Dünya bir "küresel köye" dönüşmese de, bilginin kimilerinin tekelinde olması gerçeği yıkıldı. Hem öyle bir yıkıldı ki, artık her yerden bilgi fışkırıyor, herkes son bilgisine kadar paylaşıyor adeta tepemize bilgi yağıyor. Tedirgin edici gibi görünse de, ben bunu olumlu bulanlardanım. Yalnızca bir noktaya dikkat çekerek; bilginin işlenmesi, istihbaratçı tabiriyle söylersek, "kıymetlendirilmesi" şartıyla...
Bunun yolu da insanın önce kültürünü bilmesinden geçiyor. Öz kültürüne aşina bir insanın, "içeride ve dışarıda" karşısına çıkan bilgileri kıymetlendirmesi daha kolay olur.
Tetebbûların daimi takipçileri bilirler ki, bu "mecranın" esas arayışı Türk kültürü bahsindedir. Fakat dünyanın bizim etrafımızda dönmediği "bilgisi" de artık kesinleşmiştir. Bu yüzden ülkemizin dışında neler olup bittiği doğal ilgi alanımızın içindedir.
"Dünya'yı izlemek" uzun müddet BBC'nin radyosunu dinlemek ve basılmasından birkaç hafta sonra ele geçen "yabancı" gazetelere göz gezdirmekle mümkündü. Şimdi alternatifler epeyce çeşitlendi. Televizyonun yanına YouTube, onun yanına Netflix eklendi. Radyo tedavülden kalkmasa da, podcaste evrildi. Tabii ki gazeteler de internet sitelerine taşındılar.
Ben iyi bir izleyici olmadığım için, dünyayı daha ziyade okuyarak takip edenlerdenim. Bazen okuduğum ve hoşuma giden makale veya haberleri bir kenara ayırırım. Yeniden okuduğum vakit "miadını doldurmamışsa" mutlaka bir yerde kullanırım.
Bugünkü yazıda böylesi bir haberi konu edeceğiz. 26 Haziran 2021 tarihli The Guardian'da "Başta bunun delilik olduğunu düşündüm": Gelecekteki savaşları romanlar yoluyla tahmin etmek için bir plan" başlığıyla yayınlanan ve bazı kısımlarını alıntılıyarak tartıştığım haberin tamamına linkten ulaşabilirsiniz. (Tüm alıntılarda, metnin esasına sadık kalarak, özgün çeviri metodunu kullanacağım.)
Kimi zaman röportaj, kimi zaman köşe yazısı formuna bürünse de benim haber olarak tanımlayacağım metnin yazarı; The Guardian'ın Berlin şefi Philip Oltermann. Almanya'da doğmuş ama sonra İngiltere'ye taşınmış. Anlaşılan memlekete gazeteci olarak dönmüş fakat İngiliz vatandaşı olarak... Neyse zarfla oynamayı bırakıp mazrufa odaklanalım.
Siyah Camlı Araba
Öncelikle belirtmeliyim ki, olaylar Almanya'da geçiyor.
Haber, artık klasikleşmiş İngiliz hikâye anlatma tarzıyla açılıyor. Yani, hangi meseleden bahsediyorsa, o meselenin klişelerini tekrarlayarak konuya giriyor. Bu durum, bizim ele aldığımız yazının bir casus filmi girişine benzeyeceğini "müjdeliyor". Nitekim öyle de oluyor.
Yeşiller'in kalesi olan ve sol kültürüyle bilinen Tübingen kentinin sokaklarında, "siyah camlı" bir araç ilerlemektedir. Az sonra durur. Eğer dikkatli bir insansanız plakadaki "Y" harfini görür ve işkillenirsiniz. Çünkü; Y, Almanya'da sadece orduya ait araçların plakalarında bulunur.
1 Şubat 2018 günü işte bu arabadan inen iki üst düzey Alman subayı, "düşman topraklara" çok özel bir görev için gelmiştir. Operasyonun ismi Cassandra'dır. (Dilimizde Kassandra şeklinde yazılır. Burada özel isim bildirdiği için Cassandra şeklinde aldım. Mitoloji kahramanından bahsederken bizim, operasyondan bahsederken İngilizlerin yazdığı gibi yazacağım.) Operasyon, katılımcılar henüz bilmese de, iki yıl sürecektir.
