Yalnızca yalnız olduğunu hisseden korkar kalabalıktan. Biraraya gelince farklı farklı isimler alsa da, bugün -hiç olmadığı kadar- yalnızdır insan.
Televizyon izleme alışkanlığım yok. Durum böyle olunca, arada bir bakış attığımda, sürekli izleyicilere normal gelen şeyleri yadırgıyorum. Girişi siyaset sahasından yapalım, siyasî partilerin grup toplantılarını ele alalım.
Bir grup toplantısı için gerekenler; mecliste grup sayısını bulacak kadar vekil, bu vekillere başkanlık edecek birisi ve tüm bu merasimi kaydedecek olan kameralardan ibarettir, normalde. Fakat gittikçe şiddetini artıran biçimde yeni bir "gereken" daha eklendi bu listeye: kalabalık. Öylesine, alelade, herhangi bir yerden belki de her yerden gelmiş; kadın, erkek, çocuk; resmî veya gayrıresmî kılıklı; gülen, öfkelenen, donuk veya şen bir kalabalık.
Yani ille de kalabalık olsun, taştan çamurdan da olsa kabul ediliyor.
Kalabalığı da dahil ettiğim liste merasimin başlaması için gerekenlerdir. "Motor" komutu duyulduktan sonra ise müsamere faslı başlar.
"Lider", en halisane bir ifadeyle "milletini" selamlar. Peşine kutlanması gereken bir olay veya üzülmemiz gereken bir hadise varsa haber verir - fakat yüzünde mimik oynamaz. Scorsese, "iyi filmi sesini kapatıp izlemeli" diyor, biz sesini kapatınca "duygu" kayboluyor. – Belki de hiç yok, ondandır.
Neyse işte, üzüldünüz veya sevindiniz bunlar siyasetçinin çok da umurunda değildir. Çünkü o kendisini "yıldızlaşacağı" ana saklıyor. Konuşmanın bir noktasında (iktidarsa muhalefete, muhalefetse iktidara) parmak sallayacağı bölüme yani.
İşte burası hakikaten çok ilginç sayın seyirciler. Çünkü; "liderin" fırçalamaya başlamasıyla mimiklerini oynatması; mimiklerin oynamasıyla kameranın hareketlenmesi bir oluyor. Selamlama ve sevinme/üzülme faslında yalnızca lideri kadraja alan kamera, iş tehdit bölümüne dayanınca cezbeye geliyor.
"Lider" tehdide başladığında önce yakın plan alınıyor. Alınıyor ki, ne kadar sinirli olduğunu görelim. Sonra hafifçe açı genişletiliyor. Böylece bu zamana kadar farkına varamadığımız ve "liderin" konuşma yaptığı yerin tepesinde oturan "divan" kadraja giriyor. Fakat divandakiler de tecrübeli. Pozisyonları "liderden" yukarıda olmasına rağmen asla kibre kapılmıyorlar, rol kapmaya çalışmıyorlar. Yoksa diziye "erken veda" etmek zorunda kalacaklarının farkındalar.
Divanı oluşturan heyet de kadraja girince "liderin" sözlerinin kendisini değil daha kalabalık bir kitleyi kapsadığını hissediyoruz. Tam bu anda bir vites daha yükseltiliyor ve kalabalık sahneye çıkıyor. Nasıl? Tabii ki alkış yaparak! Bir elini ötekine hararetle çarpan bu topluluktan duyduğumuz ilk ses işte budur: Şak!
Bu ses dikkatimizi ve heyecanımızı artırıyor. Neler olacak diye beklemeye başlıyoruz. Hani "ekranlarımızın başına kilitleniyoruz", o derece yani. – Kilitlenmek ne demekse...
"Lider" yıllardır bu işi yapmanın verdiği tecrübeyle sesini son haddine kadar çıkarıyor. Son nefeste öyle bir tize çıkıyor ki, kalabalık ayağa kalkması gerektiğini; kameralar da kalabalığa dönmeleri lüzûmunu anında idrak ediyorlar. Kamera kalabalığa dönüyor. Kalabalık artık alıştığımız "Şak" sesinin yanına; "Bravo", "Helal olsun"ları da ilave ederek "liderini" bu sefer de ayakta alkışlıyor.
