Dokuzuncu yazıda biraradayız. Blog Notlar serisinin esbab-ı mucibesi gereği hatırlatmak icap ediyor: Bu seride yer alan notların birbiriyle alâkası yoktur. Her birini ayrı düzlemlerde değerlendirmek veyahut daha iyisi okuyup geçmek gerekmektedir.
Bu yazıda; maliyetsiz milliyetçilik üzerine birkaç kelâm edecek, dil yâremize değinecek, coğrafyayla dövüşme sevdamıza çekişecek, Peyami Safa'nın bir röportajından alıntı yapacak ve Nazım Hikmet'in sevdiğim bir mısraını paylaşacağım.
"Görsel" bölümümüzde taraftarı olduğum Samsunspor'un 1988-89 sezonundan bir fotoğrafını hatırlatacak, kitap tavsiyesi kürsümüze Henry Kissinger'ın Dünya Düzeni'ni konuk edeceğiz.
Buyurun başlayalım.
1
Maliyetsiz Milliyetçilik
Milliyetçi olduğunuzu söylemek istiyor ve çekiniyor musunuz? Çekinmeyin. Milliyetçi olmanın bir bedeli olduğunu mu düşünüyorsunuz? Düşünmeyin. Şimdi ben bütün milliyetçiler adına konuşursam birileri bana kızar diye mi dert ediyorsunuz? Etmeyin.
Kusura bakmayın reklam metni gibi bir giriş oldu. Fakat kabul edin "saçmalamaktan korkmayan" sarı kola reklamından daha iyi bir metin benimkisi. Hem de daha doğru.
Türk milliyetçiliği deyince insanların aklına genellikle "sert" bir görüntü geliyor. Fakat Türk milliyetçiliği - özü itibarıyla - sertlikten ziyade esnekliğe dayanır. Zannedilenin aksine, bugün milliyetçilik denilen meslek para ediyorsa, sert olduğundan değil esnek olduğundan para ediyor.
Esnek deyince lastik gibi çekilip, kopan bir esneklikten bahsetmiyorum. Bir ayağını daima buraya koyan, diğer ayağını da ilkine göre ayarlamaya gayret gösteren bir esneklik. Ağırbaşlı bir esneklik yani.
Sertlik, savaş kazandırmaz. Esneklik, savaşı bitirir. Sertlik, siyaseten bir işe yaramaz. Esneklik, siyasi manevra imkânı sağlar. Sertlik, geniş kesimlerle duygu birliği sağlayamaz. Esneklik, asgari müşterekte birleşmeyi temin eder.
Türk milliyetçiliği, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu ideolojisidir. Yani, bu topraklarda oynanacak oyunların tamamının onur konuğu, hepsinin esas oyuncusudur. Türk milliyetçiliği bugün ayaktaysa, baş oyuncu boşluğunun yüzünden ayaktadır. Yeniden masanın başına geçene kadar, şimdiki - yarı ölü - durumun sürmesi mukadderdir. Diriliş ise zihinlerin esnemesindedir.
2
Peyami'den Nefis Bir Cevap
Hayat Mecmuası'ndan Mustafa Baydar Peyami Safa'ya sorar:
– Sonradan pişmanlık duyduğunuz bazı yazılarınız var mı?
Peyami cevaplar:
– Bütün yazılarımdan pişmanım. Onlardan utandığım için daha iyilerini yazmağa çalışıyorum.
(Hayat, 6 Eylül 1957)
3
Zavallı Türkçemiz (Türkçe'yi Ezmek)
Hintli dostlarımız asırlarca İngilizler tarafından sömürülmelerinin intikamını İngilizceye tecavüz ederek alıyorlar. Peki biz neden Türkçe'ye saldırıyoruz?
"Yumuşak güç" unsuru olarak kabul ettiğimiz televizyon dizilerimizde oyuncular "dudak Türkçesi" konuşuyorlar. Hem takip edilemeyecek kadar hızlı hem de anlaşılmayacak kadar kapalı... Aynı oyuncular bir de film "çevirdikleri" için benzer sıkıntılarla sinema sahasında da karşılaşıyoruz. Televizyon spikerlerimiz gemi azıya alalı epey oluyor. Okullarda Türkçe öğretemiyoruz. Hakikaten biz bu Türkçe'den ne istiyoruz?
4
"Anlamağa çalışıyorum inanmayı yitirmenin pahasına" Nazım Hikmet,
Kocalmağa Alışıyorum şiirinden.
5
Samsunspor'un 1988-89 Kadrosu
20 Ocak 1989'da Türk futbol tarihinin en acı olaylarından birisi yaşandı. Samsunspor kafilesini taşıyan otobüs şarampole yuvarlandı. Hem kulübün hem de şehrin hafızasında yer eden bu hadisede; teknik direktör Nuri Asan ve otobüs şoförü Asım Özkan haricinde üç futbolcu (Muzaffer Badalıoğlu, Mete Adanır ve Zoran Tomic) vefat etti, iki futbolcunun ise kariyeri noktalandı.
Bu elim kaza olmadan önce, 1988-89 sezonunda çekilen, fotoğraftaki futbolcuların isimleri şunlardır (soldan sağa):
Ayaktakiler: Nasır Beadini, Fatih Uraz, Kasım Çıkla, Agim Cana, Muzaffer Badalıoğlu (kazada vefat etti), Burhanettin Beadini.
Oturanlar: Orhan Kılınç, Erol Dinler (kaza sonucu futbolu bırakmak zorunda kaldı), Zoran Tomic (kazada vefat etti), Uğur Terzi, Mustafa Sinecek.
