Taşkent'ten görünüm |
Oy kullanmak demokrasinin getirdiği nimetlerden birisidir. İngilizler bu işlemi ifade etmek için "vote" diyorlar, Latince "votum" kelimesinden geliyormuş. Votum "söz vermek" ama daha çok "yemin etmek" anlamında. Göreve başlayanların veya adak adayanların yani kamu adına bir iş yapanların, yapmadan önce söz vermeleri hadisesi diyebiliriz. Az zorlasak "vaat" diye kısa yoldan çevirebiliriz. (Merak etmeyin buradan Güneş Dil Teorisi'ne sıçrayıp, "vaat" ve "vote" aynı kökten geliyor demeyeceğim. Fakat Amazon'a çok uzun olduğu için "Amma Uzun" denildiği tezini kim ortaya attıysa, gerçek bir "mizahşör" olduğunu takdir etmeliyim.)
Canı sıkıldıkça cumhuriyet değiştiren Fransızlar da "voter" diyorlar.
Almanlar kelimeyi olduğu gibi tutmuşlar (votum) ama seçim deyince iki farklı kavramı kullanıyorlar. Genelde "wahl" kökünden, "wählen" (seçmek) fiili tercih edilse de, "abstimmung" kavramı da oy verme anlamında kullanılıyor. "Stimmen" yani "ses" kökünden geldiği için, "düzenlemek, seçmek" manalarının yanında "ses çıkarmak" anlamını da taşıyor.
Bu üçü ve etkisindekiler Roma geleneğini devam ettiriyorlar. Bugün başka bir geleneğin temsilcilerinin seçimine odaklanacağız. Bunlar da yabancı sayılmaz, muhakkak adını duymuşsunuzdur: "Türk geleneği" derler ki, "pek acayib bir nesnedür".
Şimdi gelelim Özbekistan seçimlerine...
Almanların "stimmen" sözcüğünün tam karşılığı Türkçede "avaz" kelimesidir. Özbekistan Türkleri oy verme yerine "avaz verme" diyorlarmış. Avaz, biliyorsunuz "ses" demektir. Deyimimiz bile var: Avazı çıktığı kadar... Yani sesi çıktığı kadar... Peki Özbekistan'ın sesi ne kadar çıkıyor?
Kuş Bakışı Özbekistan Tarihi
Tarih, ait olmadığı sosyal çevreye hapsolmuş taşralı gibidir. Sıkıcı anlatılırsa sıkıcıdır. Kendi hâline bıraktığınızda ise sıkıcıdan çok öğretici olur. Ama biz onu kendi hâline bırakmayız.
Bugünlük, tarih isimli mahkûmu birazcık serbest kılalım. Bırakalım bize Özbekistan tarihini - fazla da sıkmadan - özetlesin.
Türklerin çok eski dönemlerden beri Asya'nın ortasında oturdukları bilinse de, bilhassa Buhara ve Semerkant'ın bulunduğu bölgenin nihaî şekilde bir Türk havzası haline gelişi 10 ve 12. yy arasında gerçekleşti. İlginçtir aynı dönemde Azerbaycan da bir Türk havzası hâlini alıyordu ve daha ilginci Anadolu da! Özbekler bu alanı Türkleştirmeden evvel, Semerkant ve Buhara ciddi bir Fars etkisi altındaydı.
Büyük Timur'un ardından parçalı bulutlu bir havada seyreden iktidar mücadelelerinden sonra üç önemli yapı ortaya çıktı. Bunlar; Özbekistan'ın tarihinde mühim rol oynayan Buhara Emirliği, Hokand ve Hive Hanlıklarıdır. Bu üç "devlet", Türkistan üzerinde Türklerin hakim unsur olarak bulunmasına ciddi katkılar sağladılar. Ama birbirleriyle çatışmaktan da geri durmadılar.
Avrupa'da istediği hızda genişleyemeyen Rusya gözünü Türkistan'a dikti. İngilizlerin de aynı bölgede sömürgeci çıkarları bulunduğundan, "Büyük Oyun" adı verilen yarış başladı. Ruslar bu "oyun" çerçevesinde Asya'nın merkezine doğru sarktılar. Nihayetinde 1864 yılında Hive ve Hokant Hanlıklarıyla Buhara Emirliği'nin topraklarına sahip oldular. Yalnızca Buhara Emirliği'ne sözde "özerk statü" verildi.
Bölge "Türkistan Valiliği" ismiyle yönetilmeye başlandı.
