Blog Notlar serimiz dördüncü yazıya ulaştı. Ayda bir blog-not çıkıyor. Başlarken seriyi bu kadar kısa aralıklarla sürdüreceğimi düşünmemiştim. Ama şimdiki hâlden memnunum.
Dördüncü yazıda -her zamanki gibi- beş konu başlığı ve bir kitap önerimiz var. Bugünkü başlıklar; milliyetçilerin anlaşılmaz siyaset takıntılarıyla alâkalı birkaç kısa söz, ucuzlaşan sıfatlar, yönetici sınıfa dair bir not, Sadi Şirazi'den kıymetli bir söz ve yarının sanatıyla ilgili bir görüşten ibarettir. Kitap tavsiyesi bölümünde ise Polat Safi'nin Eşref'ini konuk edeceğiz. Başlayalım.
1
Milliyetçilik: Siyaset Sahasına Yıkılmak
Türk milliyetçileri sanki gol gelmezse kaybedilecek bir maçın 90. dakikası yaşanıyor da, siyaset de rakip takımmış gibi karşı yarı sahaya dökülüyor. (Yalnızca Türkiye millî takımının maçlarını izliyorsanız ne dediğimi anlamak için, Türkiye'yi 'rakip' takım olarak düşünün.)
Aslında yağmur duasına çıkan köylüleri örnek verecektim ama onların en azından mizah anlayışları var. Tam kadro siyaset kurumuna çöreklenen milliyetçiler ise "gayet ciddiler". Neden kıç kıça duruyorsunuz deyince öfkeleniyorlar mesela.
Hâlbuki bu çok haklı bir sorudur. Hiçbir görüş yalnızca bir alana sıkışarak güçlenemez. Çeşitlenmek iyidir. Bazen dağılmak çok daha güzel toplanmaya vesile olur. Fakat bunu kabul ettirmek çok zor oluyor.
Siyaset kurumunun altına çöreklenmek, siyaset yapmak değildir. Siyaset yapma sırasına girmektir. Acelesi olan sıraya girmez. Hem acelesi olup hem de sıraya giren sakin kalamaz. Bazı arkadaşlar da gördüğüm aptalca öfkenin sebebini buna yoruyorum. Yine de tüm bu sözlerimin yukarıdakiler ve daha yukarıdakiler için geçerli olduğunu ifade etmek isterim. Çünkü aşağıdakiler açlar ve siyaseti "ekmek kapısı" olarak görüyorlar.
Yine şunu hatırlatmak isterim: Kimseye apolitik olmayı öğütlemiyorum. Aksine siyaset yapacaksak şanımızla yapalım diyorum. Üstelik gözümüzün önünde bir milliyetçilik trajedisi oynanırken: Hâlâ bir kısım Türk -30'lardaki gibi- birbirlerine Türk olduklarını kanıtlamaya uğraşıyorlar. Neden? Milliyetçilik kendisini yenileyemediği için!
Bu konuyla ilgili ayrıca yazacağım için kısa kesiyorum. "Çemberin Dışındaki Milliyetçilik" yazısını ilk fırsatta devam edeceğim diye bitirmiştim. Bunu bir bağlantı bölümü olarak alabilirsiniz.
2
Ucuzlaşan Sıfatlar
Hemen her konuyla ilgili "şöyle yapsa/dese kahraman olur" tarzı bir söylem var. Bu önceden de vardı ama bu ara aldı yürüdü. Konuşmak için konuşmak bu olsa gerek. Kimse tek lafıyla ya da tek hareketiyle kahraman olmaz. Esasen kahraman olmak için çok şey yapmak, çok şey söylemek de yeterli değildir. Muazzam fedakârlıklarda bulunmak da yetmez. Tüm bu işlerin doğru yerde ve doğru zamanda yapılmış olması gerekir. Bu yüzden kahramanlar çok azdır.
