Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu günlerde Türk siyasetini "Türk siyaseti" yapan klişeleri konuşmaya devam ediyoruz. İlk yazıda ölüleri konuşturma hastalığına temas etmiştik. Bu sefer sırada daha "tatlı" bir klişe var: Bedel ödemek.
Ölüleri konuşturmayla bedel ödeme farklı türden klişelerdir. Bu yüzden
okuyacağınız yazıda biraz daha değişik bir üslûp kullanacağım. Yol haritamız da
farklı olacak.
Önce iki klişe arasında tespit ettiğim iki mühim farka değinip, bazı şeyleri
yerli yerine oturtalım.
Klişelerarası Farklılıklar
Ölüleri konuşturma klişesinde oldukça demokrat bir görünüm arzeden
siyasetimiz iş bedel ödemeye gelince sağ ve sol olarak, eşit olmayan, iki
parçaya ayrılıyor.
Sağ siyaset için bedel ödemek çok kötü bir şey. Sağcı siyasetçiler
zaviyesinden kaçınılması icap eden, eğer kaçınmak mümkün değilse "erkek
gibi" hakkının verilmesi gereken bir olgu. Bedel ödetmek ise siyasetin
olmazsa olmazı.
Sol açısından bedel ödemek bir çeşit gereklilik. Bedel ödetmeye gelince; tek
sefer denenecek ama tadı ömür boyunca damaktan çıkmayacak bir lezzet. Devrim
gibi.
Ölüleri konuşturma sevdamızla bedel ödeme aşkımızın ikinci ayrışma noktasını
yukarıdakiler-aşağıdakiler bölünmesi oluşturuyor. İlk klişede yukarıdakilerle
aşağıdakiler sıtma nöbetine tutulmuş gibi ölüleri konuşturma hevesine
tutulmuşlardı - neredeyse eşit bir iştiyakla.
Burada işler farklı. Yukarıdakiler bedel ödemeyi lafın gelişi kullanıp esas
söyleyeceklerine zemin hazırlarken; aşağıdakilerin ağzında yalnızca cümlenin
sonuna konulan bir "nokta" olarak “kıymetleniyor”.
Yukarıdakiler bedel ödemek derken hafif bir es verip, tebessüm etmeden
duramıyorlar. Aşağıdakiler son nefeslerini veriyormuş gibi bedel ödemekten
bahsediyorlar. Tutkulular çünkü başka bir şey yapamayacaklarını düşünüyorlar. Doğru
fikrin, uğrunda "her şeyden" vazgeçilecek fikir olduğunu
sanıyorlar.
Oysa ideolojinizin eksiklerini kanla kapatıyorsanız orada problem vardır.
Böylesi bir cinnet halinden ne topluma ne de insana fayda çıkar.
İki klişe arasındaki farklara değindikten sonra, bedel ödeme bahsine
yanaşalım.
“Bedelini Öderiz/Ödetiriz”
"Bedel ödedik" cümlesi kadar baştan ayağa kibirle kurulmuş çok az
cümle vardır.
Birisi başını yukarılara kaldırıp, derin bir nefes alarak şişirdiği göğsünü
ileri atarak ödediği bedelden bahsediyorsa orada sohbet imkanı ortadan
kalkmıştır. Tek kişinin anlatıp ötekilerin dinlediği bir monolog bile yoktur.
Ne vardır? Ateşin çevresinde toplanmış geri zekalılar ve bunlara akıl veren
sahte bir Dede Korkut!
Cümle içinde "bedel" geçiyorsa konu kilitlenmiştir. Mesele hallolunmuştur.
Bu, düşmüş adam tavrıdır. Balzac "Düşmüş kişilerin en beylik
saçmalıklarından biri insanları tanımak ve kendini onlara tanıtmaktır."
demişti. Düşmüşlerin kendilerini diğerlerine tanıtmasının yolu da durmadan
ödedikleri bedelden bahsetmeleri olmalıdır.
Sahici veya değil, soru sorarak açamadığınız hiçbir cümle iletişime hizmet
etmez. Müsaade ederseniz bugün muhatabından soru beklemeyen
"bedelcilere" bazı şeyler sormak istiyorum.
Mesela; ne için bedel ödediniz? "Müreffeh bir Türkiye" için mi?
Cevabınız evetse kendinize acımayı bırakıp şöyle bir çevrenize bakın. Türkiye
müreffeh bir ülke oldu mu? Cevap hayırsa; bedel ödedik edebiyatını terk etmeniz
zeka seviyenizi tartışmaya açmamak açısından hayırlı olacaktır. Konuşmak yerine
çalışmayı teşvik edin. Hiçbir şey beceremiyorsanız, susun ve yoldan
çekilin.
