Türk hikâyeciliğinin zirvelerinden olan Sabahattin Ali med-cezirli bir adamdı. Hayatının farklı devrelerinde birbirine taban tabana zıt fikirleri savundu. Esas hareket sahası hikâyecilik olmakla beraber, romana, şiire ve tiyatroya bulaştı.
Toplumun meselelerini dert edinmek gayesi etrafında kurguladığı edebiyatında bu amaca ne kadar ulaştı, burası tartışılır. Fakat Türk edebiyatında kalıcı bir iz bıraktığı hâlen okunan kitaplarından anlaşılıyor.
Sabahattin Ali'nin Yarı Münevver makalesinde, hayatının siyasî tartışmalara aktif katıldığı döneminde, en iyi bildiği çevre olan Türk intelijansıyasını kritik ettiğini görüyoruz. Ali'nin en kuvvetli eleştiri yazılarından birisi olan bu makalede kayda geçirilen "tip" güncelliğini korumaktadır. Bu yüzden paylaşmaya karar verdim.
Makale ilk kez Yurt ve Dünya Dergisi'nin, Haziran 1943 tarihli, 30. sayısında yayınlandı. Yurt ve Dünya Dergisi, Hilmi Ziya Ülken'in tabiriyle, "Marksist ve militan" idi. Ocak 1941- Mart 1944 arasında toplam 42 sayı çıkan dergi, üç sayısı birarada basıldığı için 39 nüsha olarak yayınlandı.
Sabahattin Ali'nin bir kısım yazılarının toplandığı "Markopaşa Yazıları ve Ötekiler" başlıklı derlemede de yer verilen fıkra, nedense, Yurt ve Dünya'nın 23. sayısında yayınlandığı notu düşülerek paylaşılmış. (YKY, 1. Baskı, 1998) Bazı kitap ve internet siteleri de bunu olduğu gibi aktarmışlar. Halbuki Hasan Dinçer'in "II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’de Bir Dergi: Yurt ve Dünya" makalesinin dipnotlarında doğru olarak, Yarı Münevver yazısının 30. sayıda yayınladığı yazılmış. Dizgi hatasından meydana geldiğini düşündüğüm bu yanlışın müteselsil baskılarda tekrar edip etmediğini bilmiyorum. Umarım düzeltilmiştir. Bu lüzumsuz dipnot meselesini uzatmıyor, sizleri Sabahattin Ali'yle baş başa bırakıyorum.
"Bizde birkaç sahifeden fazla yazı okumağa tahammülü olmayan bir “yarı münevver” zümresi vardır. Bunlar ruhları hasta, iradeleri gevşek, kafalarını bir nokta üzerinde uzunca bir zaman tutmak kabiliyetinden mahrum birtakım psikopatlardır. Bu tip insanların kafası hayatın bütün ciddi meseleleriyle alâkalarını kaybettiği için hiçbir şey onları sahiden sarsmaz. Bir çocuk tecessüsü ile her şeye şöyle bir dokunurlar ve derhal daha ne olduğunu anlamadan bırakırlar… Kütleşmiş ve hassaslığını kaybetmiş alâkalarını bir an uyandırmak için daima başka şeylere muhtaçtırlar. Konuşmaları bile böyledir. Fevkalâde merakla sordukları bir şeyin cevabını dinlerken zihinleri avuçlarının içinden gidiverir, daha siz üçüncü cümleyi söylemeden o, mevzunuzdan şaşılacak kadar uzaklardadır. Ne dediğinizin farkında bile olmadan size, bütün o zavallı saflığı ile, kendisine yeni hediye edilen bir tablodan, dün falanca ile ettiği kavgadan veya maaşına hâlâ zam yapılmadığından bahsediverir.
