Kazakistan bir haftada kaynadı, taştı, altüst oldu, söylenene göre şimdi biraz yatıştı. Bütün bu hadiseler yaşanırken, bizim de burada içimiz yandı.
Turan coğrafyasını, bilhassa son dönemlerde, yakından izlemeye gayret ettiğim Tetebbûların takipçileri için sır değildir. Fakat bu meseleye girmek istemedim. Hız delisi olmuş çağımızda yine de iyi dayandım, olayların sıcağıyla yorum yapmaktan kaçındım. Fakat özellikle hiçbir şey bilmeden yapılan ve büyük bir çoğunluğu cahil özgüveninden çok yarı cahil kötülüğüyle bezeli "yazılar" okudukça dayanamadım, bu satırları karalamaya karar verdim.
Güzel şeyler konuşmanın ayıp sayıldığı, birlikte yaşamanın zorlaştığı şu günlerde; birlikte yaşamayı zorlaştırmayacak bir üslûb tutturmaya gayret ederek, işkembeden sallamakla eş anlamlı kullanılan yorum yapmaktan da olabildiğince kaçınarak yazmaya çalışacağım. Türkçe (Türkiye, Azerbaycan ve Kazakistan şiveleri) İngilizce, Almanca kaynaklardan bizzat; Rusça kaynaklardan ise bilenlere danışarak tüm süreci izlemeye çalıştım. Yazıyı hazırlarken tüm bu kaynakları ikinci kez okudum, bilhassa Kazakistan'da yaşamış, Türkistan coğrafyasını tanıyan birkaç kişiyle de konuştum. Haricen, bizzat görüşmesem de, konuyla ilgili verdiği haberler veyahut yaptığı tespitler bu yazı yazılana kadar yanlışlanmamış insanların yorumlarını da notlar alarak okudum. "Bilenle bilmeyenin bir olmadığına" kanıt teşkil etmek amacıyla konuşan ve yazan insanların zırvalarına da tahammül ettim.
Girizgahı uzattığımın farkındayım. Fakat Kazakistan sokaklarına dalmadan evvel, şu hatırlatmayı yapmak istiyorum. Eğer bu yazıda; aynı dili paylaştığımız, aynı kültüre sahip bulunduğumuz Kazak Türklerini kıracak ifadeler arıyorsanız, mesela "bunların hepsi Soros'un adamı" yollu kepazelikler bekliyorsanız, okumayın. Yine, otuz senede hatası ve sevabıyla üzerinde konuşulacak bir devlet meydana çıkarmayı başarmış insanlara, babamızın oğluymuş gibi hitap edip, hemen peşine "onlar zaten Rusların köpeği" gibi terbiyesizce "çıkışlar" bekliyorsanız, tavsiyem, yine bu yazıyı okumamanız yönünde olacaktır. Bu yazının amacı kimseyi yargılamak, mahkûm etmek değil. Zaten ben de hakim değilim. Aynı şekilde "Kazakistan - Türkiye" kıyası yapmak, hiç ilgisi yokken iki devleti birlikte okumaya heveslenmek isteyenler de başka yere kussunlar. Fikir hürriyetiyle; pisliğe, münasebetsizliğe, üslûpsuzluğa, terbiyesizliğe tahammül etmek farklı şeylerdir. Benim bunlara tahammülüm olmadığını tekrarlamak istiyorum.
Gerekli açıklamaları yaptıysak, hâlen mühim kısmı karanlıkta kalan "Kazakistan olaylarını" incelemeye başlayabiliriz.
Nasıl Başladı?
2 Ocak günü Kazakistan'ın batısındaki Janaözen kentinde LPG'ye yapılan zammı protesto eden insanlar meydana çıktılar. Protestonun bilhassa Kazakistan'ın batısında çıkması şaşırtıcı değildi. Çünkü burası zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip bölgelerin başında geliyordu. İnsanlar "madem biz bu petrolün, doğalgazın sahibiyiz öyleyse neden daha fazla para veriyoruz" diye soruyorlardı. Nitekim bu soru yerel idarecilerden cumhurbaşkanına kadar hiç kimseyi rahatsız etmedi. Aksine yerel yöneticiler ve protestocular görüştü, cumhurbaşkanı da "zammın yeniden görüşülmesini" istedi. Her ne kadar bazen sesler yükselse de, aslında ortada ne kitlesel bir gösteri vardı ne de gösteri yapabilecek kadar büyük kitleler... Fakat 2 Ocak gecesi protestocular evlerine gitmek yerine meydanlarda toplandılar. Sayıları artsa da, ortada taşkınlık olarak tanımlanacak bir şey yoktu. Polis müdahale etmedi. Muhtemelen çok az kişi yarın kıyametin kopacağını tahmin edebilirdi.
