Avrupa Maceramızın Özü: Aziz Stefan'ın Tepesindeki Hilal


Milletler nasıl millî hafıza üzerinde yükselirse; medeniyetleri birarada tutan unsurlardan biri de kolektif hafızadır. Milletin veyahut medeniyetin mensubu olan insanlar bu hafızanın içine doğarlar. Kolektif hafıza pek tabii ki kültürle yakından ilişkilidir, farkında olmadan davranışlara ve düşüncelere yansır. 

Türkler Avrupa'nın kolektif hafızasında yer tutmuş bir millettir. Birkaç örnekle bu durumu açıklamak istiyorum. 

Malta'nın Kurtuluş Günü

Ufak bir Akdeniz adası olan ve Futbol Takımımızın eleme gruplarında yer alması haricinde milli hafızamızda pek de yer tutmayan Malta, 8 Eylül'ü "Kurtuluş Günü" olarak kutlar. Bunun sebebi Turgut Reis'in komutasında 1565 baharında başlayan ve altı ay süren Malta Kuşatması'nın 8 Eylül günü Osmanlı kuvvetlerinin çekilmesiyle sonuçlanmasıdır. Kuşatma sırasında bütün hristiyan dünyasından yardım alarak teslim olmayan Malta hürriyet günü olarak bu tarihi belirlemiştir. 

Malta Türklerin karada aşamadığı sınırın deniz bölümünü temsil ediyor. Avrupa'nın tarih anlayışı Türk tehlikesinin Viyana ve Malta'ya kadar uzandığını ama "daha fazla ilerlemesine müsaade edilmediğini" vaaz ediyor.

Viyana 

Viyana hakikaten iki sefer kuşatıp, alamadığımız bir sınır beldesidir. Türklerin batıya yürüyüşünün durdurulduğu yerdir. 

1526'da Mohaç Ovası'nda Macar ordusunu bozguna uğratan Kanuni Süleyman, Macaristan'ı Zápolya eliyle yönetmeye karar verdi. Zápolya, Macar aristokratları tarafından seçilen "Macaristan Kralı"ydı. Fakat Avusturya Kralı Ferdinand bunu kabul etmedi. Bu toprakların kendi hakkı olduğunu düşünüyordu. 1527 ve 1528'de Zápolya'yı iki sefer yendi ve Budin'i ele geçirdi. (Budin, bugünkü Budapeşte şehrinin Buda kısmına verdiğimiz isimdi.) Bunun üzerine Kanuni meşhur 1529 Seferi'ne çıktı. 

Budin'i geri alan Türk imparatoru Zápolya'yı yanına çağırttı ve Aziz Stefan'ın kutsal tacını bizzat kendi elleriyle onun başına koydu. Sonra da gidip Viyana'yı kuşattı. Alamadı.

Viyana'daki Hilal

1683'te bu sefer Merzifonlu Kara Mustafa Paşa komutasındaki Türk kuvvetleri Viyana önlerinde belirdiler. Şehir yine teslim olmadı. 

Osmanlı ordusu bozgun hâlinde kaçışır ve Haçlılar onları takip ederken Viyana'da bir tartışma yürümeye başladı. Tartışmanın sebebi Aziz Stefan Katedrali'nin tepesindeki hilaldi. 1519'da yerleştirilen ve "Ayışığı" adı verilen hilal, dinî bir sembol olarak düşünülmüştü. O zamanlar salib (haç) hristiyanların sembolü kabul edilse de, hilal henüz müslümanların tekelinde değildi. 


"Ayışığı"nın yerleştirilmesinden sadece 10 sene sonra Kanuni'nin şehri kuşatması, geçen yıllar içerisinde sanki aynı dönem olmuş gibi hatırlandı. İkinci Kuşatma'dan sonra başlayan "hilal tartışması" bu yüzden patlak verdi. 

Viyana'nın "inançlı" kitleleri, Aziz Stefan'ın tepesindeki hilâlin Kanuni'nin emriyle dikildiğini iddia ediyorlardı. Madem ki Türkler ikinci kez yenilmiş ve artık şehir tamamen güvenceye alınmıştı, öyleyse bu hilal buradan indirilmeliydi. Nitekim 1686'nın 15 Haziran'ında indirildi. Hilalin üzerine "Haec Solymanne Memoria tua" (al Süleyman, bu senin anına) ibaresi ve bir de el hareketi kazındı. 

Müthiş terbiyeli bir şaheser

Hilalin artık sadece müslümanların sembolü olduğunu kesinleştiren bu hadise bize iki şey daha söylüyor: Avrupa'nın kolektif hafızasında Türklerin bıraktığı "kekremsi tat" ve Avrupalıların asırlardır değişmeyen kötü mizah anlayışları...

Uzun yıllar Viyana'daki İmparatorluk Galerisi'nde sergilenen bu "şaheser" neden sonra (!) müzeye kaldırıldı. 

Karlofça'daki Duvar

1699'da imzalanan Karlofça Antlaşması bugünkü Sırbistan'ın Sremski Karlovci kasabasında büyük bir çadırın içinde müzakere edilmişti. Daha sonra bu çadırın yerine kilise yapıldı. Kilisenin doğu kapısı bir duvarla örüldü. Sebebi Türklerin antlaşmanın yapıldığı çadıra bu yönden gelmesiydi. Duvarı inşa edenler Türklerin bir daha asla bu kapıdan girmemesini temenni etmişlerdi. Duvar 2009 yılına kadar ayakta kaldı. 2009'da Türk büyükelçisinin de katıldığı bir törenle yıkıldı. 

Otranto ve Papa'nın Azizleri 

Fatih'in ölmeden evvel yaptığı son faaliyet, Gedik Ahmet Paşa kumandasındaki orduya İtalya'nın güneyinde bir basamak elde etmesini emretmesidir. Roma'ya sıçramak üzere... 

Türk ordusu İtalya'nın çizme gibi görüntüsünün en ucundaki Otranto'ya bu emir üzerine çıktı. Otranto da Türklere direndi ama Malta kadar "şanslı" olmadığı için ele geçirildi. Fatih'in ölümünün ardından çekildiğimiz bu beldenin sakinleri direnişte can verenleri unutmadılar. Ve 2013 senesinde, daha evvelden şehid ilan edilen Otranto direnişçileri, Papa tarafından azizlik payesiyle ödüllendirildiler. 

Avrupa ve Biz 

Sonuncusu yakın tarihte cereyan etmiş bu hadiseleri sayma sebebim körü körüne bir "Avrupa düşmanlığı" değildir.

"Avrupa" kendisine yakışanı yapıyor ve tarihini sahipleniyor. Biz de bir kısım aklıevvel "Türkler asker-millet değildir" diyorlar. Şimdiki devletimiz, ki 1000 seneye yaklaşıyor, bir karış toprağı silah atmadan almış mıdır? Bir karış toprağı savaşsız vermiş midir? Atatürk Nutuk'ta "Türk sınırını Türk süngüsü çizer" demişti. 100 senede bu sahada değişen hiçbir şey olmamıştır. Türk sınırını Türk süngüsü çizer ve yine Türk süngüsü korur. İnanmayan Avrupa'nın kolektif hafızasına müracaat edebilir. 

Balkan Harbi başladığında "sonuç ne olursa olsun statüko korunacak" demişti dönemin Avrupa'sı. Osmanlı kaybedince bu sözlerini hatırlamaya lüzum duymadılar. Hangi Balkan devletine kral ihraç etsek veya hangi el değiştirmiş kente elçilik açsak yarışına girdiler. 

Türk sınırını Türk süngüsü korur. "Asker-millet değiliz başka meziyetlerimiz de var" cümlesi yalnızca aşağılık duygusuyla kurulur. İnsanlar başka meziyetleri olduğunu "başka yeteneklerim var" cümlesiyle anlatabilirler. Kendi kendini yerin dibine batırıp, sonra da saygı beklemek ahmaklıktır. 

Bizler Avrupalıyız. Avrupa'nın kolektif hafızasında birçok AB üyesinden fazla yerimiz var. Ciddiye alınmak istiyorsak, bunun yolu bellidir: Tarihimizi sahiplenmek! 

İşte bu konuda Avrupa'yı örnek alabiliriz. 




Yorum Gönder

0 Yorumlar