Ömürlerinde asla bir fikir sahibi olmayacak kadar ruhları tembeldir, bugün şu fikir, yarın öteki fikir kırpıntısını beraberlerinde gezdirmek suretiyle münevver insan olduklarını kendilerine isbata kalkarlar. On dakika içinde maddî ve manevî her çeşitten en aşağı on mevzua dokunup geçtiklerini görmek insana adetâ dehşet verir. Bir meseleyi başından alıp sonuna kadar götüremeyecek derecede uyuşuk oldukları ve “ideophobie” diyebileceğimiz bir nevi “fikrî faaliyetten korkma” illetine tutulmuş bulundukları için yanlarında her hâdise hakkında hazır birer hüküm reçetesi taşırlar… Bahis mevzuu olan birçok meseleler için düşünmeye lüzum kalmadan ortaya sürülebilecek selahiyetli kararları vardır ve bunlar üzerinde asla münakaşa kabul etmezler. Her türlü itirazı, yine dağarcıkta hazır olarak bulundurdukları bir bayat nükte, istihfaf dolu bir hayret pozu ile önlerler.
“Yarı münevverler” arasında salgın bir halde bulunan bu hastalığın malûllerine her zaman, her yerde rastlarız. Öylelerini görürsünüz ki, rikkat uyandıracak kadar samimî, rahat; karşısındakine önünü ilikletecek kadar az mütevazı tavırlarla, meselâ bir romancının yanına sokulurlar, ellerini onu himaye ve siyanetleri altına alır gibi omzuna korlar, “Kardeşim, hikâyelerini çok beğeniyorum!.. Fakat ne diye romana başladın? Romanda muvaffak olamıyorsun… Tekrar hikâyeye dön!” derler. Romancı bu irşadlara tabiî teşekkür eder, fakat aradan birkaç gün gibi az bir zaman geçince herhangi bir romanındaki bir kahramanın herhangi bir hareketi hakkında onunla konuşmağa kalkar, o zaman iki gün evvelki sözlerini pek çabuk unutan hazin dost: “Ha, vallahi ben senin o romanını aldım, ama daha okumadım” veya “Kusura bakma kardeşim, sen o romanı bana vermişsin ama, falanca aldı, bir daha da getirmedi” der ve birkaç gün fasıla ile o muharririn romanlarının hiçbirini okumadığını meydana vuruverir.
O zaman bu hazin dostun neden hikâye yazmayı tavsiye ettiğini düşünürüz: Nasılsa tatlı canını sıkıntıya sokmuş, şundan bundan, şu veya bu yazarın adını duyduğu için birkaç kısa hikâye okumuştur. Bu yazılar hakkında, yine şundan bundan duyduğu şeylere dayanarak muharrir hakkında belki de müsbet bir hüküm vermiştir. Ve büyük bir tevveccüh göstererek onu okumanın bir münevver için lâzım olduğuna kanidir. Fakat psikopatlığı beş on sahifelik hikâyelerden daha uzununu okumasına imkân vermediği için daha uzun şeyler yazılmasına muhaliftir. Bu mesele üzerinde kendisiyle biraz daha açık konuşacak olsanız derhal saygısızlığı ele alarak: “Kardeşim, ne yapayım, kitabını aldım, baştan beş on sahife okudum, beni sıktı. Demek kendini okutamıyorsun, kabahat sende!” diyecektir. Onun için sözü kısa kesmek daha iyi olur.
Bu gibiler arasında yazı yazmağa merakı olanlar da vardır. Ellerine kalem, önlerine kâğıt alıp saatlerce, günlerce, senelerce oturup düşünmeği akıllarına bile getiremeyecekleri için, şöyle ayda yılda bir iki, üç sahife keramet yumurtlarlar. Kesik kesik cümleler, sık sık değişen ibarelerle bir düşünceden öbürüne atlarlar. Hattâ daha çok mizaçlarına uyduğu için şiir yazmayı tercih ederler. Bir esrar perdesi arkasına saklanmış muazzam bir hiçlikten başka bir şey olmayan manzumeleri vardır. Kendilerine benzeyenler arasında sadık takdirkârlar bulurlar. Karanlık boşluklarının içinde dünyalar saklı olduğunu zannettirecek mühim edalar takınırlar. Herhangi bir gün, herhangi bir sebeple manâsı anlaşılır, alelâde bir şey yazmağa mecbur olacakları zamana kadar acizlerini, zavallı boşluklarını belli etmemeğe muvaffak oldukları da vakidir."

0 Yorumlar