3-4 Ocak: Kazakistan Yanıyor
İleride muhtemelen biraz daha fazla bilgi edineceğimiz bu iki gün, şimdiden Kazakistan sokağının "aslında şöyle olmuştu" yollu yerel menkıbelerine konu olmaya aday. Çünkü bu iki gün olayların Almatı ve Nur Sultan (Astana) şehirlerine yayıldığı, havaalanının işgal edildiği, hükümet binalarına saldırılar düzenlendiği, sokaklarda çatışmaların yaşandığı ve anlaşılan o ki devletin üst katlarında ikamet eden ağabeylerin birbirlerine girdikleri günler olarak kayda geçti.
Bu iki günü önemsiyorum. Çünkü Kazakistan hakkında konuşan herkes yalnızca 3 ve 4 Ocak günlerine odaklanarak yorum yapıyor, 5 Ocak'ta yalnız protestoların değil ülkenin de kaderini değiştiren seri kararları, bu iki güne nispetle okuyorlar. Yanlış yapıyorlar demiyorum. Fakat eksik yaptıkları ortada. Çünkü bu iki gün neresinden çekerseniz o tarafa gidecek olaylar yaşandı. Mesela; halkın Cumhurbaşkanı Tokayev ve Kurucu Cumhurbaşkanı Nazarbayev aleyhine attıkları sloganları, anayasal isteklerini, demokrasi taleplerini ve bütün bunları çok da demokratik sayamayacağımız yollarla ifade etmesinde "Soros parmağını" bulanlar oldu. Aynı yoldan ABD'yi keşfedenler çıktı. Bir kısım insan ise dışarıdan yüksek katılımı, sokaklarda insanların öldürülmesini, etrafın ateşe verilmesini gösterip "dış güçler" dedi. Bunlar Rusya da olabilirdi, Çin de. Kazakistan'ın "bunları çoktan hak ettiğini, çünkü vatandaşlarını ezmekten başka bir şey yapmadığını" ileri sürenler oldu. Bu yorumu dile getirenler, son olaylarda da Kazakistan devletini bulmakta gecikmediler. Kimisi her şeyin hayatın doğal akışına uygun olduğunu anlatırken, bazıları hiçbir şeyin hayatın doğal seyrinde olmadığını ileri sürdü.
"Eksik yaptıkları neydi?" diye sorabilirsiniz. Şuydu: herkes olayların bir tarafını tuttu. Tuttukları şeyi sevmiş olacaklar ki, bırakmadılar. Üstüne oturup, söylem geliştirdiler.
Çin virüsünün tetiklediği ekonomik krizin, yalnızca ülkemizde değil, Kazakistan'da da ciddi yaralar açtığı pek konuşulmadı. Binlerce petrol işçisi geçen sene "tasarruf tedbirleri" kapsamında kapı önüne konuldu. Kalkınmayı sağlayan Kazakistan'ın bölüşmeyi becerememesi, ülkeyi idare edenlerin günahları arasında - haklı olarak- sayıldı. Fakat Çin ve Rusya'nın komşusu olan ve çevresinde hiçbir demokratik devlet bulunmayan Kazakistan'a "sen neden demokrasi olmuyorsun" diye kızmanın fazla nahif bir görüş olduğu düşünülmedi. Devletin milliyetçi politikalar izlemeye çalışmasının sebebinin, "planlanmış bir baskı aracı" değil, aksine aşağıdan yükselen dalganın önünü almak olduğu ise hiç görülmek istenmedi. Çünkü milliyetçilik yalnızca devletler eliyle "baskı aracı" olabilirdi. Vatandaşlar, üstelik asırlarca süren Rus işgalinden sonra bağımsızlığın tadını yeni yeni almaya başlayan bir ülkenin vatandaşları, nasıl olur da milliyetçilik yaparlardı? Eşyanın tabiatına aykırıydı (!)
Protestolara dışarıdan katılım bahsinde ise Kazakistan'ın dışarıdan fazlasıyla göç alan bir ülke olması hiç değerlendirmeye alınmadı. Halbuki tutukluların kimliklerine bakıldığında, birinci sırada Kazakistan vatandaşları varken, ikinci sırada Kırgızistan vatandaşları yer alıyordu. Yoksa aranan dış güç Kırgızistan mıydı?
