Önemli uyarı: Bu yazıyı okumaya başlamadan önce kafanıza briyantin sürmeniz ve oynat tuşuna basarak Danimarka Millî Senfoni Orkestrası'nın icra ettiği eseri başlatmanız gerekmektedir. İlk şart yerine getirilemese de olur ama yazının ruhunu anlamanız için ikincisi gereklidir.
Bundan tam 50 sene önce, 24 Mart 1972'de, Mario Puzo'nun çok satan kitabından uyarlanan filmi sinemada izlemeye gidenler, daha koltuklarına yerleşmeye fırsat bulamadan karşılarında şöyle bir sahne buldular: Kel bir adam, göz hizalarında duruyor ve onlara "Amerika'ya inanıyorum" diyordu. Ardından, iki buçuk dakikada kızının serseriler tarafından nasıl dövüldüğünü, kendisinin ne kadar üzüldüğünü ve "iyi bir Amerikalı" olarak gittiği mahkemenin serserileri hemen serbest bıraktığını anlatıyordu. Bu esnada gerisin geriye giden kamera sayesinde, hem konuşan adamın gözleri kayboluyor hem de bu kadar derdi anlatıp, yardım talebinde bulunacağı kişinin seyirci olmadığı anlaşılıyordu.
1945 Ağustos'unun son cumartesi günü, yani gözü yaşlı adamın yardım dilenmeye geldiği gün, "Baba" bir tanecik kızı Connie'nin düğününü yapmaktadır. Sicilya töresine göre, kızının düğününü yapan baba kendisine gelen istekleri yerine getirmekle yükümlüdür.
Sonradan "ölü gömücü" olduğunu öğreneceğimiz "Amerika'ya inanan" adam, bir bakıma meslektaşı sayılan ve Amerika'ya pek de inanmadığını daha sesini duyduğumuz ilk anda "Neden önce polise gittiniz de bana gelmediniz?" sorusunu sorarak gösteren Don Corleone'ye yalvarmaktadır. Marlon Brando'nun o anda sette dolanan bir kediyi kucağına almasıyla ve meşhur makyajı sayesinde olduğundan yaşlı görünmesiyle başlı başına kült olan bu sahne; yine Brando'nun, henüz kamera kendisine dönmeden, ufak bir el hareketiyle yalvaran adama su ikram edilmesini sağlaması sayesinde "el hareketiyle oyunculuk" alanında da tarihe geçecekti. Puzo'nun aynı adlı kitabından sinemaya aktarılan The Godfather'ın tamamını özetleyecek hâlim yok, fakat temayı vermesi bakımından, benim izlediğim en iyi açılış sahnesine sahip film olduğunu kayda geçirmem gerekiyor. Sadece üç dakikada; üç mühim kavram tartışmaya açılıyor: Adalet, güç ve aile. Filmin tamamında (hatta üçlemenin tamamında) bizi üzerine yeniden düşünmek mecburiyetinde bırakan üç kavram. Ama bunların hiçbirisi filmi anlamamız için yeterli değil.
Anahtar Kavram: Veraset
"Ona reddedemeyeceği bir teklifte bulunacağım."
Dört çocuk babası bir İtalyan göçmeni olan Vito Corleone'nin Connie haricinde kızı yoktur. Öteki çocuklarının isimleri, sırasıyla; Santino (Sonny), Fredrico (Fredo) ve Michael'dır. Corleone ailesi hakkında bu kadar bilgi vermemin (veya hatırlatmamın) sebebi, bizi filmin anahtar kavramına yaklaştıracak olmasıdır.
Filmin yönetmeni Francis Ford Coppola anahtar kavramın "succession" olduğunu söylüyor. Yani, veraset.
İnsan dayanma kuvvetine sahip bir varlıktır. Kimisi parayla sağlık satın alır, kimisi bir fikrin peşinde sürünür, bir başkası mutlu yarınlar mottosuna yaslanır ama neticede hepsi hayatta kalır. Bir şekilde hayatta kalabilmiş insanın kaçamadığı iki şey vardır: Ölüm ve devamlılık fikri. Eğer devam fikri ortadan kalkarsa ölüm de anlamsızlaşır.
Bazı insanlar kendilerini gerçekleştirir, bütün savaşları kazanırlar. Kimisi de, tam tersine, bir türlü tutturamaz. Bazıları birkaç adım atar bazılarıysa yolu yarılar. Neticede herkes ölür. Kimisi bütün başarısızlıklarını sonra gelenin omzuna yükler, onun başarmasını ister. Yolu yarılayanlar, kalanını arkadan gelenlerin devam etmesini diler. Birkaç adım atanlar, arkadakinin de birkaç adım atmasını teşvik eder.