1917'de Çarlık yıkıldı. Türkler de bağımsızlık için silaha sarıldılar. Rusların "Basmacı" adını verdiği Türk vatanseverler Çarlığın yerine kurulan Sovyetler'i zorlamayı başardı ama bağımsızlığı kazanamadılar.
Basmacı isyanlarının menbaını oluşturan bölgenin sınırları, isyanın ateşinin düşürüldüğü Stalin yıllarında yeniden çizildi. Yani, Özbekistan Sovyeti olarak isimlendirilen ve bugün bağımsız olan devlet, sınırlarını Stalin'e "borçlu".
Al Jazeera Türk'ün internet sitesinden alınmıştır. |
(Hiçbir şey bilmeyip yalnızca haritaya baksanız bile ortada bir "stalinlik" olduğunu anlıyorsunuz.)
Bu aptalca sınır düzenlemesine rağmen; Semerkant, Hive, Zerefşan ve Fergana Vadisi'nin yanısıra Buhara-i Şerif de bu ülkededir. Özbekler mekânlarla didişmekten ziyade, onları benimsedikleri için olsa gerek; ülkede tarih ve edebiyat seviliyor.
Bağımsız Özbekistan
Görüldüğü gibi tarihi kadîm olsa da, Özbekistan bağımsızlığını 1991'de temin etmiş bir ülkedir. Bugüne kadar yalnızca iki devlet başkanları oldu: İslam Kerimov ve Şevket Mirziyoyev.
İslam Kerimov, Sovyet devrinden miras kalanlardandı. 2016'daki ölümüne kadar Özbekistan'ı demir yumrukla yönetti. Düzensiz aralıklarla seçim yapmak haricinde pek bir demokrasi tecrübesi yoktu. Ülkeyi dışa kapatmasa da, açmak için de pek uğraşmadı. Her şeye rağmen 1991-2016 arasında "Özbekistan Cumhurbaşkanı" sıfatını taşıdı ve onun döneminde Özbekistan bir devlet olarak -yeniden- ortaya çıktı.
Kerimov'un ölümünden sonra yapılan seçimleri Şevket Mirziyoyev kazandı. Ülkedeki ağır havayı nispeten dağıttı, iktisadi anlamda dışa açılmayı hızlandırdı ve uluslararası ilişkilerde çok daha görünür bir Özbekistan yarattı. Bu görünürlük Özbekistan'ın Rusya'yla ilişkilerini ilerletmesine de, Türk Keneşi'ne üye olmasına da hizmet etti.
Çin virüsü yüzünden zarar gören ekonomi, Özbekistan'ın gelişmesine sekte vurdu. Bu durum içeride muhalefetin sesini yükseltti. Mirziyoyev de diş göstermekten çekinmedi. Fakat işleri Kerimov dönemindeki gibi zora da sokmadı. Neticede 24 Ekim Pazar günü seçim yapıldı.
Seçim ve Sonuçları
Özbekistan'da cumhurbaşkanlığı seçimleri beş senede bir yapılıyor. Seçime bağımsız adayların katılımı ise yasak. Bu yüzden siyasi partilerinin desteklediği beş aday yarıştı.
Fakat Mirziyoyev'in haricindeki adayların pek fazla seçilme kaygılarının olmadığı görüldü. Anlaşılan şark usulü bir danışıklı dövüş izledik. Yine de Kerimov döneminden daha demokratik olduğu ve basının nispeten mutedil ve efendi bir üslup takındığını ifade etmek gerekiyor. Seçimlerde usulsüz bir durum tespit edilmedi.
Liberal Demokrat Parti'nin adayı ve şimdiki cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev oyların %80'ini alarak ikinci kez seçildi.
21 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu ülkede 16 milyonu aşkın vatandaş oy kullanmış ki, bu sayının kayıtlı seçmenin %80.4'üne tekabül ettiği açıklandı.
Mirziyoyev güzel bir zafer konuşması yaptı. Şöyle dedi: "Artık, bugünkü Özbekistan dünkü Özbekistan değildir. Halkımız da 5 yıl önceki halk değildir. En büyük başarılarımızdan biri de özgürce, kendi elimiz ve emeğimizle yarınımıza kayıtsız olmadığımızı bir kez daha dünya kamuoyuna kanıtladık. Bugünkü zafer için halkıma şükranlarımı sunuyorum. Artık geriye dönüş yok, Özbekistan sadece ileri gidecek."