Bunlar, her şeyi özetlemek gayesiyle atlanan "teferruatlardı". Bu ufak, minik, mini minnacık ayrıntıları atlayınca "büyük resmi" görebiliyorsunuz. O resim, Türkiya'nın hangi vilayetinde oturup hangi lüzumsuz partisine oy attığınız gibi "önemli ve büyük" bilgilerle biraraya geldiğinde ise muhteşem tespitler yapabiliyorsunuz. Mesela Ankara metroları pandemi döneminde normalde olduğundan daha kalabalık, bence bunun sebebi dış güçlerin Mansur Yavaş'a kurdukları bir tuzak ve bunu Kazakistan üzerinden mesaj vererek yapıyorlar. Bu karikatürize ettiğim örneği, bir şablon halinde, aynen alıp işkembeden sallayanlara uyarlarsanız ne kadar uyduğunu görüp şaşırabilirsiniz.
5-6 Ocak: Bağımsızlığın Üzerindeki Gölge
Olayların bir türlü durulmaması, sokakların hakimiyetinin yanında, verilen birçok emrin uygulanmaması yüzünden devletin de hakimi olma vasfını kaybetmek üzere olan Cumhurbaşkanı Tokayev OHAL ilan etti. Aynı gün hükümet istifa ederken, Nazarbayev de Güvenlik Konseyi başkanlığını bıraktı. Tokayev KGAÖ'yü desteğe çağırdı. Örgütün Rusya haricinde üyeleri olsa da, burada yardıma çağrılan devletin Rusya olduğu, Tokayev'in konuşmasını Rusça yapmasından da anlaşıldı. "Geri dönmeye" hevesli Ruslar hemen o gece Kazakistan'a girmeye başladılar. Eski "ağabeyin" gelişi sokakların gazını aldı, "kaybolan devlet otoritesini" yerli yerine oturttu.
6 Ocak sabahından itibaren "işgal altındaki" devlet binaları istirdat edildi, havaalanı bazı seferler için açıldı, sokaklardaki silahlı çatışmalar ciddi ölçüde azaldı. Protestoların başında kesilen internet bağlantısı, tedricen açıldı.
Tabii işlerin, Amerikalıların sevdiği tabirle, bu derece "dramatik" bir biçimde düzelmesi Cumhurbaşkanı Tokayev'i "içerideki hainler" konusunda şüpheye düşürdü. Hükümetin ve Nazarbayev'in istifasına OHAL ilanı da eklenince, zaten pek de demokratik olmayan, Kazakistan'da tüm güçler Tokayev'de toplandı. Verilen emirleri yerine getirmeyenler tutuklanmaya başlandı.
Vur Emri
Abdürrahim Karakoç'un şiir kitabından değil, Tokayev'in konuşmasından bahsediyorum. Cumhurbaşkanı 7 Ocak tarihli konuşmasında, "Uyarıda bulunmaksızın ateş açma emri" verdiğini söyledi. Bu, Kazakistan sokaklarına olduğu kadar, kaybettiği devlet otoritesine de verilmiş bir mesajdı.
Ertesi gün protestolar durulurken, İstihbarat Şefi tutuklandı. Tokayev aynı gün Putin'e "teşekkür" etti.
9 Ocak'ta artık sokaklarda pek kimse kalmamışken, internet bağlantısı uzun süreli olarak açıldı.
10 Ocak'ta bir günlük "Ulusal Yas" ilan edildi. Böylece "Kazakistan protestoları" şimdilik sona erdi. Bu yazı yazıldığı sırada, resmi rakamlara göre; 200'e yakın ölü vardı ve 8 binin üzerinde tutuklama yapılmıştı.
Rusya
Protestoların sonunda; Ukrayna'da adamını sokak hareketlerine kaybeden, Belarus'taki arkadaşını ise zorla yerinde tutan Putin'in Kazakistan'da yeni bir dostu oldu: Tokayev. Kazakistan Cumhurbaşkanı koltuğunu önceleri Nazarbayev'e borçluyken, artık Putin'e borçlandı. Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) tarihinde ilk kez müdahalede bulunurken; Rusya 30 sene sonra Türkistan'a ayak bastı.
Tokayev 13 Ocak günü Rus askerlerinin çekilmeye başlayacağını açıkladı. Büyük ihtimalle çekilecekler. Zaten durmaları için bir sebepleri yok. Çünkü; 30 senedir diplomatik maharetle denge tutturan güney komşusu Kazakistan'ın; ciddi Çin yatırımlarına, içeride ve dışarıda milliyetçi politikalar denemesine ve Türklüğünü hatırlamasına, ABD'yle gerçekten iyi olan ilişkilerine rağmen başı sıkışınca "Rusça konuştuğunu" anladılar. Bu bilgi Ruslar için Kazakistan'ın ikiye bölünmesinden çok daha değerli.