Kimisi de kazanabileceği her şeyi kazandıktan sonra bu başarının daim olmasını temenni eder. Özellikle klasik aile yapısında bütün bu ilişkiler baba ve oğul arasında kurulur. Godfather tam olarak son örneğin üzerinde yükselen bir hikâyedir.
Sıfırdan gelerek; para, itibar ve güç kazanmış, bir "aile" kurmuş olan Vito Corleone başarısının kendisinden sonra da sürmesini ister. Babası, ağabeyi ve annesi öldürülen, çocuk yaşta Sicilya'dan Amerika'ya kaçan Vito, varis yönünden şanslıdır. Dört evladı vardır ve üçü erkektir.
En büyük oğlu, öfkesiyle meşhur, Sonny'dir. Kadınlara, içkiye ve aynı zamanda ailesine düşkündür. Çabuk öfkelenmesi ve düşünmeden hareket etmesi sebebiyle Baba'nın varis olarak düşünmediği oğludur. İki numara Fredo çocukluğundan beri hastalıklarla boğuşmuş, güçsüz ve otoritesiz birisidir. Kendisi korunmaya muhtaç görünen bu evladın, Baba'nın mirasını koruması mümkün değildir.
En küçük kardeş "Mikey" ise başına buyruktur. Sicilyalı olmasına rağmen Amerikan ordusu için savaşmış, üstelik bu işi yapabilmek amacıyla eğitimini yarıda bırakmıştır. 1945 Ağustos ayının son cumartesi günü, koluna Amerikalı sevgilisi Kay Adams'ı takıp, kız kardeşinin düğününe gelen ve bu vesileyle babasıyla barışan Michael Corleone'nin üç film boyunca sürecek ve "uzun yaşama lanetinin" ardından ölümüyle bitecek trajedisi böylece başlar. Çünkü o babasının esas oğludur. Her ne kadar Vito onun "senatör Corleone" hatta "başkan Corleone" olmasını istese de, babasının "işleriyle" uzak yakın alakası bulunmayan ve İtalyandan çok Amerikalı gibi yaşayan Michael Corleone "tacın varisi" veyahut biraz daha Türkçeleştirirsek "New York'un sefiri" olacaktır.
Hikâyenin ana aksı Vito'dan Michael'a aktarılan mirasın üzerinden yürür. Mafyadan iğrenen Michael'ın; önce babasının intikamını almak için elini kana bulaması, ardından kanla yoğrulmuş ata yurduna, Sicilya'ya gidip "özünü" keşfetmesi ve nihayetinde Baba'nın daha hayattayken koltuğunu ona bırakmasıyla yeni Godfather olmasına evrilen süreç Michael Corleone'nin ismiyle anılacak trajedinin birinci perdesidir. Perdenin indiği dakikalarda, yani birinci filmin sonundaki meşhur vaftiz sahnesinde, bütün kötüler ve hainler cezalarını çekerler. Seyirci hakiki bir arınma yaşar.
Tragedya Nedir?
"Bu dünyada herhangi bir şey kesinse, tarih bize bir şey öğretebildiyse, o da istediğin herkesi öldürebileceğindir."
Aristoteles'in Poetika'sından öğrendiğimize göre; insanların korku ve acıma duygularını harekete geçirmek amacıyla yazılan tragedyalar, bir çeşit arınmaya (katarsis) hizmet ediyordu.
Konusunu çoğunlukla mitolojiden almakla beraber; seçkin kişiler de sahnede "taklit" edilebiliyordu. Ama ben, Godfather bağlamında, Aristoteles'in şu tespitini öne çıkaracağım: "Kimilerine göre, iyi örülmüş bir öykünün çift yanlı sonuçtan çok, tek yanlı bir sonucu olmalıdır; baht dönüşü de felaketten mutluluğa değil, tersine mutluluktan felakete dönmelidir. Bu da ahlakî kötülükten ötürü değil de, yukarıda bildirilen özellikten, yani kötüden çok, iyi olan bir kişinin işlediği ağır bir suçtan ötürü olur. Edebiyat tarihinin gösterdiği gelişme de bunu doğrular. Çünkü, başlangıçta ozanlar, gelişigüzel her mitik konuyu işledikleri hâlde, şimdi tragedyalar, sadece birkaç ailenin başından geçenleri konu alıyorlar" diyor ve babasını öldüren Oidipus veya annesini öldüren Orestes örneklerini veriyor. Yani tragedyanın mevzuu olan günah, hikâyeye konu edilen ailenin içinde işleniyor. Ayrıca Aristoteles, ozanların konu seçerken "düşünsel becerilerinden çok, rastlantılarla" yazdıklarını, dolayısıyla "daima bu gibi korkunç alın yazısını yaşamış ailelere başvurmak gereğinde kaldıklarını" söylüyor.