Peki askerler bu gizli operasyonu kiminle yürütecektir? Siyasi analistler veya yapay zekâ uzmanlarıyla mı? Hayır, başlarında Jürgen Wertheimer'in bulunduğu karşılaştırmalı edebiyatçılarla!
Alman Savunma Bakanlığı'nın bir grup edebiyat profesörüyle yürüttüğü projenin ismi Yunan mitolojisinden ilhamla belirlenmiş. Özellikle Almanlar ve Ermeniler Yunan mitolojisini Yunanlılardan fazla seviyorlar. Muhakkak bir sebebi var bunun fakat şimdi konuyu dağıtmayalım.
Kassandra, Yunan mitolojisinde, Truva atının içine saklanan askerleri önceden "bilmesiyle" meşhur bir rahibeydi. Günümüzde Kassandra "her zaman doğruları söyleyen fakat asla anlaşılmayan" insanları tanımlarken kullanılıyor.
Proje, romancıların çağımızın "Kassandraları" olduğu fikrinden hareket ediyor. Haberin yazarı bu fikri "ezoterik" bulduğunu söylemekten kendisini alamıyor. Fakat hemen peşine kendi edebiyatlarından üç romancıyı sıralamayı da ihmal etmiyor: Patlatılmasından otuz sene önce atom bombasını yazan H.G. Wells, bugün Amerika ve Çin tarafından kullanılan gözetleme mekanizmalarını yarım asırdan daha uzun süre evvel kaleme alan George Orwell ve Avrupa'nın birlik kuracağını, Çin'in süper güç olarak yükselişini ve ABD'nin "Obomi" isminde bir başkanı olacağını 1968'de "müjdeleyen" John Brunner. (Sonuncusunu okumadım ama diğerlerini tavsiye ederim. Fazla John Brunner'ı olan varsa da talibim, malûm ekonomik sebepler yüzünden dayanışmayı arttırmalıyız.)
Büyük romancıların güçlü "altıncı hisleri" olduğunu düşünen Wertheimer, görüşünü şöyle açıyor:
"Tarih boyunca yazarlar gerçekliği, okuyucuların içine girebileceği şekilde yeniden tasarladılar. Bu sayede yaratılan yeni düzlemde insanların en derin duyguları görünür hâle geldi."
Wertheimer'in en sevdiği örnek 1983'te Kassandra'yı Doğu Almanya'ya uyarlayan Christa Wolf'muş. Projeye bu ismin verilmesinde Wolf'un romanının da ciddi tesiri olmuş.
Özetle, Wertheimer devletler romanları ciddiye alsalardı, birçok çatışmayı önleyebilirlerdi görüşünü ortaya atıyor.
Nasıl Başladı?
Her şey Wertheimer'in, 2014 senesinde, dönemin savunma bakanı Ursula von der Leyen'e mektup yazmasıyla başlıyor. Wertheimer, Boko Haram'la mücadelede yardımcı olabilecek fikirleri olduğunu; buna göre mücadelede esas etken silah olmakla beraber, kelimelerin de azımsanmayacak tesire sahip bulunduğunu söylüyor ve eğer yardımı olacaksa "düşüncelerini paylaşmaktan zevk duyacağını" bildiriyordu. Bakan kendisine cevap verme lütfunda bulunmadı. Fakat 2015'te savunma bakanlığının bir toplantısına davet edildi ve iki yıl süren "müzakerelerin" ardından; romanların, çatışmalar için "erken uyarı sistemi" olduğuna dair görüşünü Kosova örneği üzerinden kanıtlaması istendi. Bu bir pilot proje olacaktı.
2017'nin yazında ekibini kuran Weitheimer "edebiyatın gücünü" göstermek adına çalışmalarına başladı.
Haberci, projenin ana fikri olan "öngörülemeyen krizleri tahmin etmek" düşüncesinin, Batı'nın 21. yüzyıldaki en büyük takıntılarından olduğunu söylüyor. (Katılmamak mümkün değil.) Ve ekliyor; buna rağmen; Ruanda, Bosna, Afganistan ve Irak gerçekleşti. İlk ikisi "önlenemedi", son ikisi bizzat Batı'nın halt etmesiydi.