Bugün; ağaca çıkmış kediyi indiren "kahraman" sıfatına layık görülüyor, boş vaktini arkadaşına ayıran "fedakârlık" yapmış oluyor. "Başarılı" sıfatı ise önüne arkasına bakmadan, bir damga gibi yapıştırılıyor.
Buna sıfatların ucuzlaşması denir. Ülkenin makus talihini değiştiren adamla, damdaki kediyi indiren adam eşitlenmez. Hayatından vazgeçen birisi fedakârlık yapıyorsa, boş vaktini değerlendiren insan neyi feda etmiş sayılır? Veyahut başarı kıstası nedir ki her önüne gelene yapıştırılır?
Sıfatlarımızı bu kadar ucuza satarsak, dilimizi koruyamayız. Dilimizi muhafaza edemezsek, iletişim kuramayız. Nitekim içine düştüğümüz durum biraz da budur.
3
“Eksik olsun zilletle elde ettiğin yemek; tenceren kaynıyor, şerefin devrilmiş…”. Sadi Şirazi
4
Yönetici Sınıfın Ciddi Bir Eksikliği
Türkiye'de yönetici sınıfın büyük problemlerinden birisi de tarihe nasıl geçeceğini hesap etmemektir. Mesela döneminde yapılan atılımlarla belki de Türk Hava Kuvvetleri'nin en başarılı kuvvet komutanı olabilecek Muhsin Batur, tarihe "Genelkurmay Başkanı olmak için Kara Kuvvetleri'nin üzerinde uçak uçuran general" olarak geçmiştir.
Veyahut yıllarca siyaset yapmış Mesut Yılmaz "yumruk yiyen başbakan", belki ondan daha uzun süre siyasetin içinde kalmış Yıldırım Akbulut ise "Sabire" şarkısıyla akıllara kazınmıştır. (Bu, rahmetliyle ilgili oluşan fıkra külliyatının başarılı örneklerindendir: Akbulut sanatçıdan "Sabire şarkısını" söylemesini istemiş. Bu şarkıyı bilmeyen sanatçı, sözlerini okumasını rica edince Akbulut keyifle başlamış: "Yıllar ayır sabire / Yollar ayır sabire")
Tarihi bugünden kontrol etmek değil, bugünden tarihe iz bırakmak ve nasıl hatırlanacağını düşünmek devlet adamlarının ödevleri arasındadır. Fakat bu ödevi veren çok da devlet görevlimiz yoktur. Öyle anlaşılıyor ki, halihazırda devleti idare edenler de bu gruba dahildir. Maalesef.
5
Sinema ve Edebiyatın Dönüşümü
Sinemanın güzel yanı her iyi filmle yeniden tanımlanmasıdır. Edebiyat eserlerinin durumu da buna benzer.
Her ikisini de klasikler var etmiştir. Ama klasikler aşılmadan ilerlemek mümkün olmamıştır. Klasiğe küfrederek de klasiğe yaslanarak da sanat ilerlemez. Bu görülmüştür. Klasiklere selâm çakıp, onlara saygı duyup ileriye bakmak gerekiyor.
Çünkü tüm dünyada her şey her an yeniden tanımlanıyor. Çok tehlikeli ve korkutucu biliyorum. Aslında sadece korkutucu kelimesi yeterli olurdu ya, biz neyden korkacağız diyerek ani ve yanlış bir çıkış yapılmasın diye lafı uzattım. Bunun olumlu yönleri de var. Çünkü bize de fikrimizi soruyorlar.
Şimdi soru şurada: Ya kendimize ait işleri yeniden tanımlamaya çalışarak savunmaya geçeriz veyahut başkalarının işlerini yeniden tanımlamaya girişerek saldırırız. Benim felsefem her zaman saldırıcı olmuştur.
Bunu yıkıcı bir saldırganlıktan ziyade, gerektiğinde yıkıcı olmaktan çekinmemek olarak tarif edebilirim. Bir şeyleri aşmanın yolu onları anlamaktan, anlamanın yolu da kritik etmekten geçer.