Serinin kapanış filmindeki meşhur sahneyi gözünüzün önüne getirin: Şeker komasına giren Michael Corleone, kızkardeşinin ve yeğeninin kollarında zorlukla ayakta durmakta ve bağırmaktadır: "Fredo, Fredo!"
Fredo, yani ihanetiyle Michael'ın "kalbini kıran" ve yine Michael tarafından öldürtülen ağabey!
Yine ikinci filmde, sinema tarihinde galiba ilk kez, aynı anda iki hikâye seyrederiz. Bir tarafta gittikçe yükselen Michael'ın, öteki tarafta Vito'nun Sicilya'dan başlayan hikâyesini... Vito'nun başından geçenler tabii ki, Aristoteles'in tabiriyle "eposu uzatan episodlardandır". Çünkü bu Michael Corleone'nin trajedisidir. Vito'nun yükselişi Michael'ın yükselişiyle paralel ilerlerken; Vito'nun kurduğu ailenin Michael eliyle paramparça edilmesi filmin sonundaki arınmanın kaynağını teşkil eder. Fakat tragedyaların, kahramanlarını, "ahlâk bakımından üstün insanlar" olarak göstermesi sebebiyle Michael'ın tarafını tutarız.
Buradan hareketle Godfather 2'nin son sahnesini aslında filmin temasını doğrudan veren, epik anlatımın zirvesi kabul edebiliriz. İlk filmin sonunda Mikey, "Michael Corleone" olarak rüştünü ispat etmişti. Babasıyla arasında benzerlikler bulunmakla birlikte muazzam farklılıklar da söz konusuydu.
Vito; gelenek, aile, entrika ve güç demekti. Belki Vito'dan fazla güç ve entrika demek olan Michael ise aynı zamanda geleneklerden kopma ve bireyin yükselişi anlamına geliyordu. Bu "ailenin" parçalanması demekti.
Son sahnede; fonda yürüdüğü yolu sembolize eden "taşlık", önde sakin, bacak bacak üstüne atmış ve belli ki uzun süredir bu vaziyette düşünen Michael Corleone; sinema tarihinde bir karakterin sadece oturarak efsane olmayı başardığı, inanılmaz oluşu sadeliğinden gelen bir sahneye imza atmış oluyordu. Bu sahne hikâyenin gücünü göstermesi açısından hakikaten ilgi çekicidir. Sakin sakin oturan adam babasını ve mutlu aile tablosunu özlemektedir. Çünkü; bir ağabeyi öldürülmüş, öteki ağabeyini zaten kendisi öldürmüş; Sicilya'daki karısı arabaya konulan bombayla havaya uçurulmuş bir adamdan bahsediyoruz. Eniştesini öldürdüğünü, bu yüzden karısına yalan söylediğini ve yine ikinci filmin sonunda terk edildiğini de unutmuyoruz.
Böylece Michael'ın babasının yerini alışı başlığıyla tarif edebileceğimiz ikinci perde kapanıyor ve "Michael Corleone'nin yalnızlıkla kavgası" isimli üçüncü perde açılıyor.
Üçüncü Film
"Ailesiyle vakit geçirmeyen bir adam asla gerçek bir adam olamaz."
Sinema tarihinde Godfather 2 kadar övülen film ne kadar azsa; üçüncü film kadar yerileni de o kadar azdır. Oyunculardan oyunculuklara; senaryodan kamera açılarına kadar yerin dibine geçirilen film, birçokları tarafından "yok" farz edilmektedir. Nitekim bu durum yönetmenin bile canını sıkmış olacak ki, 2020 senesinin Aralık ayında, millet Çin virüsünün korkusundan sokağa çıkamazken, oturmuş filmi yeniden kurgulamış. Bununla da yetinmeyen Coppola, filmin "The Godfather Part 3" olan adını da değiştirmiş ve "Mario Puzo'nun Godfather'ı, Sonsöz: Michael Corleone'nin Ölümü" koymuş. Bu isim bizim konuyu ele alışımız açısından önemlidir.
Üçüncü filmi Pietro Mascagni’nin meşhur Cavalleria Rusticana operası paralelinde anlatmayı tercih eden Coppola, aradan geçen yıllarda kaybettiği ortağı Puzo'yu sanatkârane bir şekilde anıyor. Nasıl Sofokles'in Oedipus'u varsa, nasıl Shakespeare'in Hamlet'i varsa, Mario Puzo'nun da Godfather'ı var diyor.
