Federer'in Büyüsü


Son bir haftada benimle temas etmiş insanlara sıkıcı gelme pahasına bu yazıyı yazıyorum. Çünkü kiminle görüşsem tek bir konudan, daha doğrusu, tek bir kişiden başka konuştuğum şey olmadı. 

Bununla da yetinmedim: şahsî veya toplumsal birçok problemle yüz yüze olduğum (hepimiz gibi) zamanlarda işi gücü bıraktım ve normal şartlarda bana garip gelecek şeyleri büyük bir azimle yaptım. 

Bir ünlünün profilini meskene çevirdim, bütün paylaşımlarını defalarca inceledim, onunla ilgili atılan tweetleri, yazılan yazıları okudum, belki pandemiden sonra ilk defa televizyon denilen cihazın varlığını hatırladım, yine çok uzun bir zaman sonra henüz başlamasına uzunca bir süre olan yayını sabırla bekledim ve gecenin üçünde, yanımda hiç kimse yokken, ayağa kalkıp televizyonda gördüğüm adamı alkışladım. Kafayı yediğimi zannetmiyorum ama büyülenmek böyle bir şey olabilir. 

Peki başkası yapsa kolaylıkla "delirmiş" diyerek tımarhaneye tıkılmasını isteyeceğim bu eylemleri bana yaptıran kişi kimdi? Roger Federer. 

Federer Etkisi veya Büyüsü 

Doğrusu ben de bu kadar olacağını beklemiyordum. Fakat gözlerini derin çukurlarının içine saklamış, daima "elegant" görünmeyi başaran bu İsviçreli beni ne kadar etkilemiş meğer. 

Majestelerinin vedasından beri bu etkinin sebebini düşünüyorum. Muhakkak bir tenis ikonundan bahsediyoruz. Daha ötesinde iyi bir insan. Fakat bunlar büyünün sebebini açıklamaya yetmiyor. 

Büyünün sebeplerine gelmeden önce biraz Federer'den bahsetmemiz gerekiyor. Daha bir önceki yazıda ona saygılarımı sunmuştum, ama bu başka bir yazı. Tamamen Federer'e hasredilmiş bir yazı. Dolayısıyla "pürüzsüz" olmak zorunda. 

Pürüzsüz İtibar: Roger Federer 

İnsanlardan bahsederken araya sayıları sokuşturanlardan nefret ediyorum. Bu yüzden Federer'in kaç tane Grand Slam kazandığından, hangi turnuvayı bilmem kaç kere zaferle bitirdiğinden, kariyeri boyunca oynadığı maçların kaçını kazanıp kaçını kaybettiğinden vs bahsetmeyeceğim. Zaten bunları basit bir Google araması da size söyler. 

Onun tenis oynama biçiminden de söz etmeyeceğim. Çünkü birçok profesyonel tenisçi ve onların seviyesindeki tenissever uzun uzun bahsettiler. Yine basit bir internet araştırmasıyla bu konuda tonla malzeme bulabilirsiniz. 

Ben Federer'in kort içi ve dışındaki etkisinden söz edeceğim. Çünkü backhandinin forehandine göre zayıf kalması umurumda değil. (Tenisi bıraktığına göre artık Federer'in de çok umurunda olduğunu zannetmiyorum.)

Burada bazı anahtar kelimeleri yardıma çağırıp Federer'i tanımlayarak işe girişebiliriz. Birisi zarafet, ötekisi rekabet (Devlet Bahçeli olsa böyle kafiyeli devam ederdi ama maalesef bizim kafiye burada bitiyor) bir diğeri ise yönetim başarısı

Uzun tenis kariyeri boyunca; rekabetçiliğini kortun içinde sonuna kadar gösteren Federer; dışında hep zarif kalmasını bildi. 

Diğer yandan tarihin en çok kazanan sporcularının birisinden bahsediyoruz. Bunu yapmak sadece reklam anlaşmasına imza koymakla başarılmıyor. Sürdürülebilir olmak gerekiyor. Evet, hem kişi olmak ama aynı zamanda bir şirket gibi "sürdürülebilir" özelliğini de taşımak! Rolex bile adama emeklilik reklamı hazırlıyorsa bu konuyu gözden kaçırmamak gerekiyor. (Gördüğünüz gibi, gecenin üçünde ayakta alkışlasam bile "fanboy" olup spor romantizmine sapamıyorum. Bu iyi bir şey mi emin değilim ama bir ara Muhammed Ali hakkında yazacağım. Eğer orada da aynı şey yaşanırsa, anlayın ki ben bu dünyaya "mantığın sesi" olarak gelmişim.) 

Kortun içinde rakiplerini hayattan bezdirecek kadar dominasyon kurabilen bir tenisçi oldu Federer. Geriye düştüğünde pes etmeyen, haksız rekabet yaratabilecek hiçbir şeye izin vermeyen, rakibini sahadan silse dahi maç sonunda ustalıkla tebrik etmeyi bilen bir şövalye gibiydi. Öteki taraftan kazanınca veya kaybedince ağlamaktan çekinmeyen, belirli bir mesafeyi korusa bile insanlara dokunmaya çalışan, kortun dışında biraz "alıngan" olabilen bir insandan bahsediyoruz. 

Bu ikisi tek bir adam. Üstelik uğrunda kitleleri harekete geçirdiği bir davası yok. Hiçbir şeyi "ölümüne" yaptığını görmedik - 2019 Wimbledon Finali dahil. Dünya'yı takip etse bile tepki göstermiyor. Kurduğu vakıfla insanlara yardımcı oluyor ama bu insanlara neden yardımcı olması gerektiğini merak etmiyor veya kamunun önünde tartışmıyor. Aslında Federer genel olarak tartışmıyor

Bu özellikleriyle Kraliçe Elizabeth'i andırıyor. Majesteleri lakabı verilirken bunlar düşünüldü mü bilmiyorum ama kraliçenin ölümüyle Federer'in tenisi bırakma kararını açıklamasının neredeyse aynı haftada yaşanması kaderin tatlı bir cilvesinden fazla anlamlar taşıyor. 

Federer politik olarak hep doğru yerde durdu. Durmaya da devam ediyor. Ama sürekli doğruları yapan bu adam bizi hiç rahatsız etmedi. Hâlâ da etmiyor. Normal hayatta Djokovic'le çok daha kolay özdeşlik kurabilecek ben bile hep Federer'in yanındaydım. Birçokları gibi... (Bu konuda günümüzün parmak sallamayı seven politik doğrucularının alacağı çok ibret vardır.

Federer'in büyüsünden bahsediyorduk konu nereye geldi. Duygusal bir veda olmaması için özellikle uğraşıldığı belli olan "jübile maçından" sonra Federer - beklediğimiz gibi - ağladı. Yukarıda değindim ama burada pekiştireyim: Majestelerinin kamuya gösterdiği tek duygusal vaziyeti ağlamaktır. Yoksa gülerken bile mesafeyi korumayı başarıyor. (Bunu hayran olduğum bir özellik olarak kaydediyorum.) 

Ama veda gecesini duygusal kılan ve tarihe daha da büyük bir imzayla geçiren Nadal oldu. Daha doğrusu en büyük rakibinin tenisi bırakması sebebiyle; tutamadığı gözyaşları... Böyle bir şey daha evvel hiç yaşanmadı. 


Bana kalırsa spor tarihinin en büyük rekabet Muhammed Ali ile Joe Frazier arasında yaşanmıştır. Onlar bırakın birbirlerinin vedasında ağlamayı, katılmadılar bile. Ancak aradan yıllar geçtikten ve ikisi de yumruk atamaz hâle geldikten sonradır ki, bir organizasyonda karşılaşıp dakikalarca sarıldılar ve ağladılar. 

Burada başka bir şey var. Rakipler yıllar sonra karşılaşmıyor. Ama birisi son kez "profesyonel" olarak sahaya çıkıyor. Diğeri de ona ağlıyor. Arkada bir başka tenis tanrısı Novak Djokovic başını eğmiş yumruklarını sıkıyor. (Işıklar gözünü almış da olabilir, Djokovic adına konuşamam.) 

Edecek çok laf var. Fakat büyünün sebebine gelmedik. Aslında yukarıda saydığım her şeyi toparlasak biraz açıklayıcı olabilir.

Zarif, rekabetçi, bir şeyleri yönetme becerisine sahip, estetik, oynadığı sporu birçoklarına sevdirecek kadar işini iyi yapan, suya sabuna çok bulaşmayan, dünya yıkılsa tenisini oynayan, çoğunlukla kazanan ama kaybetmesini de bilen bir adam Federer. 

Federer büyüsü bütün bunların, üstelik yaşadığımız hakikat ötesi çağda, tek bir adamda birleşmiş olması. Klasik görünümlü modern bir adam Federer, bu da büyünün "şeklini" beliriyor. 

Sonuç olarak işimizi gücümüzü bıraktık ve kimimiz bir gece kimimiz bir gün kimimiz benim gibi bir hafta boyunca bir tenisçinin emekli olmasını konuştuk. Spor bu işe de yarar. Federer'in vedası - birçok başka şeyle birlikte - "spor neden var" sorusunun cevabı gibiydi. 

Anadolu'nun ismi bilinmeyen bir taşrasında yaşayan ve futboldan başka spor bilmeyen bir çocuğa tenisi sevdirmek az iş değildir. Bizim yaşadığımızın dışında geniş bir dünya olduğunu kitaplar ve sporla öğrenmeye başlamıştım. Tenis işte bu sporların başında geliyor. Vedasını izlerken bir taraftan bunları düşündüm. Dünya garip bir yer. Ummadığımız insanlar bizim hikâyemize nüfuz ediyor.

Diğer taraftan bakınca zaman çok çabuk geçiyor. Tenis tanrısı bile olsanız zamanın karşısında duramıyorsunuz. 

Fakat bu kadar "elegant" vedalar yaşayıp ölümsüz olabiliyorsunuz. 

Danke für alles seine Majestät.  


Yorum Gönder

0 Yorumlar