Ciddiyetle ayağa fırlayan, sağına soluna değil doğrudan "liderine" bakan bu kalabalık ekranda sabitlenirken, biz tekrar "lidere" dönüyoruz. "Lider" yeniden kadrajda tek kalıyor ve herkese "Allah'a ısmarladık" gibi bir cümleyle veda ediyor. Kalabalık ise halen ayaktadır. Belki de oturmuştur ya da daha muhtemeli hiç olmamıştır o kalabalık!
'Kalabalık' zaten başlı başına garip bir kelime. Çok şey ifade ediyor ama hiçbir şeyi de tam karşılamıyor.
TDK'nın 'Güncel Türkçe Sözlüğü'ne baktığımızda üç açıklama buluyoruz:
"1-) isim. Çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle oluşan insan topluluğu.
2-) isim. Gereksiz, karışık şeyler topluluğu.
3-) sıfat. Sayıca çok."
TDK da tam karar verememiş belli ki. – bu kelimenin neyi karşılayacağı konusunda.
Siyasetten uzaklaşarak kalabalığa dalmak istiyorum fakat ülkedeki tüm "kalabalığın" toplanma alanını da siyaset oluşturuyor. Yukarıda kurduğum grup toplantısını, herhangi bir siyasi partinin mitingine de uyarlayabilirsiniz örneğin. Veya büyük, süslü, cafcaflı, "harika" ve tabii ki kalabalık binalara da.
Her şeyin en büyüğüne sahip olmak isteyen ama Tanrı'yla da arayı bozmak istemeyen günümüz insanı; büyük bina değil, büyük binalar yapıyor. Böylece büyüklük kalabalıklaşıyor. Bu durum siyasetin de isteyeceği bir şeydir. Çünkü yarısına "çalıştık" deme fırsatını yaratarak koruyacakları "şeylerin" maddi karşılığı oluyor bu binalar. Öteki yarısı ise "yıkacağız" diyor, neyi yıkacaksınız sorusunun cevabını aynı büyük binalarda buluyor. Büyük ve kalabalık binalarda...
Bu "çeşitli" kalabalıklar gittikçe artarken; kişiler ve şehirler ölüyor. Ki bunlar; kültürün, "medeniyetin", geçmişin ve geleceğin, aynı zamanda insanın bir şeyler başarmamasının iki temel şartıdır. Bu başarının sağlanmasında -kişiler ve şehirler hariç- iki 'şey' daha vardır hepi topu; köy ve orman.
Köylerin kalabalık olması, tarımın ve hayvancılığın bereketli olduğunu gösterir ki, bir memleket için en iyi haberlerdendir.
Ormanın bol olması ise havanın kalitesini belirler. Şimdi ormanlar yanıyor. Orman yani "kalabalık ağaçlar topluluğu". Veya daha fazlası mı? İçinde yaşayan hayvanıyla, envai çeşit bitkisiyle, görüntüsüyle, karbondioksiti çekip oksijen vermesiyle daha fazlası mıdır orman? Evet daha fazlasıdır.
Peki bina veya insan kalabalıkları daha fazlası mıdır? Şimdiki hâliyle hayır. Onlar sadece kalabalıklardır. Ne olduğu, nereye gittiği, nereden geldiği belli olmayan; düz dümdüz kalabalıklar. "Yalnız"ca kalabalıklar.
Şimdi ormanlar yanıyor, kalabalıklar bağırıyor. Kalabalıklar birbirlerine yöneliyor, çok şeyler söylüyorlar. Fakat aslında hiçbir şey demiyorlar.
Şimdi ormanlar yanıyor. İhmâlkarlıkla, fırsatçılıkla birbirlerini izliyor kalabalıklar, açık arıyorlar. Sonuçta herkes haklı, herkes kârlı çıkıyor.
Şimdi ormanlar yanıyor. Üzülüyoruz. Fakat öyle görünüyor ki, tek yanan ormanlarımız değil ve daha yeni başlıyoruz...
Kalabalığın içindekiler de korkarlar. Yalnız olanlardan, mücadele edenlerden korkarlar. Dışlanmaktan, artık üye sayılmamaktan korkarlar. İnsanlar bugün hiç olmadığı kadar yalnızdır. – Evet, ama kalabalığın içindeki yalnızlar daha da yalnızdır.
0 Yorumlar