Karede olmayan ve geçenlerde vefat eden Emin Kar da, yine kaza sonucunda futbolu bırakmak zorunda kalmıştı.
Fotoğrafı, Ayaktakiler Oturanlar isimli internet sitesinden aldım. Ayaktakiler Oturanlar, özellikle Türk futboluyla ilgili tarihî fotoğraflar paylaşıyor. Üzerine tıklayarak siteye gidebilir ve taraftarı olduğunuz takımın eski dönemlerine bir göz atabilirsiniz. (Site ismini maç öncesi çekilen fotoğrafların tanıtım bölümünden alıyor. Yani, yukarıda benim de yaptığım gibi, oyuncuları "ayaktakiler" ve "oturanlar" şeklinde tasnif etmekten...)
6
Coğrafyayla Dövüşmek: Anadolu- Rumeli Dikotomisi
Havas takımı pek farkında olmasa da, avam "kamarasında" uzun zamandır yürüyen bir tartışma vardır: Anadolu-Rumeli rekabeti. Bu "rekabet" hiçbir zaman sağlıklı olmamakla birlikte, şimdilerde taraftarların radikalizme varan söylemleriyle çığrından çıkmaya başladı.
Anadolu faşistleri; devleti "Rumelili Yahudi dönmelerinin" "işgalinden" kurtarmak istiyorlar. Rumeli faşistleri ise Anadolu "insanına" "medeniyet götürmeye" kararlılar. Yani birinciler devleti "yeniden" biz parantezine almak; ikinciler ise vatandaşları eğitmek, "adam etmek", "yeniden düzenlemek" istiyorlar.
Bu tarihin açık ara en aptalca dikotomisidir.
Devleti değil Rumeli'yi biz parantezine katmaya niyetli bir Anadoluculuk kabul edilebilir. Anadolu'yu değil devleti adam etmek, yeniden düzenlemek isteyen bir Rumelicilik de pekâlâ savunulabilir.
Fakat memleketin selâmetini düşünüyorsak; bizi bu kadar kolay, bu derece zahmetsizce bölen ve insanı hayret ettirecek kadar aptalca olan bu dikotominin başını ezmeliyiz.
Kitap Tavsiyesi: Henry Kissinger - Dünya Düzeni
Rusya'nın Ukrayna'yı işgali vesilesiyle daha sık tartışmaya başladığımız konulardan birisi de, "yeni dünya düzeni"dir. Şimdiki düzenin jandarması ve ağababası olan ABD'nin tamamen dışarıda kaldığı bir düzen inşa etmek ise imkânsızdır. Peki, ABD'nin düşünce yapısı nedir ve ABD "yeni dünya düzeni" tartışmalarına - bilhassa resmî düzeyde - nasıl bakmaktadır?
Bu sorulara dünya yüzünde cevap verebilecek belki de en yetkin kişi Henry Kissinger'dır. Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Danışmanlığı gibi vazifelerde bulunmuş, şeytanî zekâsıyla daima güce yakın durmuş ve ne münasebetle olduğu anlaşılamasa da Nobel Barış Ödülü almış olan Kissinger emekliliğinde boş durmak yerine kitaplar yazdı, yazıyor. "Diplomasi" başlıklı kitabı uluslararası ilişkiler disiplinine meraklı insanlarca büyük bir ilgiyle okunan Kissinger, 2014'te yazdığı (2016'da dilimize çevrilen) Dünya Düzeni kitabıyla tarih ve diplomasinin ışığında; güç-meşruiyet dengesini ve "düzen" kavramını tartışıyor.
"Ama güvenliği her kuşakta bir dahi yaratmaya dayanan bir ülke, hiçbir toplumun beceremediği bir iş üstlenmiş olur." (s.91) diyen ve lisans tezini "Tarihin Anlamı" üzerine yazan Kissinger, "Uluslar açısından tarih, karakterlerinin insanlara verdiği rolü oynar." (s.185) hatırlatmasını yapıyor.
Bugünlerde ateşi düşse de uzun zaman tartışmayı sürdüreceğimiz Rusya'nın tutumu hakkında, Çar Aleksey'in bakanı Naşçokin'in şu sözünü hatırlatıyor: "devleti her yöne genişletmek, Dışişleri Bakanlığı'nın işi budur." (s.64)
2. Dünya Savaşı'yla ilgili "Avrupa'nın kültürünün ve siyasi özgüveninin mahvolması" (s.280) tespitini yapan Kissinger; NATO'yu kolektif güvenlik ve ittifak kavramlarının kaynaştırıldığı bir kurum olarak değerlendiriyor. (s.290)
Amerika'nın, yeni bir düzen teklif edebilmek için ilk yapması gereken şeyin "kendisiyle uzlaşmak" (s.357) olduğunu söyleyen yazar; kitabın son bölümünde nükleer silahlar ve siber uzay hakkındaki fikirlerini belirtip, bunların dış politika yapımına etkilerini tartışıyor. (Kitabın en kaydadeğer bölümü.)
Bir Amerikalının, yine Amerikalılar okusun diye yazdığı bir kitap olduğu için, üstelik yazarı geniş kesimleri işin içine katmak (ve tabii ki manipüle etmek) kaygısı da güttüğünden, kimi yerlerde basitleşse de Dünya Düzeni sırf bu saydığım sebeplerden okunmalı. Amerika ne düşünür? Nasıl düşünür? Bu sorular hakkında malûmat edinmek ve bizde pek girilmeyen teknoloji-siyaset, nükleer-siyaset konularıyla ilgili en azından fikir sahibi olmak için Kissinger hâlâ en önemli kaynak olma vasfını koruyor. Tavsiye ederim.
0 Yorumlar