Blog Notlar - 10

Blog Notlar Tetebbûlar

Tetebbular'da başlattığım ve "Blog Notlar" ismini verdiğim seride onuncu yazıya geldik. Herhangi bir seride on yazı yazmak işin bir tarafıyla memnuniyet vericidir. Diğer taraftan "acaba sürekli aynı şeyleri mi yazıyorum" sorununu da beraberinde getirir. Fakat benim gibi benzer şeyleri tekrar etmekten çekinen insanlardan iseniz, bu sefer de "yeni şeyler söylemek" ihtiyacını tetikler. 

Serinin bu yazısında; Özbekistan olayları vesilesiyle Türk dünyasının demokrasi meselesine, futbol kulüplerinin kimlik kaybına, çok yönlü merakın önemine dair sohbet edecek; Kaşgarlı Mahmud'un meşhur kamusundan kıymetli bir savı ve Cecil Rhodes'in son sözlerini alıntılıyacağız.

"Görsel" köşemizde geçtiğimiz ay vefat eden Cüneyt Arkın'ın Fatih'in Fedaisi Kara Murat filminin afişine yer verirken; kitap tavsiyesi bölümünde rahmetli Kenan Akyüz'ün Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri'ni ağırlayacağız. 

Buyurun başlayalım.
 

1
Özbekistan Olayları ve Türklerde Demokrasi

2022 senesi Türk cumhuriyetleri açısından sıkıntılı geçiyor. Geçen sene "Türk Devletleri Teşkilatı" ismiyle kültürel birlik çabalarını siyasi boyuta taşıyan Türk devletleri, içinde bulunduğumuz sene ise krizlerle boğuşuyor. Türkiye derin bir ekonomik krizin pençesinde, Kazakistan sene başındaki olaylarla sarsıldı ve şimdi de Özbekistan karıştı. 

Kerimov sonrası dönemde devleti dönüştürmek isteyen Mirziyoyev anayasa değişikliği yapmaya niyetlendi. 1993'ten beri Özbekistan'a bağlı bulunan ama istediği zaman bağımsız olma hakkını da mahfuz tutan Karakalpakistan'ın bu hakkını iptal etmek de değişikliklerin içinde yer alıyordu. Güçlü bir bağımsızlık isteği taşıyan ama buna uygun kadroyu onyıllardır yetiştiremeyen Karakalpak Türkleri büyük protestolarda bulundular. İşin tehlikeli bir vadiye döndüğünü anlayan Mirziyoyev derhal Nukus'a (Karakalpak Cumhuriyeti'nin merkezi) hareket etti. Hemen ardından Karakalpak Türklerinin istekleri doğrultusunda anayasa değişikliğini revize etti. 

Böylece sorun - hiç olmazsa şimdilik - çözülmüş oldu. Özbekistan seçimlerinden sonra yazdığım yazıda bölgeciliğin tehlikelerine dikkat çekmeye çalışmıştım. Belirli iyileşmelerin olduğu görülmekle beraber böyle patlamalar da kaçınılmaz duruyor. Umuyorum Özbekistan bir, bütün ve güçlü şekilde varlığını ebediyen sürdürür.

Diğer taraftan; Özbekistan'ın başı, en azından bir müddet daha, bölgecilik ve demokrasi eksikliği nedeniyle ağrıyacak gibi görünüyor.

Madem bu sefer ortalık çabuk duruldu, fırsattan istifade ederek, Türk dünyasında demokrasi meselesi hakkında iki kelâm etmek isterim.

Bütün Türk dünyasında (biz dahil) ciddi bir demokrasi sorunu var. Hâlâ "demokrasiye nasıl geçilecek" sorusunu aşabilmiş değiliz. Bu konunun yeniden tartışmaya açılmasını faydalı bulmakla birlikte; bu sefer tedricen yani aşamalı olarak demokrasiye geçelim diyenler pratikte haklılık şanslarını kaybettiklerini kabul etmeliler. 

