Der Untergang: İslâmcılık

 


"Çürümüş bir şeyler var şu Danimarka krallığında..." 
Hamlet - Shakespeare 

Kökünden kopuk her hareket gibi; bugünden rahatsız, geçmişle kavgalı ve gelecekten kaygılı İslâmcılık hızla çöküyor. Öyle gizli kapılar arkasında, edebiyat mahfillerinde, siyaset kulislerinde falan değil basbayağı gözümüzün önünde çöküyor. Neden? 

Bir kısım İslâmcı homurdanıyor. Eleştirileri genel gibi gözükse de esasen özeldir. Hatta kişiye özeldir. Bu eleştirilerin yöneldiği kişi de çok açıktır: Recep Tayyip Erdoğan.

Neden hiç eleştirmemeleri gereken bu adamı eleştiriyorlar? Öyle ya, 19 yıldır devletin tepesinde oturuyor ve epeyce İslâmcı "icraatı" var. Ayrıca kendisini dizginleyen tüm unsurları da tasfiye etmiş görünüyor. Öyleyse İslâmcıların bir kısmı neden Tayyip Bey'i eleştiriyor? Ellerinde başka bir şey kalmadı da o yüzden! Övmek için de, dövmek için de yalnız bir Tayyip Erdoğan'ları var. 

İslâmcılık bir zamanlar ideolojiydi. Her ideoloji gibi katı noktaları, asla uzlaşmaz sloganları vardı. Çözümler üretiyordu ve bu çözümlerin tavizsiz uygulanmasını hedefliyordu. 

Sonra tavizler verdiler, yumuşadılar ve eridiler. Tüm bu süreç noktalandığında hayretle şunu fark ettiler: Savundukları bir tek şey - daha doğrusu kişi - kalmıştı. Recep Tayyip Erdoğan. 

İslâmcılar sıkılıyorlar. Bunalmış vaziyetteler. Aşamıyorlar. Çünkü; çözmek için sorunu tespit etmek gerekir. Ama tabanlarıyla da bağları koptuğu için sıkıntının ismini koyamıyorlar. Okur-yazar bir İslâmcı kendi tabanına dönüp de "Tayyip Bey'den başka değerimiz kalmadı. Bize savunacak yeni şeyler gerekiyor" dese, "ikilik çıkartma" deyip tepesine binerler. 

Bu paradoksun sebebi yine kendileridir. Tayyip Bey'i savunmakta o kadar ileri gittiler ki, şimdi geri dönemiyorlar. Şahıslara belki en az kıymeti veren fikir olan İslâmcılık, "Şahsımın" iki dudağı arasına sıkıştı kaldı. 

Esasen İslâmcılık eskiden de çok matah bir vaziyette değildi. Türkiye'de İslâmcılar daima tedirgin ve tereddütlü olmuşlardır. Geçmişle anlaşamazlar. Çünkü; üç asra yakındır devam eden "Batılılaşma" yani diğer anlamıyla "laikleşme" süreci onların baş düşmanıdır. Gelecekten korkarlar. Çünkü; daima hatırlanmayacak kadar eski geçmişi öven bir nostaljinin içinde yaşarlar. Yarın tehlikelidir. Tam kelimesiyle "bozuktur". Bugün ise tedirginliğin zirvesidir. En fazla bütünleştikleri anda bile iç içe geçemezler. Bir ve biri toplayıp iki edemezler. Birler aynı mekânda fakat farklı yerlerde duran iki farklı sayıdır. "Her koyun kendi bacağından asılır" ve "mürşidsiz din olmaz" kıskacında sallanırlar. Yanlış anlaşılmasın, bu sarkacın uçları bazı İslâmcı yapılar değildir. Ortalama bir İslâmcının vücudunda müşahhas hâle gelmiş cümle İslâmcılıktır.

Böyle bir "müktesebata" sahip olan İslâmcılık, 2021 senesinde, gözümüzün önünde, çöküyor.  