Mirziyoyev'in İkinci Dönemi, Özbekistan'ın Geleceği
Nasıl Ortadoğu'da "sınırları masa başında çizilmiş devletlerden" bahsediyorsak, aynısı Orta Asya memleketleri için de geçerlidir. Tek fark ikincisinde sınırları çizen aktörün Rusya olmasıdır.
Mirziyoyev'in ikinci dönemine başladığı Özbekistan'da bölgecilik ciddi bir problemdir. (Bu sorun Türkiye ve Kuzey Kıbrıs hariç diğer tüm Türk cumhuriyetlerinde var aslında.)
Aynı zamanda başkent olan Taşkent kendi ekibini tutar, Semerkant'ın ekibi ayrıdır. İslam Kerimov döneminde bunu zamana yedirerek aşma gibi bir politika kabul edilmiş. Nitekim Taşkent ekibinin kurucusu olan Kerimov'un başbakanı, yani şimdiki cumhurbaşkanı Mirziyoyev Semerkant'lıdır. Gördüğümüz kadarıyla problemi zamana yayarken, ağızlarını da yaymamış hakikaten bir plan ortaya koymuşlar.
Plan işliyor. Bölgecilik; milletin çatışmasına sebep olmaması ve devletin bütünlüğünün korunması konularında baskılanıyor. Ne kadar aşılsa da etkisini sürdüreceği mukadder olan bu sorun ateşi harlanmadığı müddetçe büyümeyecek gibi görünüyor.
Umarım daha da başarılı olunur. Çünkü; Özbekistan'ın bölgesel güç olmasının önündeki en mühim engel olan "bölgecilik" aşıldığında, çok daha güçlü bir devlet ortaya çıkacağı açıktır. Millete faydasının ise her şeyden evvel "millet vasfı kazanabilmek" olduğunu hatırlatmak yeterlidir.
Gidip görenler, bağımsız geçirilen 30 senede şehirlerdeki Sovyet etkisinin silindiğini söylüyorlar. Bilhassa Sovyetler döneminde gelişen Taşkent'te bu etkinin silinmiş olması beni şaşırttı. Bunun çok doğru ve başarılı bir iş olduğunu söylememiz gerekiyor.
Ekonomik olarak pandemi sonrasında daha da gelişeceği görülen Özbekistan'ın yetişmiş insan eksikliğini çözmek gibi bir başka problemi var. Azıcık yetişeni budamasalar belki bu sıkıntıya daha kolay çözüm bulabilirler. Fakat Türkiye de aynı budama faaliyetini sürdürenler arasında bulunduğundan, budamanın bir Türk geleneğini mi yoksa Türklere karşı kurulmuş bir tuzak mı olduğu konusunda kararsızım. Nihai kararımı verince yazarım.
Toparlayacak olursak; bugün Türkistan coğrafyasının en kalabalık nüfuslu ülkesi Özbekistan (32 milyondan fazla); hem artmaya devam eden nüfusu hem büyüyen ekonomisi hem de daha etkili olduğu dış politikasıyla bir bölgesel güç olma iddiasını taşıyor. Nitekim sayılan etkenlerin yanına, tarihi ve kültürel unsurları da eklersek bu iddianın doğal bir hak olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye kardeşlerinin büyümesinden ve gelişmesinden her zaman memnun olur. Türk kültürünü ilerletme gayesini güdenler ise, güçlü kültürün güçlü millet ve güçlü devletten geçtiğini bilirler. Ülke içinde kendisine uygun bir sistem oluşturduğu takdirde, Özbekistan'ın geleceğinin parlak olduğu bellidir.
Sonsözü edebî dilimizin kurucusu Ali Şir Nevaî'ye bırakalım. 15. asırda şöyle yazmıştı:
"Dehr arâ Şeh çü Türk vâkıdur
İl arâ Türk lafzı şâyidür
Çün bu manîni eyleding melhûz
Türk ulus dahı boldılar mahzûz"
(Yeryüzündeki padişahlar Türk'tür, Ülkelerde Türk dili yayılmıştır.
Bu manayı düşündüğü içindir
Türk milleti de mutlu olmuştur.)
...
Bizim cumhuriyetimiz de 98. yaş gününü kutluyor. Bazen yaşamakta bazen de birilerine kabul ettirmekte zorlansak da bizler cumhuriyet devrinin çocuklarıyız. Sizi bilmiyorum ama ben bu durumdan memnunum. Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
0 Yorumlar