Öteki taraftan, "demokrasi, derhal şimdi" sloganı da demokrasinin kurum olarak yerleşmesinin önüne geçiyor. Anlaşılan çözümü zor bir problemle karşı karşıyayız. 

Fakat sorunu tespit ettiğimiz gibi, cevap üzerinde de konuşmalıyız. Bu hem ülkemize hem de Türk dünyasına fayda getirecektir. Aksi takdirde başkasının demokrasisini kurmuş oluruz ki, bunun mahzurlarını dünyada Türklerden daha iyi bilecek bir millet yoktur. 


2
Hayatında sadece bir şeyden anlayan insan, hiçbir şeyden anlamıyor demektir. Bu yüzden çok yönlü merak diri tutar. 


3
Futbol Kulüplerinin Kimlik Kaybı

Futbolun bir endüstri hâlini almasıyla birlikte kulüplerin de yapıları değişti. Katalanların "bir kulüpten daha fazlası" kabul ettiği ve bu yüzden asla reklam anlaşması yapmayan Barcelona; şimdi o kadar çok reklam alıyor ki, formasının üstündeki logo görünmüyor. Kral, Real Madrid'i Avrupa'nın en büyük müteahhidine kaybetti. 

Liverpool şehrindeki liman işçilerinin kulübü olan Liverpool FC ise uzun zamandır Amerikalı sahiplerinin gösterdiği yolda burjuvalaşıyor. 

Juventus'un kaç sefer logo değiştirdiğini hasta Juventus tarafları bile hatırlamıyor. Lazio eskisi kadar faşist değil, Roma cumhuriyetçilerin kulübü olma hüviyetini kaybetti. Napoli artık güneyi değil de yalnızca kendisini temsil ediyor. 

Celtic-Rangers rekabeti hâlâ mezhep ve milliyet yönlerini muhafaza etse de, kökü en derine ineni olmasına rağmen, İskoç futbolu bile "eskisi gibi" değil. 

Bizim için de aynı şeyler geçerli. Fakat yukarıda saydığım ve saymadığım ülkelerle bizim aramızda ciddi bir fark bulunuyor. Onlar bu değişikliği kabul ettiler. Biz yokmuş gibi davranıyoruz. 

Türkiye'nin "kurumdan batılı" olma özelliğine sahip kulübü olan Galatasaray, uzun zamandır geniş kesimlerin tuttuğu bir takıma evrildi. İlk gününden beri, Galatasaray'ın tam karşısında "herkesin takımı" olmayı hedefleyen Fenerbahçe, yine uzun süredir herkesin değil "Fenerbahçelilerin" takımı olmanın derdinde. Bir çarşının içinde doğan ve esnafın takımı olarak yükselen Beşiktaş, zaman zaman bu özelliğini hatırlasa da, Galatasaray ve Fenerbahçe'nin ortası bir türkü tutturmuş gidiyor. Uzun zaman Anadolu'yu temsil eden Trabzonspor, son şampiyonluktan sonra, en fazla kendi şehrini temsil edebileceğini gösterdi. 

Peki bütün bunlar kötü mü? İyi veya kötü, aslında tartıştığım bu değil. Kulüplerimiz kimliklerini kaybettiler. Avrupa'dakiler de kimliklerini kaybetmişlerdi ama "dönüşüm" geçirdiler. (Bu kelimeyi tesadüfen kullanmadım, Kafka'ya selamlar.) 

Bizim kulüpler birbirleriyle tepişmekten dönüşmeye bile fırsat bulamadılar. Eski tabirle tefessüh ettiler. 

Yarının futbolunu kurarken, işin kurumsal yönünde, böyle bir tehlikeyle yüzleşmeye hazır olmalıyız: Kimliksiz futbol kulüpleri!