Bazen Eğlence Bazen Mecburiyet: Geleceği Tahmin Etmek
Haberi kaleme alan Oltermann burada bir mola verip kadrajı büyütüyor. Aslında kuruluşları itibarıyla istihbarat teşkilatlarının "tehlikeleri önceden sezmek" vazifesini üstlendiklerini ama artık her şeyin "çevrimiçi" olduğu bir dünyada, bu vazifeyi tek başına istihbaratçının yapmasının zorlaştığı anlatıyor. Mesela İngiltere'de Alan Turing Enstitüsü, İngiliz istihbaratına "tehlikelere karşı erken uyarı" hususunda yardımcı oluyormuş.
Tabii ki aynı eksiklik Almanya'da da hissedildiğinden, krizleri önceden tespit etme projesine "2025'e dek 2.6 milyar sterlin" (Türk Lirasına çevirmiyorum) ayırmışlar.
Proje kapsamında; internet sitelerinden, iklim bilgilerine kadar toplanabilen her veri IBM'in tasarladığı "süper bilgisayara" giriliyor ve bölgeler; yeşil, turuncu ve kırmızı renkle işaretleniyor. Yeşil güvenli, turuncu istikrarsız, kırmızı ise yüksek çatışma riski anlamında... Projenin nihai hedefi herhangi bir yerdeki çatışmayı "12-18 ay önceden tahmin etmek". Batı'nın takıntıları da pahalı. Hele şimdiki oynak kurla...
Tabii IBM, veri toplama vs deyince "bu Amerikalıların yaptığının aynısı" diye düşünmeden edemiyor insan. Haberci de bunu merak etmiş olacak ki, projeyi denetleyen uluslararası politika profesörü Carlo Masala'ya sormuş. Masala da şu minvalde dikkat çekici bir cevap vermiş: "ABD'de yapay zekânın insanın yerini alacağını düşünenler var ama biz buna inanmıyoruz. Algoritma işin %84'ünü yapabilir yine de biz onu insanın yerine değil yanına konumlandırıyoruz."
Projenin merkezinde süper bilgisayar Watson yer alıyor. Bir saniyede 500 gigabaytlık bilgiyi (bir milyon kitaba eşdeğer) işleyebilen Watson'ın, satır aralarını okumada aynı başarıyı gösterememesi, Wertheimer ve ekibinin tam da burada istihdam edilmesini zaruri kılıyor.
Edebiyattan İstihbarat Çıkarmak
Wertheimer'in ekibi, kendisiyle beraber, dört kişiden oluşuyordu. İşleri zordu. Temelde iki sorun beliriyordu: İlki, bu kadar çok kitabı nasıl okuyacaklardı? İkincisi, araştırmaları gereken ülkelerin dillerini bilmiyorlardı. Yani, bilmedikleri dillerde yazılan kitapları nasıl okuyacaklardı?
Belirli kelimeleri tespit ederek, bunların üzerine yoğunlaşmaya karar verdiler. Bilişim bölümüne danıştılar ve kitapların sayısal ortama aktarılması gerektiği cevabını aldılar. Fakat esas sorun başkaydı. Ekip üyelerinden Florian Rogge bu sorunu şöyle açıklıyor: "Kitaplardan, bizim de tam anlamadığımız bir şeyi bize anlatmasını istedik."
Bunun üzerine rotalarını siyaset sahasına çevirirler. Yani, "sinirlere dokunan, bu yüzden yasaklanan veya sansürlenen" kitapları tespit etmeye karar verirler. Mesela Kuveyt'de, 2010'dan sonra, vatandaşlık hakkı olmayan Şii azınlıkla ilgili yazılan kitaplarda artış olmuş. Tabii bu kitaplar ya sansürlenmiş veya doğrudan yasaklanmışlar. Bu durumu 2019'daki büyük Şii protestosunun habercisi saymışlar.
Bu ölçüyü belirledikleri kitapları çeviriden okumanın pek bir faydasını görmemişler. Bunun yerine en başta düşünmeleri gerekeni nihayet akıl edip, ilgilendikleri bölgelerin edebiyatçılarına temas etmişler. Kendilerinin de beklemediği oranda bir ilgiye muhatap olmuşlar. (Metinde "coşkuya" diyor.) Nijerya'dan Kosova'ya, Cezayir'den Fas'a kadar birçok memleketin edebiyatçıları, yol paralarını dahi kendi ceplerinden ödeyerek, ekibe "gönüllü danışmanlık" yapmışlar.