Tüm yumurtaları tek sepete koyan İslâmcılık; şimdi kulaklarını dikmiş, gözlerini kocaman açmış, pür-dikkat kesilmiş kendisini arıyor. Tayyip Bey'in çevresine bakıyor ve "kendinden" bir şeyler görmek istiyor. 

Ne görüyor?

Tayyip Bey'in en sadık arkadaşları olarak; merkez sağdan gelme İçişleri Bakanı, asker emeklisi Milli Savunma Bakanı ve milliyetçi bir ortak! Düşmanlık mevkiinde ise mayıs başından buyana "pan-Türkist" bir mafya! 

İslâmcılar 19 senedir idare ettikleri memlekette gündeme giremiyorlar. Her şeyin siyasete tahvil edildiği günümüzde siyaseten olmayan hiç olmamış sayılıyor. 

Hakikaten çizilen resimde İslâmcılar yok. Daha doğrusu her şeyin etrafında döndüğü isim (Erdoğan) İslâmcılığı şahsında temsil ediyor ama İslâmcıların ve esasen İslâmcılığın ona ulaşma şansı kaybolmuş durumda.

Tayyip Erdoğan muhtemel rakiplerinin önünü kesmek için İslâmcı figürleri pek gözönünde tutmuyor olabilir. Siyasetçidir, hakkıdır. Fakat İslâmcılığın bugünkü meselesi tam da buradan çıkıyor.

Şöyle ki; yeni değer üretmeye çabalayan (doğrusu bu alanda eskiden beri pek de mümbit topraklarda oturmayan) İslâmcılar, Erdoğan sarmalına tutuluyorlar. (Tabii gönüllü tutunanlar da var, onlar konumuzun dışında kalıyorlar.) Erdoğan'ı etkilemenin ve adeta ona karşı değer üretmenin yolu da, yine Erdoğan'a ulaşmaktan geçiyor. Sonucu biliyorsunuz; ulaşamıyorlar. 

"Erdoğan'a ulaşamıyorsak birbirimize ulaşalım" diyerek AKP'nin içerisinde güçlü bir İslâmcı damar meydana getireceklerini tahmin ediyorum. Çok açık ki bu "birlik", partiyi bölücü veya Erdoğan'a karşı bir hüviyet taşımayacak. Çünkü Erdoğan onların velinimetidir. Fakat Erdoğan'ı sıkıştıracaklardır. Yıllarca ona devrettikleri "İslâmcılığı temsil" payesini geri isteyeceklerdir. (Bu iş için en iyi aday, kendini "yürüyen vicdan" olarak pazarlayan Bülent Arınç) Bunu beceremezlerse ya da daha muhtemel olanı cesaret edemezlerse Erdoğan'ı daha fazla İslâmcı olmaya zorlayacaklardır. Nitekim İstanbul Sözleşmesi'nden çıkış ve Ayasofya'dan peş peşe yükselen yobaz din görevlilerinin sesleri buna işaret ediyor. İslâmcılar Erdoğan'a kendilerini hatırlatıyorlar. (Soran olursa "millete özünü hatırlatıyorlar" ama işin aslı onların ölüm kalım savaşıdır. Milletle çok da bir ilgisi yok.) Bundan sonrasında AKP'nin içinde kelle alacaklarını ve parti politikalarına çok daha fazla müdahil olacaklarını bekliyorum.

Eğer parti içinde ağırlık kurabilirlerse oyları azalır ve iktidarı kaybederler. Partide ağırlık sağlayamazlarsa, İslâmcılık bir nesil kaybeder - üstelik kendi iktidarlarında yetişmiş bir nesil... 

Çökmüş İslâmcılık ayağa kalkmak için yol ayrımına doğru ilerliyor... İlgiyle izleyeceğiz. 

...

Cumhur İttifakı'nın "neden" kurulduğunu şurada tartışmıştım. Fakat yazıyı bitirdiğimde neden sorunsuz ilerlediğini - ancak - çözebildim. "Biz bize benzeriz" ilkesi gereğince... 


Yorum Gönder

0 Yorumlar