Biz kendimizi ve bizim dışımızdakileri kritik etmezsek, onlar bizi ederler. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Çünkü bu işi layığıyla yaparlarsa, bizi tanımlama hakkını kazanırlar. Yarının dünyasında yalnızca kendini tanımlayabilenler konuşma hakkına sahip olacaklar.
Yeni bir sanata ihtiyacımız var. Hiçbir şey için değilse bile, kendimizi tanımlayabilmek için...
Kitap Tavsiyesi: Eşref (Kuşçubaşı'nın Alternatif Biyografisi) - Polat Safi
"Yazma eylemi Eşref için muharip kimliği kadar hayati önemi haizdir. Çünkü o, olmayı hayal ettiği kişiyle olduğu kişi arasındaki mesafeyi tam da bu eylemle kapar." (s. 24)
Yakın tarihimizin yarı-kurgu kahramanlarından Eşref'in alternatif biyografisini okurken aklıma konuyla doğrudan alakasız iki kişi geldi. Falih Rıfkı Atay ve Refik Halid Karay.
Falih Rıfkı Zeytindağı'nda "Şark'ta ölmemeğe bakmalı" diye yazıyordu.
Refik Halid, o dönem yoğun bir baskının altında bulunan Çetin Altan'a "sağlıklı yaşamayı, güzel yemeyi ve her şeyi kafaya takmamayı" öğütlüyordu. Çünkü yeterince uzun yaşarsa, her şey geçmişte kalacaktı. Nitekim kendi hayatını örnek veriyordu. Vatan hainliğinden, Türkçe'nin en kabiliyetli yazarına...
Eşref de biraz böyle. Uzun yaşamanın keyfini çıkaranlardan. O da bir dönem vatan hainiydi. Sonra doğru zamanda (1950'ler) doğru yerde (Türkiye) doğru insanları (Cemal Kutay ve diğer popüler tarihçiler) tanıdı ve tarihteki yerini değiştirdi. Polat Safi tüm bu süreci, üstelik Eşref'in psikolojisinin dibine inerek anlatıyor.
Bazı kahramanların bazen kahraman olduğunu görmek Türk insanı için şaşırtıcı olmamalı ama yine de "insan gerçekten hayret ediyor". Kitap henüz yeni sayılır ama bence biraz daha genişletilebilecekken, türünün ilk örneği olması yüzünden olacak, bazı yerleri kesilmiş gibi duruyor. Eğer öyleyse, yeni baskılarda bu kesilen yerlerin eklenmesi kitabı daha da kuvvetli bir hâle getirecektir.
Eşref'i gönül rahatlığıyla tavsiye ederken, kitaptan, konuyla yine doğrudan ilgisi olmayan, bir başka alıntı yapmak istiyorum. Bu alıntının sebebi; dünün olmuş bitmiş hadiseleri değil, bugün olan ve gelecekte de olma ihtimali yüksek tehlikeli ilişkilerdir.
Sayfa 209'daki 383 numaralı dipnottan aktarıyorum: "Mustafa Kemal'in, Eşref'in Adapazarı'na gelmesinden altı ay önce, 1919 yılı Ekim ayında İzmit, Adapazarı, Bursa, Konya ve Balıkesir Heyet-i Merkeziyelerine gönderdiği genelge, Heyet-i Temsiliye'nin Eşref'in giriştiği türden, kişisel çıkar sağlamaya yönelik faaliyetlere müsamaha etmeye niyetinin olmadığını açıkça gösteriyor: "Kuvayi Milliye'ye mensubiyetlerini iddia eden bazı eşhasın menafi-i zatiyelerini temin maksadıyla hareket ve tahakküm etmek teşebbüsatında bulundukları işitildi. Gayrimeşru ve gayri kanuni harekatın teşkilat-ı milliyede yeri yoktur. Bu gibiler hakkında hükümetin kanunu tatbik eyleyeceği muhakkaktır."
0 Yorumlar