kendisini korumak için "içe kapanma" ve "topyekûn taarruz" taktiklerini birleştirerek savunma stratejisini devreye soktu. Bu iki taktiğin ayrı ayrı süreleri vardır ve ikisi biraraya gelince bu süre daha da kısalır. Nitekim bugün bu strateji miadını doldurmuştur. 

FETÖ hâlen varlığını sürdürmekle beraber "yıkıcı" hüviyetini ciddi ölçüde yitirmiş, PKK ülkemiz sınırlarında etkinliğini epeyce kaybetmiştir. Aşırı sol ve aşırı sağda palazlanan kimi örgütlerin de tepesine çökülerek hiç varlık bulmamaları sağlanmıştır. Tüm bunlar vatandaşın sınırsız desteğiyle yapılmıştır. Yani güç meşru hâle getirilmiştir. 

Fakat sonra "toplumu teyakkuz hâlinde tutuyoruz" diyen soytarılar meydana atılmış ve işin tadı kaçmıştır. "Kurunun yanında yaşın da yandığı", "at izinin it izine karıştığı" bir döneme geçilmiştir. "Topyekûn taarruz" başarıyla sonuçlanmış ancak "muharip birlikler" (burada, vatandaşlar) rahat komutunu duymadıkları için tavsamışlardır. Böylece bir kısım "yılgın", bir kısım "bezgin" insanın yanında, bir kısım "manyak" insan da peydah olmuştur. Bunlar baktığı her tarafta "düşman" görenlerdir. Zannedilenin aksine toplumda çoğunluğu oluşturmazlar. Hiçbir zamanda oluşturmamışlardır. 

Devlet kendisini koruyor tezi gereği fazla ses edilmeyen "içe kapanma" taktiği ise devletin toparlanmasına ciddi ölçüde katkıda bulunmuştur. Kabul etmek gerekiyor ki, bu kadar iç içe girmiş bir coğrafyada kapanmak çok zor bir işti. İktidar bunu anladığından, "genişleyerek kapanma" diyebileceğimiz bir oyun kurdu. (Suriye, Libya operasyonları, Azerbaycan'a verilen haklı destek) Fakat bir zamandır bu taktik de tersine iş görmeye başladı. Devlet içine kapandıkça (ve coğrafyanın zorlamasıyla genişledikçe) vatandaşından uzaklaştı. 

Devletin yönlendirmesiyle "teyakkuz" hâlinde bulunan vatandaşlar mevcut "güven bunalımının" da etkisiyle kamplaşmaya başladılar. Deliler kampların başına oturdular ve şimdilik akıllılara nutuk çekmekle iktifa ediyorlar. Yarın öbür gün milleti harekete geçirmeyeceklerinin garantisini kimse veremez. Harekete geçmiş cehaleti, bırakın polisi-askeri, hiç kimse engelleyemez. 

Çizdiğim tablonun ağırlığı yine bir kısım vatandaşı "gerçeklerle bağını koparmaya" itiyor. Bu ağırlığın üzerine bir de yeteneksiz siyasîlerimizi ve "metal yorgunu" iktidarı da ekleyince iş iyice karışıyor. 

İş öyle bir karışıyor ki; mafya olduğu bilinen, en hafif şekliyle psikolojik rahatsızlıkları olan ve şu anda bize "düşman" bir ülkede saklanan Sedat Peker Youtube marifetiyle birkaç video çekiyor ve - saydırdıkları arasında bu ülkenin İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu da bulunmasına rağmen - toplumda müthiş bir destek topluyor. 

Acı ama gerçek: Sedat Peker meşrulaşıyor. Meşrulaştıkça "gücünü" genişletiyor ve etkisini artıyor. Devletin bu işten bir çıkarı olmadığı gibi, esas kaybeden - her zamanki gibi - vatandaş oluyor. Çünkü doğruluğunu kanıtlayamadığı bir şeyler öğrenen vatandaş, bu öğrendikleriyle tam olarak ne yapması gerektiğini tayin edemiyor. İfrat-tefrit kaidesi uyarınca ve dikotomik bir toplum hâline gelmemizin doğal sonucu olarak millet "Soylu'ya lâf eden vatan hainidir" ve "Peker'in her söylediği doğrudur" diyenlerce "yarılıyor". 

Yeni Bir Strateji

Sonucunda ne olursa olsun Sedat Peker meselesi birgün bitecek. Fakat birçok olay gibi devlete ve millete lüzumsuz yükler yükleyerek bitecek. 

Esas soru şuradadır: Artık işlemez hâle gelmiş stratejiden vaz mı geçilecek yoksa bu videolar vesilesiyle mevcut stratejiye gaz mı verilecek? Ben böyle gitmemesi için ilk yapılacak işin çökmüş stratejiden vazgeçmek olması gerektiğini düşünüyorum. Mevcut durumun alternatifi ise güven inşa edici, şeffaf bir plan belirlenmesidir.  

Aksi takdirde her tarafta düşman görenler bir gün kafalarını kaldırıp devletin üstüne yürürler. Her ne sebeple olursa olsun devletimin tepeme çökmesini istemem ve istemiyorum. "Malûm" videoları bu açıdan değerlendiren bir şeyler okusaydım / dinleseydim bunları yazmazdım. Türkiye'de kamuoyunun konuşarak ve yazarak oluşacağına inandığım içindir ki, bu yazıyı buraya bırakıyorum.

Ya şeffaflık ve güven ya da "bir kamerayla" yaldızları dökülen "içe kapanarak topyekûn taarruz"... Karar mercii vatandaşların oylarıyla hükûmet eden iktidar... "İki ihtimalden" hangisini tercih edeceği ise yalnızca hükûmetin değil ülkenin de kaderini tayin edecek.  

Yorum Gönder

0 Yorumlar