Ama bunların hiçbirini yapamazsınız. Çünkü... bedel ödediniz. Kelimeleri bu
kadar sınırlı olan insanların, ödedikleri bedelin bir şey ifade edeceğini
düşünmeleri kadar acı veren çok az şey vardır.
Küçük adamlara fazla yer ayırdık. Ama unutmayın siyasetimiz aynı zamanda
küçük adamları istihdam eden bir hayır kuruluşu gibi çalışmaktadır.
Bir de siyaset eden büyük adamlar vardır. Dilerseniz genele teşmil
edilebilecek birkaç kısa örnekle “büyüklerimizin” bedel ödemeyi cümle içinde
nasıl ve ne kadar rahat kullandığına göz gezdirelim.
Bir Sağdan, Bir de… Öteki Sağdan
Yukarıda “bedel ödeme” klişesinin kullanımını tasnif ederken sol ve sağ
siyasetten bahsetmiştik. Yanlış değildi. Fakat biliyorsunuz ki memleketimizde
sol öleyazmıştır. Dolayısıyla güç odaklarının tamamı sağdır veya sağcıdır.
İktidardaki sağcılar kendileri gibi olmakta özgürken; muhalefetteki sağcılar
kimliklerini kaptırdıklarından solcu gibi davranırlar. Bu durum söylemlerine
yansır. (Daha doğrusu sadece söylemlerine yansır.)
Bu yazı dizisini hazırlamama sebep olan Cumhurbaşkanlığı Seçimi de iki sağcı
aday arasında geçecek. Birisi mevcut cumhurbaşkanı ve aynı zamanda önümüzdeki
seçimde adaylığı kesin olan Recep Tayyip Erdoğan. Öteki aday henüz belli değil
ancak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şu anda muhalefetin en kuvvetli
figürü. (Olası adaylığında kazanması imkansıza yakın olsa da.) Bu yüzden “bedel
ödeme” klişesinin kullanımını iki liderin konuşmalarında arayacağız. (Cümleleri kesmedim, yalnızca klişeleri kalınlaştırdım.)
AKP’nin iktidar koltuğuna yeni oturduğu günlerde Tayyip Erdoğan ekonomi bahsiyle ilgili bir açıklamasında hem “bedel ödeme” hem de amcaoğlu “bedel ödetme” tabirlerini birarada kullanıyor: "Biz bu bedelleri ödetmek istemiyoruz. Örneğin Fon'a devredilen bankalar... Fon'a devredilen bankalar ülkeye kazandırmış mıdır, kaybettirmiş midir? Bunun bedeli 22 milyar dolar olmuştur. Bundan çok daha farklı uygulamalarla onların patronları üzerindeki tasarruf farklı geliştirilseydi Türkiye bu bedeli ödemezdi. Fon'a devredilerek kara mı geçti bunlar? Hayır, zarar devam ediyor. Bu zarardan bunları kurtarmak lazım. Bu bedeli millete ödetmeye kimsenin hakkı yok. (Kaynak: Hürriyet)
2009 yılında yaptığı bir konuşmada 60 İhtilali'nin ardından idam edilen siyasileri anan Erdoğan "Onların kanıyla, onların canıyla demokrasinin bedelini ödedik. O zihniyet hala var, hala bedel ödetmeye çalışıyorlar." diyor. (Kaynak: T24)
Aradaki yıllarda çokça “bedelden” bahsetse de biz hızlı bir zaman yolculuğuyla 2020’ye gelelim ve artık Cumhurbaşkanı olan Erdoğan’ın Yunanistan’la Doğu Akdeniz’de yaşanan müteselsil krizlerin birinde hangi kelimeleri kullandığına dikkat kesilelim: "Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin, yoksa çekilsinler önümüzden biz kendi işimize bakalım." (Kaynak: Sözcü)
Cumhurbaşkanından son örneğimiz geçen sene Üsküdar’da yaptığı ve tek kelimeyle sıfatlandıracak olursak “ilginç” vatan tanımının içinde bulunuyor: "Ben bunları hep şuna benzetiyorum. Arsa var, arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için belli bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiçbir anlamı yok." (Kaynak: Cumhuriyet)