Bu sayede Wertheimer pilot bölge olarak belirlenen Kosova'yla ilgili ilk bulguları Alman Savunma Bakanlığı'na sunabilmiş. Buna göre; 1986'da Sırp olmayan yazarların Yazarlık Derneği'nden atılması, Arnavut ve Sırpların aşık veyahut dost oldukları hikâyelerin yazılmaması, tarihi yeniden yazan romanlarda büyük artış görülmesi; 1998'de Kosova'da dökülen kanın edebiyat sahasındaki ayak sesleriydi.
Sunumu dinleyen denetmen Carlo Masala ilk başta "bu işin tutmayacağını" düşünmüş. (Aslında meramını başka bir kelimeyle anlatıyor ama olsun, biz efendiliğimizi bozmayalım.) Fakat kendisi de Bosna Savaşı hakkında çalışan uluslararası politika profesörünün aklına şu bilgi gelmiş: Dinlerarası gerilimler artmadan önce karşılıklı evliliklerde dramatik bir azalma görülüyormuş. Bunun üzerine Masala kendi kendisine şunu sormuş: "Neden benzeri "erken uyarılar" edebiyatta da görülmesin? Mesela Kosova'da?"
Bu sunum Savunma Bakanlığı'nı da heyecana getirmiş. Bir bakanlık yetkilisi, haberciye, "kendi sistemleriyle çatışmaları zaten bir yıl önceden tespit edebildiklerini fakat Cassandra'nın bu süreyi 5 ila 7 yıl arasına kadar uzattığını" söylemiş.
Böylelikle ilk sınavı geçen Cassandra Projesi'ne iki yıllık bütçe ayrılıyor ve oyun başlıyordu.
Proje en basit tabiriyle şundan ibaretti: Edebiyatçılar satır aralarındaki bilgiyi alacak, ardından askerlerin ve süper bilgisayarın istifadesine sunacaktı. Askere sunmak için bilgiyi işlemek; süper bilgisayara tanıtmak içinse sayısal ortama aktarmak gerekiyordu. Böylece ekibe edebiyatçı olmayan bir üye aldılar. Yüksek lisansını Taliban'ın yenilik stratejileri üzerine yapmış; siyaset, sosyoloji ve İslam hakkında çalışan Julian Schlicht. Schlicht'in ekibe katılınca sorduğu ilk soru şu olmuş: "Bu nasıl olacak?" (Projeyi Almanların yürüttüğünü bir daha tekrarlıyorum. Her Alman alışık olmadığı bir durumla karşılaşınca tökezler ve nasıl yapılacağını sorar. Mesela Julian Hanım Türk olsaydı böyle münasebetsiz sorularla vakit öldürmez, derhal duruma ayak uydurur ve 10 dakika evvel dahil olduğu projeyle ilgili yarım saatlik, nasihat verici bir nutuk irad ederdi. Bazen hangisinin "iyi" olduğuna karar veremiyorum ama ikisinin de tam olarak böyle yaşandığını biliyorum.)
Cezayir
Wertheimer Arap Baharı'nı nispeten sessiz geçiren Cezayir'e odaklanmaya karar vermiş. Bunun sebebi Cezayir edebiyatında "derinden gelen bir gerilimi" fark etmeleriymiş. İçinde; isyan, dikta eleştirisi ve protesto bulunan, bazıları distopik öğeler taşıyan romanların yasaklanması, Wertheimer ve ekibinin dikkatini Cezayir'in üzerine çekmiş.
Böylece bazı tahminlerde bulunmaya karar vermişler. (Dikkat buyurun, henüz tahminde bulunmadılar, karar verdiler.) Fakat tahmin yapmadan önce karşılarına şu problem çıkmış: Edindikleri bilgileri askerlerin ve politikacıların değerlendireceği şekle nasıl sokacaklar? En iyisi harita üzerinde belirleyelim, demişler. Bu sefer de edebiyatçılarla, ekibe yeni katılan "sayısalcı" arasında anlaşmazlık çıkmış. Sayısalcı (Julian Hanım oluyor) "an"a, edebiyatçılar tarihe odaklanmışlar.
En sonunda, bir orta yol bulmak amacıyla, kitapları puanlamaya karar vermişler. İçinde; kitabın yasaklanmış olup olmaması, yazarının ödül alıp almaması gibi maddeler ihtiva eden dokuz başlık belirlemişler. -1 ila 3 arasında belirlenen puanlardan, yüksek not alanlar "tehlikeli" sayılmış.