"İkiye bölünme" deyince, ülkenin en önemli kenti olan ve güneyde yer alan Almatı'daki olayların bir protesto gösterisinden çok isyanı andırması, muhtemelen bütün dünyadaki istihbarat örgütlerinin ve orduların çalışmalarına konu olacaktır. Şimdilik burada yaşanan olaylarla ilgili kesin bilgilere ulaşamadığımız için, bu meseleye temas etmekle yetiniyorum. Yeni bir şeyler ortaya çıkarsa, üzerinde uzun uzun konuşuruz.
Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı
Türkiye olayların başından beri "içeriden" ciddi eleştiriler aldı. Bu eleştiriler iki uçlu görünmekle beraber, aslında tek noktada birleşmişlerdi. İki uçtan birisi "Neden orduyu Kazakistan'a sokmuyoruz" gibi ilkokul harita bilgisinden yoksunken; ikincisi "Türk Devletleri Teşkilatı zaten işe yaramaz" başlığında toplandı. Birleştikleri nokta ise cehaletti.
Türk Devletleri Teşkilatı'nın adını bile doğru düzgün yazmaktan uzak tiplerin bu eleştirileri, çok ilginç bir biçimde, toplumun her kesiminden destek gördü. Birisi "Türk İşbirliği Örgütü" diye yazmıştı. Biliyorsunuz İslam İşbirliği Örgütü vardır. Kendi kafasında "Türkçü-İslamcı" ve tabii ki o karşısında yer aldığı için doğal olarak "geri zekâlı" olan bu iktidar güruhu; iki farklı örgüte tek isim vermekten ve iki farklı yerde aynı politikayı yürütmekten başka bir şey yapamazdı. Dikkatli bakılırsa, bu "analizlerin" aslında Kazakistan'dan değil Suriye'den bahsettikleri kolayca anlaşılabilirdi.
İktidar "dünyayı tanıyamamakla" suçlanıyor. Hakikaten tanıdıklarına dair pek bir emare de göremiyoruz. Fakat kafası kendisinden hızlı dönen bu tiplerin, Türkiye'nin her hangi bir politikası hakkında fikir yürütüp, taraftar toplamaları ülkenin geleceği açısından hiç hoş şeyler söylemiyor.
Bu olayların Türkiye açısından yapılacak tek "analizi" şudur: Kazakistan'a dair hiçbir şey bilmiyoruz. Bu alana önümüzdeki süreçte daha fazla eğilmemiz gerekiyor. Kimse üzerine düşmezse, ben tek başıma da olsa, öğrendiklerimi aktaracağım. Bunu da not olarak düşmek istedim.
"Devlet politikası" açısından bakıldığında iki ihtiyacın Türkler için ne kadar hayatî olduğu meydana çıkmış durumda: Güçlü ordu. Güçlü medya. Bu iki cümle kendilerini anlatmaya muktedirdir o yüzden açıklama yapmayacağım. Yalnızca Kazakistan'a giren ordunun Rus ordusu olmasının yanında; bütün dünyanın olayları Rus medyasından öğrendiğini belirtmekle yetineceğim.
Sonuç Niyetine: Yasak Meyve
Derler ki, tarihte ilk elma ağacını Alma Ata dikmiştir. Ağacın yetiştiği yer ise bugünkü Almatı şehridir. Elma Türk mitolojisinde geniş bir yer tutar. Birçok masalımızda "gökten üç elma düşer". Bu meyve, birçok hadisenin sembolü kabul edilmiştir. Olgunluk temsil ettiği şeylerin başında gelir.
Umarım Kazakistan refah içinde ve insanına değer veren huzura bir an önce kavuşur. Kazakistan'ın payına elmanın olgunluğu düşer.
"Dışarıdan bakmakla içinden gelmenin farkını" ayırt etmek ise, inşallah, bizim tepemize düşen elmadan alacağımız hisse olur.
Eğer bu iki elma böyle olgunlaşırsa, üçüncüsü çürür. O da ötekilerin payına düşer. Aksi durumda her şey şimdi olduğu gibi sürer. Yani, elmamızı başkaları yerken, biz evimizin rahat koltuklarında dünyaya kızmaya devam ederiz.
0 Yorumlar