"Büyük ustalara"...
42. yaş gününü kutlayalı henüz bir hafta olmuştu. Çevresinde savunduğu görüşün 'genç militanı' olarak biliniyordu. Sıkı bir frankofondu.
Biraz okumuş, biraz yazmış, biraz da konuşmuştu. Ama şimdi sınıf atlama zamanıydı.
İki gün sonra büyük bir toplantı düzenlenecekti. Bu toplantının organizatörlerinden birisiydi. Daha önemlisi burada konuşma yapacaktı. Heyecanlıydı.
Artık 'genç militan' olmaktan sıkılmıştı. Şimdi 'ustalar kulübüne" girmeye hazırlanıyordu. Bunun için bu kulüpte kendisine bir yer açmalıydı. Anlaşılan konuşma sert ve eleştirel olacaktı.
Boyu ortadan biraz daha uzun, kilosu yaşıtlarından biraz daha fazlaydı. Sağlıklıydı. Bu kadar zamanda bir kere bile kafasının karıştığı görülmemişti. Yalnızca heyecanlıydı çünkü kendisini yukarılara taşıyacağına inandığı bir söylev verecekti.
Konuşmanın sert olması mesele değildi. Zaten kendisine söz hakkı verilen herkes sert konuşurdu. Fakat eleştirel olması için birilerini hakikaten kritik etmek gerekiyordu. Düşündü. Kim vardı hedef tahtasına koyabileceği?
Fazla vakit öldürmeden buldu. Kendisinin yaşı kadar, yani 40 yıldan fazladır, 'usta' sıfatıyla çağırılan ama ne bir eser vermiş, ne bir insana faydası dokunmuş ve şimdilerde de bunama belirtileri gösteren o ihtiyarı hedef alacaktı.
"En az iki kişi koluna girmeden hareket edemeyen bu ihtiyar, gençlere nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğretmeye çalışıyor. Doğa kanunlarına aykırı bu durum..." diye giden konuşmasını yazmaya başlamıştı ki, en az kendisi kadar 'genç' bir arkadaşı ziyaretine geldi.
Ona konuşmadan bahsetti ve yazdığı kadarını okudu. Arkadaşının suratı düşmüştü. Sebebini öğrenmek istedi. Arkadaşı, "hiçbir eseri olmaması yanlış yapmak istememesinden; hiç kimseye faydası dokunmaması da kimseye zarar vermeyi göze alamamasından kaynaklanıyor" diyerek sataştığı ihtiyarın durumunu açıkladı. 42. yaşının içindeki genç adam bu açıklamaya ikna oldu. "Zaten adamın sağlığı bozuk, ben sebep olmayayım" diyerek kendisine yeni bir hedef aramaya koyuldu.
Yine fazla düşünmedi. Yazdıklarına kendinden başka kimsenin eser demediği kitaplar bastırmış, her kitabında bir öncekinden daha fazla yanlış yapma rekoru kırmış bir diğer ihtiyarı hedefe koyacaktı.
"Hayatta tek başarısı istikrarlı bir şekilde yanlış yapmak olan bu moron, bizlerin düşünce yollarına acımasızca taarruz etmektedir. Bu insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında ele alınması gereken bir meseledir. Zaten bu moron..." diye devam ederken telefonu çaldı. Toplantının organizatörlerinden bir diğeri telefondaydı. Durumu ona anlattı.
Organizatör "Kendisi biraz yanlış yapsa da, neredeyse hiçbir üretimin olmadığı hareketimize 'üretmeyi öğretmişti', bu yüzden ona hücum etmek haksızlık olur" diyordu. Genç adam buna da hemencecik ikna oldu.
Nasıl olsa ortalık "ustadan, üstaddan, pîrden" geçilmiyordu. İkisini eline geçirememiş olması üçüncüsünü avlamayacağı anlamına gelmezdi. Yeni düşmanını bulmak için düşünmeye koyuldu.
İlk iki deneme başarısız olduğundan, bir gündür uyumadığından ve doğru düzgün yemek yiyemediğinden sağlıklı düşünemedi. Biraz uyumaya karar verdi.
Ertesi gün uyandığında akşam olmak üzereydi. Bu da konuşmasını hazırlaması için yalnızca bir gecesi olduğu anlamına geliyordu. Çünkü büyük toplantı yarın gerçekleşecekti.
Güvendiği dostlarından birisini çağırdı. Konuşmasının amacını açıklayınca, dostu ona bir "düşman" buldu. Evet çevresine bir sürü asalağı toplayıp "gençlerin hamisi" rolüne bürünen o moruk! İşte mahvetmeye layık bir mahluk!