Tabii burada kamu spotu edasıyla "bazı iyi kitaplardan" da bahsetmişler. "Her kitap insanları ayırmaz" gibi Türkiyamızın kahvehanelerinde epeyce taraftar bulacak kıymetli bir görüş serdetmekten kendisini alamamış sayısalcı hanımefendi.
Neyse bu sistemde Cezayir'in puanı yüksek çıkmış. Fakat bu sefer de kendi tespit ettikleri maddelere güvenemez olmuşlar. Çünkü "edebiyatı sayılara çevirmek zormuş". Neticede Cezayir'de 2019'da isyan çıkınca ekip rahatlamış. Çünkü bunu "önceden tahmin etmeyi" başarmışlar.
2020 yazında tüm bulgular Alman Savunma Bakanlığı'na teslim edilmiş. Proje pandeminin de etkisiyle bütçesinden tasarruf etmeyi bile başarmış. (Bak bunu bizim memlekette yapamazsın.)
Azerbaycan
Wertheimer 2019'da bakanlığa Azerbaycan'la ilgili de bir rapor sunmuş. Buna göre Azerbaycan Kültür Bakanlığı, Halil Rıza Ulutürk "gibi Ermeni karşıtı metinler ve şiirler" kaleme alan yazarların kitaplarını Gürcistan'daki kütüphanelere hediye etmeye başlamış. Bu durumu "Azerbaycan'ın propaganda çalışması" olarak değerlendirmişler.
Burada rahmetli Halil Rıza Ulutürk'e bir parantez açmak gerekiyor. Azerbaycan'ın istiklâl hareketinde aktif olarak yer aldığı için Moskova'da hapse tıkılan şair, Atatürk'ten aldığı ilhamı bütün Azerbaycan'a şöyle saçıyordu:
"Her Türk on kişiye denktir!" dediler
"Hayır" dedi Mustafa Kamal Atatürk
"Her Türk bir dünyaya bedeldir."
Sen 58 yaşlı, mense 45 yaşımda,
Söyle hardandı sende bu metanet, bu kudret?
Yoksa od küresi var yüreğinin başında
Kelemin yıldırımdır, özün bambaşka cüret.
Tükendi defter-kalem, gece-gündüz yazırsan,
Karalayıp bozursan, bozup bir de yazırsan
Derdi büküp koymuşsun dizlerinin altına,
Arslan gibi, şir gibi her dövüşe hazırsan.
Demir-beton duvardan tırnak boyda koparttım,
Tas içinde göllenen yağış suyuna attım.
Dedim:-Bu sorgulara cevap almak için, inan Türk olmalı,
Anadan sen Türk doğulmalısan!"
Haberin devamı ise evlere şenlik. The Guardian'ın Berlin şefi hararetleniyor: Bir sene sonra "Ermeni etnik kökeninden insanların yaşadığı Dağlık Karabağ'da savaş çıkmış", "Türkiye Cumhurbaşkanı güçlü adam imajı için bu savaşı desteklemiş, yetinmemiş sonucunu da "muhteşem bir zafer" sözleriyle övmüş", "Rusya da yeniden bölgeye dönmüş" ama Almanya ama Avrupa? Onlar da izlemişler. (Dikkat ederseniz Brexit'ten sonra AB'yle bağı kalmayan İngiltere'yi saymıyor.) Haberci beyefendi en zehirli okunu Avrupalılara atmak üzere sona saklamış: "Bilmek başka, bilgiyle ne yapacağını bilmek başka şeylerdir." Yaz bunu güzel laf. Ama ben "muhteşem bir zafer" sözünü daha çok sevdim.
Projenin Sonu
Wertheimer'e projenin 2020 kışında noktalanacağı telefonla bildirilmiş. Projenin neden sonlandırıldığı hakkında farklı fikirler ortaya atılmış. Kimisi pandemiyi, kimisi projenin başındaki subayın Moskova'ya tayin edilmesini, kimisi hükümetteki beş yıllık değişim döngüsünü sebep olarak görmüş.
Ekip, projenin uzatılmamasının "yıkıcı" olduğunu söylüyor.
Projenin sonlandırılmasının zararları sayılırken bir tanesi dikkatimi çekti: Erkenden tespit edilen sorunların çözümü için gönüllü bir ağ kurulmuştu diyorlar. (Projeyi yürütürken geliştirdikleri işbirlikleri kastediliyor) Almanların "ağ kurma" sevdasını burada da görmek beni şaşırtmadı. Bunu bir eleştiri olarak belirtmesem de, özellikle Almanların çalışma prensibi konusunda, dikkat çekici bulduğumu tekrar etmeliyim.