Yazarının ve eserinin ismini bu kadar yukarıya konumlandıran filmin, elindeki hikâyeyi mütevazı bir üslûpla anlatması mümkün olamazdı. Bu yüzden heybetli bir anlatım biçimini tercih etti. Godfather, neredeyse olağanüstü denilecek seviyede heybetli bir hikâyedir. Tıpkı, Shakespeare'in trajedileri, Kadîm Yunan'ın tragedyaları gibi...
Üçüncü filmin "yeni isminin" geri kalanına, yani "Michael Corleone'nin Ölümü" bölümüne, gelince şunu söylemem gerekiyor: Part 3'ün sonunda portakalın elinden düşmesiyle ölen Michael, bu filmin sonunda yine aynı sandalyede oturuyor ama bu sefer ölümünü görmüyoruz.
Üçüncü filmin sevilmemesinin esas sebebi; Aristoteles'in peripetie dediği, "eylemlerin düşünülenin tam tersine dönmesi", trajedinin tamamı düşüşü anlatan üç perdesini peşpeşe vermesidir. (Yeni kurguda biraz daha anlaşılır hâle getirerek.) Yani Michael'ın kurtulmak istediği yalnızlıkla kavgası, yeniden bir aile olmak isterken kızının ölümü sonrasında yalnızlığı kabul edişi ve son perdedeki ölümü. Yeni kurguda ölmemiş olması son perdenin tragedya mantığıyla yeniden ele alındığını gösteriyor. Çünkü tragedyalarda kahramanın ölümü sahnede olmaz. (Aslında hiçbir kanlı olay sahnede olmaz ve Godfather bir mafya filmi olmasına rağmen buna elinden geldiğince riayet eder.)
Modern Tragedya
"Düşmanlarından nefret etme, bu senin yargılama yetini etkiler."
Godfather, her şeyin hızlandığı çağımızda, farkını inadına yavaşlığında gösteriyor. İlk kez beyaz perdeye yansıdığında dahi yavaş bir film olmasına rağmen, bugün bile izleniyor. Çünkü insanoğlu tragedya türüne doyamadı. Godfather ise sinema yoluyla oynanan bir tragedyadan başka bir şey değil.
Godfather, mafyayı anlatan ilk kitap olmadığı gibi, İtalyan mafyasını konu alan ilk film de değildi. Ama Yunan trajedisi, eski Yunan'ın parçası olan Sicilya'dan gelen bir aile, yazarın Balzac hayranlığı ve bütün bu hikâyenin ABD'de geçmesi onu başka bir boyuta taşıdı. Fakat esas önemlisi, Godfather üslûb sahibi bir filmdi. Üslûb sahibi bir yazar ve yönetmenin elinde, muhteşem oyuncuların katkısıyla, ölümsüz oldu. Bizlere, filmin içinde tartıştığı; göç, güç, aile, getto, şiddet, adalet, gelenek- yenilik çatışması ve tabii ki verasetin yanında şu konuyu da düşündürmeyi başardı: Tragedya, yani dünya tarihinin en eski hikâye anlatma biçimi, nasıl oluyor da bir türlü eskimiyor?
Kapanış
"Sicilyalılar "Cent'anni" dilediğinde, bu 'uzun ömür' anlamına gelir… ve bir Sicilyalı asla unutmaz."
Yukarıda tragedyayı açıklarken Aristoteles'e başvurmuş ve onun "taklit" tabirini kullanmıştım. Aristoteles'in "taklidi" bir objenin idealize edilmesidir. Yoksa aslı varken çakmasının öne çıkarılması değildir. Ama, bu, onun yine de "çakma" olduğunu değiştirmez. Bu müthiş tespitle Aristoteles ustayı kendi silahıyla vurduk diye sevinirken; ak sakallarını sıvazlayan ihtiyar Yunan öfkeyle sorar: Gerçek nedir? Zaten idealize olmuş şey değil mi?
Cevap veremeyiz. Bu tarz durumlarda yapılacak tek mantıklı şeyi yaparak hemen bir sigara yakar ve bulunan ilk izleme aygıtından Godfather Part 2'nin "masa sahnesini" bulup izlemeye başlarız.
Tragedya müzikten doğdu, der Nietzsche. Tabii ki kastettiği ilahî, kutsal bir müzikti. Umarım yazının başına koyduğum linkten Nino Rota'nın ilahî olmasa bile hakikaten çok güzel olan "müziğini" başlatmışsınızdır. Eğer böyle yapmadıysanız, bu yazının bitişi size üçüncü filmin sonu gibi gelebilir.
Müziği dinliyorsanız muhtemelen şu anda bitmek üzeredir. Müzik biter, perde iner, tragedya sonlanır.
Bizde yazıya noktayı bir Sicilya atasözüyle koyalım: “En iyi söz hiç söylenmeyendir.”
Grazie Puzo e Coppola.
.jpeg)
0 Yorumlar