4
"Çok az şey yapıldı, çok şey yapılacak." Cecil Rhodes'in son sözleri


5
Fatih'in Fedaisi: Cüneyt Arkın

Türk aksiyon sinemasının, tarihî filmler furyasının, sinemanın insan üzerindeki tesirinin, sinemanın yaşayan kültür üzerindeki etkisinin... ve bunlar gibi bir dizi konuda mutlaka adı geçen ve sinemamızın büyük jönlerinden olan Cüneyt Arkın öldü. 

Neredeyse bütün ülke "çocukluk kahramanımız" diyerek hatırladı onu ve üzüldü. Bunu başarmak az şey değildir. Türkiye gibi bölünmenin zararlı sayılmayan bir alışkanlık kabul edildiği ülkemizde ise, imkansıza yakındır. Bunu başarmış bir insanı kaleminizi kullanarak övemezsiniz, gerek yoktur. Aynı şekilde yeremezsiniz de, çünkü tesiri olmaz. 

O yüzden Türk sinemasının bu büyük ismini, 1972 yapımı Fatih'in Fedaisi: Kara Murat filminin afişiyle anmak istedim. 


Erler Film tarafından çekilen ve hâlen sinema tarihimizde mümtaz bir yeri işgal eden filmin afişleri, dönemin neredeyse bütün filmleri gibi, Mimeray Ofset Matbaacılık tarafından hazırlanmış. Fakat tasarımcının adına dair bir bilgi bulamadım. 

"Çocukluk kahramanımızı" bir kez daha rahmetle anıyorum. 


6
Dîvanı Lügati't Türk'ten Bir Sav

Kaşgarlı Mahmud'un Dîvanı Lügati't Türk'ünde "kul yagı, ıt böri" savı geçer. Besim Atalay, bugünkü Türkçeyle "kul düşman, köpek kurddur" diye söylenen bu savı şöyle açıklıyor: Kul, efendisinin malını eline geçirdiğinde onu bitirir, fırsat gözler, düşman gibi davranır; köpek de bulunduğu ev için bir kurt gibidir, çünkü yiyecek bir şey bulduğu zaman hiç çekinmez, yer. Bu sav, kölenin sahibine karşı sevgisi olmadığını göstermek için söylenirmiş.



Kitap Tavsiyesi: Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923) - Kenan Akyüz 

Önce Fransızca yazılmış bir eserde (Philologie Turcicae Fundamenta 2) uzun bir bölüm hâlinde yer alan ve aynı yıl Türkiye'de Türkoloji Dergisi'nde yayınlanan Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri, Kenan Akyüz'ün tabiriyle, "bir makalenin sınırlarını çok aştığı için" kitap olarak basılmış.

Modern Türk Edebiyatı'nın beş merhalesini inceleyen kitap, yazılmasının üzerinden yarım asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, değerinden çok bir şey kaybetmedi. 

Tanzimat'tan Milli Edebiyat devrine uzanan Modern Türk Edebiyatının kuruluşu; şiirden tiyatroya, roman ve hikayeden mizaha, tenkitten edebiyat tarihine, oradan da gazetecilik ve dergiciliğe kadar farklı açılardan inceleniyor. 

Edebî devirlerin siyasi arka planına da yer verilen bu eser, "Edebiyat tarihi nasıl yazılır?" sorusunun parlak cevaplarından birisidir. Tam 42 sayfalık bibliyografyasıyla, rahmetli Kenan Akyüz'ün ne kadar titiz bir araştırıcı olduğunun da delilidir.

Kitap kendi başına bir küll teşkil ettiğinden alıntı yapmayacağım. Çünkü nereyi iktibas etsek, devamını da almamız gerekecek ki, bu bizi bütün kitabı buraya kopyalamaya kadar götürür. 

Modern edebiyatımız nasıl doğdu diye merak edenler; vazıh bir Türkçeyle yazılan, dolayısıyla gayet rahat okunan bu eseri bulup okumalılar. Tavsiye ederim. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar