Geçtiğimiz ay boyunca kaleme alınmış, okunmasında fayda gördüğüm yazıları toplamayı sürdürüyorum. Eyyam-ı bahurun tesirini arttırdığı, siyasetin de en az havalar kadar sıcak gittiği ülkemizde, matbuat alemimiz çoğunlukla soğukkanlı tavrını bozmuyor. En azından bir yerde serinliğin hakim olması adına sevindirici bulduğum bu tavır, maalesef derinlik konusunda görülmüyor.
Yine de, okunduğu vakit insanı düşünmeye teşvik eden kimi yazılar seçmeyi başardım. Buyurun, hep birlikte inceleyelim.
1-) Muhsin Kızılkaya - "Cellat havası!" / 6.7.2022 - Habertürk
Dostoyevski'den Rasim Özdenören'e, Elias Canetti'den Hannah Arendt'e ve oradan da Cemal Süreya'ya uzanan bol alıntılı bir idam karşıtı yazı. Alıntıların kıymetinin yanısıra, şahsî görüşüm de idamın asla geri getirilmemesi yönündedir. Bu tavrın altını çizmek amacıyla ilgili fıkrayı "seçme yazılara" aldım.
Bilhassa Dostoyevski'den iktibasların, yazarın hayatı da gözönüne alınarak, okunmasını tavsiye ederim.
2-) Murat Yetkin - "Türkiye ABD’deki Yunan lobisine çok şey borçlu" / 11.7.2022 - yetkinreport
"Türkiye ABD Kongresindeki Yunan lobisine çok şey borçlu; daha çok da silah sanayii alanında." diyerek meseleye Amerikan Türkçesiyle giriş yapan Murat Yetkin, özellikle 1975 sonrasında Türk silah sanayiinin gelişimini ve üretilen materyallerin bir özetini sıralıyor. Yazının sonunda baştaki tespiti daha kuvvetle vurguluyor:
"ABD Kongresindeki bazı etnik lobilerin Türkiye’yi engelleme çabası olmasaydı, belki de bunların hiç birisi olmayacak, Türkiye ABD’nin uygun bulduğu silahları almaya devam edecekti.
Ama “Kötü komşu, ev sahibi yapar” atasözünü doğrular şekilde, Yunanistan hükümetleri ABD üzerinden Türkiye’yi engellemeye çalıştıkça Türkiye’deki silah sanayii biraz daha gelişiyor. Bir anlamda Türkiye silah sanayiini geliştirme motivasyonunu kısmen Yunan-Amerikan lobisine borçlu sayılır."
Umuyorum silah sanayiini daha da geliştirir ama daha önemlisi bu haklı azmimizi farklı alanlara yayabiliriz. İsteyince, planlayınca ve çalışınca neler yapabildiğimizin küçük bir örneğini okumak isteyenlere bu yazıyı tavsiye ederim.
3-) Bilsay Kuruç - "Ekonomi sınavında ekonomi dersi öğrenilir mi?" / 12.7.2022 - Cumhuriyet
Bilsay Kuruç "pergeli kırk yıllık" bir zamana doğru açıyor (aslında önceki yazıda yüz yıla gittiği için kapatıyor demek daha doğru) ve Türkiye'nin "enflasyonla büyüme" politikasını ve yarattığı krizleri anlatıyor. Özellikle son krizin başlangıcıyla (2018) ilgili şu paragrafı alıntılıyorum:
"Yönetim bunu beklemiyordu. Çünkü, 2008’de dünya kapitalizminin “Büyük Çöküş”ünden sonra, merkezin sahibi Amerika Fed’in kanalıyla dünyayı yeniden dolara boğmuştu. Dünyada “parçalar”ın kopmaması için kuvvetli zamk lazımdı. Yani, daha çok ve ucuz dolar. (Amerikan yapıştırıcı!) Türkiye kapitalizmi 2010’dan sonra bu “bedava dolar” rüzgârı ile yeniden yelken şişirdi. 2002-06’ya dönüşü hayal ediyordu. Ekonomide tarih tekerrür etmez. Tam tersi oldu. “Tahterevalli” yön değiştiriyordu. Modelin yapısındaki kırılganlıklar artık gün yüzüne çıkıyordu. Dünya sermayesi bunlara “risklerin büyümesi” olarak bakar. Dolar musluğunu buna göre açıp kapatır. 2018’in yaz aylarında da böyle oldu ve ondan sonra ekonomi toparlanamadı. Ekonominin yumuşak karnına (plastik cerrahi ile!) yerleştirilmiş olan “ikizler”, döviz kuru/faiz sarmallarını yaratmaya başladı. “Cisim” iyice yaklaştı. Döviz (dolar) kurunu tutmak için yapılan açık ve örtülü işlemler fren olamadı ama TCMB’nin rezervlerini tüketti. Banka, rezerv tutabilmek için kısa vadeli borçlanmaktan (“swap”tan) başka çare bulamadı. Para politikası inandırıcılığını yitirdi. “Tahterevalli” ters yöne biraz daha yattı. 2020’ye böyle geldik."
