Ruhumu Geriye Ver (Peyami Safa)

Peyami Safa, Ruhumu Geriye Ver

Türk romanının nadir başarılı örneklerini veren Peyami Safa, aynı zamanda bu romanların isimlerini de özenle seçmiştir: Fatih-Harbiye, Bir Tereddüdün Romanı, Matmazel Noralya'nın Koltuğu. Kimi zaman fütüristik, kimi zaman mistikti. Fakat hep doğu-batı arasında bir yerlerde, acılı geçen hayatının da tesiriyle, dolanıp durdu. Türkiye gibiydi. 

Peyami Safa yazardı. Sürgünde ölmüş bir şairin hastalıklı oğlu olarak, hayata yazarak tutunmuş; hayatını yazarak kazanmıştı. Her şey hakkında konuşan ve neredeyse konuştuğu kadar yazan bu adamın, sadece kalem oynatarak geçinmeyi başarması bile saygıyı hak eder. 

Edebi yetenekleriyle fikirlerini birleştirdiği yazıları ise mirasının en güzel parçalarıdır.

Bugün misafir ettiğimiz yazısını, Havadis gazetesinin 22 Ağustos 1960 tarihli nüshasında yayımladı. Ben Beşir Ayvazoğlu'nun derlediği "Doğu - Batı Arasında: Peyami Safa" kitabından iktibas ettim. (s.219- 221)

Lafı fazla uzatmayı yararlı bulmuyor; kalemi, bir yazı makinesine, Peyami'ye devrediyorum. 


"Kitabını bir yerde unutmuş gibi ruhunu kaybedip arayan milletler vardır. Biri de biz. Bundan kırk yedi yıl önce, Türk Yurdu dergisinin ilk sayılarında, bir yabancı yazarın "Türkler Bir Ruh-ı Millî Arıyorlar" başlıklı uzun bir makale serisini okumuştum. O zamandan beri millî ruhumuzu arıyor, bulur gibi oluyor, yine kaybediyoruz. 

Bir milletin ruhu, tam bir şahsiyet halinde gelişecek kadar kuvvet kazanmışsa, yabancı milletlerin ruhlarıyla temasa gelmesi onu zenginleştirir. Fakat bu şahsiyet olgunluğunu kaybetmeye başlamışsa milletlerin yabancı kültürlerle teması onlara millî ruhunu kaybettirir. Türkiye Türkleri için böyle olmuştur. Türk ruhuna, diline, sanat ve edebiyatına, hassasiyet ve muaşeretine evvelâ Arap ve Fars, daha sonraları da Fransız, Alman, İngiliz, İtalyan tesirleri, aslî cevheri bozacak ve kaybettirecek derecede karıştı. Bugün de Amerikan tesiri.

Bu, bana Marlowe'un Faust'undan bir sahneyi hatırlatıyor. Bilinir ki, Faust adında ilk eser, Goethe'den evvel onaltıncı yüzyılın İngiliz şâiri Christofer Marlowe'undur: "Dr. Faust'un Hayatı ve Ölümü."

Marlowe'un bu eserinde bir sahne vardır. Dr. Faust, Helen adındaki güzele yalvarır. 

– Beni bir kere öp ve ebedileştir.

Helen onu öper ve kaçar. 

Dr. Faust bağırır:

– Dudakları ruhumu emdi. Bakınız nasıl kaçıyor! Gel, Helen, gel, ruhumu geriye ver.

Bizi de yabancı medeniyetler öptü.

Bağırıyoruz:

– Busen çok tatlı. Fakat ruhumu emdin. Geriye ver! Ruhumu geriye ver! 

Bir millet yabancı ve üstün bir medeniyetten her şey alabilir ve almalıdır: İlim, teknik, metod, rejim, kelime, terim, hattâ muaşeret, sanat ve hassasiyet. Birbirinden tesir almayan millet yoktur. Beşerî ruh böyle teessüs eder. Fakat bu alınan tesirler, bizde olduğu gibi, millî ruhun özünü bozacak bir dereceye vardı mı, milliyetçilik şaha kalkmalıdır ve her Türk, Garpçı ve medeniyetçi olduğu kadar, hattâ daha önce ve daha fazla, milliyetçi, ruhçu ve mâneviyatçı olmalıdır. 

Yoksa, Marlowe'un Faust'u gibi, bir tatlı öpücükle içimizi emen ruh vampirlerine boş yere haykırıp duracağız:

– Ruhumu geriye ver, ruhumu geriye ver!" 


Yorum Gönder

0 Yorumlar