Sezai Karakoç (1933-2021)


Sene 2011 veya 2012... "Bölgede sular gergin". İçimizde yine bir "Kudüs sıkıntısı". Kudüs-ü Şerif'te yine katliam ve yine işgal...

Şimdi adını hatırlayamadığım bir dergi çıkartıyoruz. Kudüs meselesi yazarlarımızın pek umuru değil, onlar "daha büyük" meselelerin peşindeler (!) Ben işin üstündeyim. İsrail canlı yayınla Kudüs'ü vuruyor, soba borusundan sözde roketlerle cevap vermeye gayret ediyor bir kısım Filistinliler... 

Kudüs'e yer vermemiz gerektiğine - her nasılsa - ikna ediyorum "arkadaşları". Yazı yazmak görevi doğal olarak bana düşüyor. Adettendir, yazıya bir şiir iliştireyim diyorum, fakat bulamıyorum. Beş yüz sene yönettiğimiz, ruhuna işlediğimiz ve ruhumuza işleyen Kudüs'e dair doğru düzgün bir şiir bulamadığım gibi, slogandan azade düzyazı da tespit edemiyorum. 

Böylece "Kudüs sıkıntısı" derinleşiyor. Sonra, şairin ona yenilmeyene "ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş" olduğunu söylediği gecenin ıssızlığında Sezai Karakoç'la tanışıyorum. 

"Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir."

Şaire "zeyl" bile yazıyorum: Ve Kudüs şehri. Yaratıcısı kadar yalnız kalan şehir. 

Kudüs'le başlayan ve şairin ölümüyle durmak bir tarafa aksine "dirilen" ilişkimiz böyle başlıyor. 

Gazisi bol bir ailenin evlâdı olarak Diyarbakır'da doğan Sezai Karakoç, Mülkiye'yi bitiriyor. Ardından maliye müfettişi sıfatıyla memleketin dört bir tarafında vazife görüyor. Nihayet 1973'de memuriyetten istifa ediyor. İstanbul'a yerleşip, Diriliş Yayınları'nı kuruyor. Diriliş dergisini çıkarıyor. Lise yıllarından itibaren yazdığı şiirlerin yanısıra edebiyat üzerine kitaplar da kaleme almaya başlıyor. Öyle ki, tüm kitapları ufak bir kütüphane boyutuna ulaşır hâle geliyor. 

Sanatla uğraşmanın insanı düşünceye yaklaştırdığını düşünen Sezai Karakoç siyasete de bigâne kalmıyor. Hayatının mihveri haline getirdiği "diriliş" kelimesini burada da çokça kullanıyor ve 1990'larda Diriliş Partisi'ni kuruyor. "Üst üste iki seçime girmediği" için kapatılınca, bu sefer Yüce Diriliş Partisi ismiyle yeniden teşkilatlanıyor. 

Sezai Bey'in Kıymeti

Sezai Karakoç, vefat ettiği 16 Kasım tarihine kadar, Yüce Diriliş Partisi'nin genel başkanıydı. Fakat daha önemlisi - üstelik son 30 senede tek mısra yazmamasına rağmen - yaşayan en büyük Türk şairiydi. 

Bu dünyadaki hayatını bir sürgün olarak tanımlıyordu. O, her sürgünün yaşadığı ikilemi içinde taşıyor, yetmiyor şiirine de yansıtıyordu. 

Sezai Karakoç hem doğuyu hem batıyı biliyordu. Bunları şiirinde ustaca kullandı. Ölüm temasını sıkça işlerken, diriliş kelimesini hayatının ve şiirinin merkezine koydu. O sürekli bir sıkışmışlığın içinde sürgündü. Yaşadığı ikilem yalnız onun değil, hepimizin ikilemiydi. 

Mehmed Akif ve Yahya Kemal'in yanında Necip Fazıl'dan da etkilendi. Siyasi görüşleri bir tarafa, hepsi de birinci sınıf şair olan bu isimlerden beslenmek, zaten Allah vergisi bir yetenek ve insanüstü çalışma temposuna sahip Sezai Karakoç'u "ölümsüz" kıldı. 

Artık Olmayan Bir İstasyon

1963’te Nazilli’deki maliye müfettişliği vazifesini sürdürürken, Mülkiye'den arkadaşı C. Süreya'ya şöyle yazıyordu:

Cebeci’den geçen tren yolunun üstünden, kelimelere şahsi estetiklerini yükleyerek geçen, Ankara’nın hür hayalli çocukları, bizlere ne oldu?

Önce iki şair konuşmaz oldu. Cemal Süreya öldü sonra. Ardından Cebeci'deki tren istasyonunu yıktılar. Şimdi de Karakoç gitti. Mülkiye zaten eskisi gibi değil. Ben, Karakoç'un "yeni bir başlangıç" niyetiyle girdiği siyaset yolundan, nihayetinde çok büyük bir şair olarak "eskilere" karışarak ayrılmasını düşünüyorum. 

Olmayan istasyondan bir tren geçiyor, C. Süreya'nın tabiriyle söylersek "Sezo", bir şiir yazıyor belki... Mesela şöyle bir şey:

"Bu gece ölüler şehri terk etmiş
Otomobil tekerleğindeki hava gibi
Ateşin üstünde bir topak kar
Mezarları bir şimşek ikiye bölmüş sanki

Bu şehir yerden bile ağır bu gece
Altında bir tek ölü olsun kalmamış
Ölenlerdir incelten hafifleten oysa
Uçacakmış gibi yapan şehirleri

Ay kesik ve ben yiğit bir kabir eriticisi
Geceleri dolan üstün ve tembel bardak
Cami dolaylarında sur kapılarında
Toprak kaçkını ölülerin toplayan ölülerini"

"Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlerimizde" daima pay sahibiydi. Monna Rosa'yı hepimiz çok sevdik, "Dirilişi" ise, kutlu kelimedir, o bize sevdirdi. Açık söyleyeyim İslâmcı öğrencilerinin dirilişi başarabileceğini kat'iyyen düşünmüyorum. Fakat "diriliş" çağrısına - bizler de eskiyene dek - katılmaya kararlıyım. 

Yine bu sene içinde kaybettiğimiz büyük romancı Emine Işınsu'nun ardından şöyle yazmıştım: İnsan bir sefer yaşar. Kimisi iz bırakır, kimisi iz bırakmaz. Bütün hikâyemiz bundan ibarettir. 

Sezai Karakoç da iz bırakanlardan oldu. Akşamın "kente bir Meryem gibi" girdiği sıralarda, koca şairin sürgünü bitti. Allah rahmet eylesin.



Yorum Gönder

0 Yorumlar