Yunan mitolojisinde Kassandra'nın uyarıları dinlenmez ve hatta Kassandra cezalandırılır. Christa Wolf'un uyarlamasında generaller onun doğru söylediğini bilirler ama yine de onu dinlemezler. Wertheimer işsiz kalmanın da verdiği öfkeyle siyasilere çatıyor: "Modern politikacıların, antik dönemdekilerden farklı olduğunu sanıyordum. Onların sadece bilmediklerini düşünüyordum. Görünüşe göre, antik dönemdeki meslektaşlarına çok benziyorlar: bilmiyor değiller, bilmemeyi tercih ediyorlar." Sert ama yerinde.
Haber Wertheimer'in masasındaki seyahat vizeleriyle ve "göreve hazırım" mesajıyla bitiyor.
(Cassandra Operasyonu'nun internet sitesine buradan ulaşabilirsiniz.)
Birkaç Kelâm
Aslında bu haberi uzun uzun konuşmak isterdim fakat yazının hacminin çok arttığını fark ettim. Bu yüzden birkaç noktaya temas ederek bitireceğim.
Birincisi, yazının girişinde de değindiğim, bilginin kıymetlendirilmesi meselesi. "Her şeyin çevrimiçi" olduğu bir dünyada, insanların kendilerini koruma yollarından birisi de doğru ve yanlışı ayırt edebilme kaabiliyetidir. Özellikle çağımızda bu işin ne kadar zor olduğunu bilmeyen yoktur. Yine de öğrenilen her yeni şeye "makûl miktarda" şüpheyle bakmayı faydalı buluyorum.
İkincisi, özellikle ülkemizde de çok fazla inananı bulunan, "büyük, çok gizli, inanılmaz karanlık" planların da "çevrimiçi" sistemin dışında var olamayacağı bilgisidir. En gizli planlar artık gözümüzün önünde kuruluyor. Bu yüzden, genel kültürün ötesinde, sürekli konuştuğumuz yarının ne olacağı sorusuna cevap aramak için de, dünyayı izlemek mecburiyetindeyiz.
Üçüncüsü; edebiyat-istihbarat ilişkisi, özellikle romanın ortaya çıkmasıyla birlikte, hep sorgulanan ve üzerine konuşulan bir alan olmuştur. Çeşitli edebî eserlerden yola çıkıp, bazı tahminlerde bulunmak zaten kullanılan bir yöntemdi. Romanlardan yola çıkıp ülkeleri tanımak ise karşılaştırmalı edebiyat sahasının varlık sebebidir. O yüzden bu proje, edebiyat meraklılarını fazla şaşırtmamıştır diye tahmin ediyorum. Yine de, böylesi bir projenin iki sene devam etmesi ve üstelik bazı sonuçlara ulaşabilmesi onu ciddiye almamız gerektiğini gösteriyor.
Dördüncü ve son olarak şunu eklemek istiyorum: "Her şeyin her şeyle bağlantılı" olduğu bir dünyayı anlamak artık yalnızca istihbaratçıların işi olmaktan çıktı. "Risk analizi yapmak", şimdilik hepimizin vazifesi olmasa da, yakında "görev tanımımıza" eklenirse şaşırmamak gerekir. Vazifemiz olsun olmasın; evimizin bir köşesinde oturup, dünyanın diğer ucunda yazılmış bir kitabı - yine evimizden çıkmadan öğrendiğimiz dil vasıtasıyla- özgün hâlinden okuyabiliyor; aynı türde yazılmış birkaç romandan, evet sadece birkaç romandan, o ülkelerin geleceğini tahmin edebiliyoruz. Bu ne kadar sağlıklı bilmiyorum ama insanlar tarihin hiçbir döneminde bugün oldukları kadar bilgi paylaşmaya elverişli olmamışlardı, bunu biliyorum.
Bu haberi "dünyanın hâli" hakkında bir daha düşünmeniz umuduyla yazıya çevirdim. Almanların yürüttüğü projeyi, İngiliz gazetesinden, Türkçe blogger hesabına... Sahi ne olacak bu dünyanın hâli?
0 Yorumlar