Yazmaya başladı: "Ben bu adamı tanıyorum. 30 senedir değişimden bahseden bu adam, 30 senede hiçbir şeyini değiştirmemiştir. Fransızların dediği gibi 'plus ça change et plus c'est le meme chose' (değiştikçe aynılaşan) bir durumdur kendisi. Evet bir insan değil fakat bir durum..." Böyle başlayan ve diğerlerine göre hayli uzun olan bu konuşma bittiğinde müezzinler ezan okumak için seslerini hazırlıyorlardı. Dostu çoktan gitmişti. Şimdi yalnızdı. Yazdıklarını beğenen bir yalnız... Evet bu akşam birini madara edecekti!
Fakat o da ne? Organizasyonu yaparken en kalabalık sayıda kişiyle gelmeye söz veren adam... Evet, o adam, bu "düşmandı". Olmazdı, olamazdı. Konuşmayı düşünmeden yırttı ve attı.
Gün ışımış, hava aydınlamıştı. Fakat genç militan kendisine sınıf atlatacak avını henüz bulamamıştı. Sürekli fikir değiştiren birisi geldi aklına.
"Hareketimizin kerteriz aldığı şu adama da bakın! Bir topaç gibi dönüyor." cümlesiyle giriş yapmıştı ki, bu 'topacı' kimsenin çok da önemsemediğini hatırladı.
Sonra sürekli insanları yargılayan bir başkası zihninde belirdi. Frankofon damarlarını da kabartarak: "Üstadımız bizleri izliyor fakat yanlışlarımızı düzeltmek için değil, onları yüzümüze vurmak için. Sartre'ın Huit Clos'undaki meşhur replik gibi: 'L'enfer, c'est les autres' (Cehennem başkalarıdır.) Üstadımız, cehennemimizdir..."
Devam ederken bu üstadı zaten kimsenin sevmediğini, büyük ihtimalle bu toplantıya da katılmayacağını, katılsa bile sıra ona gelene kadar epeyce bir dayak yiyeceğini düşündü. Yine olmamıştı.
Öleli çok olan bir başka "büyük ustayı" hatırladı hemen. Cesaretiyle anılıyordu şimdilerde. Hâlbuki korkağın biriydi. "Artık ölü taklidi yapan bu insan, zamanında cesur taklidi de yapmıştı. Bence bizlerin değil ama tiyatrocuların saygıyla anacağı bir büyük ustadır kendileri. Nitekim Uzun Adam'da (De Gaulle'den bahsediyor) bir konuşmasında..." Yine yarıda kesti. Bu sefer de, ölünün arkasından konuşmama ilkesine tutulmuştu.
Saatine baktı. Toplantının başlamasına yirmi dakika vardı. "Keşke yemek yiyecek vaktim olsaydı, belki o zaman aklıma bir şeyler gelirdi" diye düşündü. Vakit yoktu.
Epeyce yaklaşmış ama avını yakalayamamış avcının haleti ruhiyesiyle koşmaya başladı. Düzenleyicisi olduğu toplantıya geç kalırsa, 'genç militan' payesini de kaybedecekti. Üstelik hâlâ aklının kuytu köşelerinde sert bir konuşma yapıp birilerini paralamak fikri kol geziyordu.
Tam zamanında yetişti. Kapıda selamlaştığı insanlar onun soluk yüzüne endişeyle baktılar. Soranlara "toplantının koşuşturmacasından iki gündür doğru düzgün yemek yiyemediğini" anlattı. Bu sırada toplantı başladı. Üstadlar, ustalar, pîrler, cümle büyük adamlar sırayla kürsüye çıktı ve aynı seviyede alkışlanarak indi. Şimdi sıra onundu.
İsmi anons edilene kadar sanki çok zamanı varmış gibi hâlâ saldıracak birilerini düşünüyordu. İsmi söylendiğinde ise müthiş heyecanlandı. Sahneye doğru yürürken önce adımlarının, daha sonra da kendisinin küçüldüğünü hissetti. Zorlukla sahneye çıktı. Seyircilere baktı. Ve bir anda yere yuvarlandı.
Hemen çevresine toplandılar. Bir doktor nabzının yerinde olduğunu söyledi. Sakin hareketlerle hastaneye doğru yola çıkardılar.
Onlar hastaneye doğru yollanırken, üstadlardan birisi ağır işiten arkadaşına bağırıyordu: "Hatırlar mısın üstadım, 63 senesindeki toplantıda da çocuklardan birisi böyle bayılıvermişti." Diğeri de "üstadım" hitabından gayrısını duymadığı bu sözlere kafasını sallayarak onay veriyordu...

0 Yorumlar