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ise 2015 seçimlerinden önce katıldığı bir programda, kendisine yöneltilen soruları cevaplarken sihirli sözcükleri biraz garip de olsa kullanmış: "7 Haziran seçimlerinde, şahsi başarı yüzdeniz nedir" sorusu üzerine Kılıçdaroğlu, "Benim düşündüğüm hedef, bu seçimlerde yüzde 35 çıtasını yakalamaktır. Yakalayamazsanız, yakalayamıyorsunuz, siyasette bedel ödemek var" dedi. "Bedel öderim diyor musunuz" sorusunu, Kılıçdaroğlu, "Niçin ödemeyelim?" diye yanıtladı.” (Kaynak: Anadolu Ajansı)
Cumhuriyetin 93. yıldönümünde konuşan Kılıçdaroğlu yazımıza konu olan klişeyi şöyle kullanıyor: “CHP Genel Başkanı olarak bir söz veriyorum. Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak için her türlü mücadeleyi yapacağım, her türlü fedakarlığa katlanacağım. Eğer bir bedel ödemek gerekiyorsa sözüm söz o bedeli önce ben ödeyeceğim” (Kaynak: Milliyet)
Kılıçdaroğlu her ne kadar helalleşme çıkışıyla gündeme gelse de belli ki “bedel ödemek” onun da sevdiği tabirler arasında yer alıyor. Yoğurtçu Parkı’ndaki bir konuşmasında şöyle diyor: "Bedeli kan bile olsa meydanlara özgürce çıkacağız. Hiç kimse endişe etmesin. Eğer bir bedel ödemek varsa, o bedeli önce ben ödeyeceğim. Halkım ve gençler için." (Kaynak: CNN Türk)
Bir Siyaset Tıkacı: "Bedel Ödemek"
Siyaset etmek zor bir iş. Özellikle insanların sorumluluk almaktan, yaşamayı
çok sevenlerin ölümden kaçması gibi, kaçtığı bir toplumda daha da zor. Bir
partiye üye olmanın “bütün varlığını oraya adıyormuş gibi yapmaktan” ibaret
görüldüğü bir siyaset arenasında hakikaten çok zor.
Peki bu kadar zorlukla boğuşan siyasetçilere acımalı mıyız? Bu, onların
kendi seçimleriydi. İstedikleri hayatı yaşıyorlar diye neden acıyalım?
Bedel ödeme klişesine başvuran siyasetçiler ve konuyu uzatmamak için bu
yazıya almadığımız diğerleri, muhakkak “bedel de ödemişlerdir”. Ama ne kadar?
Daha önemlisi, bu bedelleri tek başlarına mı ödediler yoksa takipçileriyle
bölüşerek mi? Eğer bölüştüyseler bu eşit bir biçimde mi oldu, yoksa
yukarıdakiler “sembolik” bedeller öderken, aşağıdaki çimenler ezildi mi?
Hepimiz biliyoruz ki önemli siyasetçilerimiz çok ağır bedeller falan
ödemediler. Kimi zaman salak buldukları topluluklara kendi hikayelerini
aktarmaya hevesli çakma Dede Korkutlar, daha doğrusu küçük siyasetçiler ise çok
ağır bedeller ödediler. Fakat iki grubu da aynı paragrafta konu ediyorum. Çünkü
ilk grubun ödemediği bedel toplum için ne ifade ediyorsa ikinci grubun boşu
boşuna ödediği bedel de aynı şeyi ifade ediyor: Sıfır. Yani, hiçbir şey!
Siyaset millet için yapılır. Dikkat buyurun: Konuşulur değil, yapılır.
“Bedel ödemek” klişesini yerli yersiz kullanmak inandırıcılığı zedeler çünkü
toplum kendisi için çalışanları veya çalışırken bedel ödeyenleri bir şekilde
bilir ve onlar daha ağızlarını açmadan sahiplenir.
Ötekiler? Eğer yukarıdalarsa hizmet etme şanslarını kullanmalılar. Çünkü
“bedel ödedik/ödetiriz” klişeleri onların hikayeleri yazılırken metne dahil
edilmeyecek. Düşük adamlar? O zavallılar da bir müddet alkış alacak, oynayan
ayıyı seyreden kalabalıklar daha fazla bedel ödemelerini isteyecek, yapacak
başka bir şey bilmedikleri için onlar da bedel ödemeye devam edecekler.
Ardından, çok istedikleri “saygınlıktan” uzak yaşayıp, ölecekler.
Ama bunlar mesele değil. Esas soruyu en sona sakladım: Hakikaten bedel ödeyenler
kimlerdir? Hiçbir şey kaybetmeyen siyasetçiler mi? Bir koyup üç alan sahte
kahramanlar mı? Yapacak başka bir şey bilmeyen zavallılar mı? Yoksa, yoksa...
Neyse “bedelini ödemeden” yazıyı kapatalım.
0 Yorumlar