Ardından 2020'yi 2022'ye bağlıyor ve iktidarın enflasyon politikasının bilmemekten değil "belirli bir plan" çerçevesinde sürdürüldüğünü ve bu planın geniş kesimlerin pek de hayrına olmadığını net ifadelerle açıklıyor. Okunmasında fayda görüyorum.
4-) Sedat Ergin - "12 Eylül Darbesi'nden ilginç bir sayfa: Sovyetler Birliği, darbeden sonra Ankara'ya 'anlayışlı karşıladık' mesajı yollamış" / 23.7.2022 - Hürriyet
Sedat Ergin, 12 Eylül'den hemen sonra, Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri bulunan İlter Türkmen'le (sonradan Dışişleri Bakanı da oldu, geçenlerde vefat etti) Sovyet Büyükelçisi Rodionov arasında yapılan bir görüşmenin resmî kaydını konu ediniyor. 16 Eylül günü gerçekleşen görüşme tabii ki fazlasıyla resmî. Fakat, yazarın da öne çıkardığı gibi, Büyükelçi Rodionov'un şu sözleri tarihi önemi haizdir:
“Ayrıca ilave edeyim ki Türkiye’deki son olaylar, Sayın Orgeneral Evren önderliğinde yönetime el konulması, Sovyetler Birliği’nde anlayışla karşılanmıştır. Sovyetler Birliği, basın, radyo, ve TV’de Türkiye’deki gelişmelere ilişkin haberleri iyi niyetle ve objektif bir şekilde vermektedir.”
Siyasetin ve içinde güç barındıran bütün oyunların basit bir kuralı vardır: Kim kazanırsa onun yanına geçilir. "Amerikancı" kabul edilen bir darbeyi Sovyetlerin tebrik etmesi bizi şaşırtmamalı. Fakat dünyaya toz pembe bakanlar için iyi bir hatırlatma yazısı olmuş. Göz atmaktan zarar gelmez.
5-) Süleyman Seyfi Öğün - "Barışa şans vermek" / 25.7.2022 - Yeni Şafak
Süleyman Seyfi Bey, Soğuk Savaş döneminde çevreye yayılan savaşın, Rusya'nın Ukrayna'yı yutmaya başlamasıyla beraber "merkeze" döndüğü tespitini yapıyor. Bütün dünyada militarizmin yükselişini konu ediniyor, üstelik Almanya ve İngiltere gibi memleketlerde anti-militarist kabul edilen partilerin, silahlanmanın bayraktarlığını yaptığını söylüyor. Ekliyor:
"Savaşın yaygınlaşması ve çok büyük bir hesaplaşmaya doğru evrildiği bir aşamada insanlık, insanlığın müşterek geleceği, faydası gibi ortak değerleri kim sâhipleniyor?
(...)
İyi de buradan oraya geçişi ifâde eden ara süreçlerin karakteri nedir? Bu soru kendisine muhatap bulamıyor. O zaman yeni bir soru yükseliyor: Savaş ve ağır bir yıkım mı bu geçişin bedeli?"
Önemli bulduğum bu yazıyı okumanızı salık veririm.
6-) İlhan Uzgel - "Suriye’nin kolonizasyonu" / 26.7.2022 - Kısa Dalga
"Bu haliyle Suriye hiçbir aktörün tam olarak hakim olamadığı bir tür stratejik kondominyum haline getirildi. Bazen çatışma bazen de ABD ile Rusya’nın siyaseten örtük, fiiliyatta ise hava sahasının açık bir şekilde paylaşılması uzlaşısında olduğu gibi pozisyonlarını belirledikleri ortak emperyal çıkarların av sahası oldu." diyen İlhan Uzgel, komşumuzun nasıl bir koloni hâline getirildiğini mükemmelen anlatıyor ve şu tespitle yazıya noktayı koyuyor:
"Suriye yalnızca çok aktörlü bir vekalet savaşı yaşamıyor, aynı zamanda birbirini kollayan, ne yaptığını anlayan ama güvenmeyen, kollektif ve son noktada mümkün olduğu sürece orada kalmak ve soruna kalıcı bir çözüm bulmamak üzerine anlaşmış güçlerin hedefi olmuş durumda. Esad yönetimi de bu durumun farkında ama bunu değiştirebilecek güç ve imkanı yok. Belki de daha yıllarca olmayacak."
Tabii bu "senaryo" Türkiye açısından en kötü olanıdır. Fakat on yıldır Suriye cephesinden iyi bir haber almadığımız hatırda tutulursa, kendimizi en kötüsüne hazırlasak fena bir iş yapmış olmayız. Yazının tamamını tavsiye ederim.
Umarım istifade etmişsinizdir. Önümüzdeki ay, yine seçme yazılarla, görüşmeyi umuyorum.
.jpeg)
0 Yorumlar