Matbuatımızdan Seçme Yazılar (Ekim 2022)

Bir ay boyunca yazılmış fıkralardan derlediğim seçme yazıların bu ayki "baskısında" birlikteyiz.

Seçim sath-ı mailine girdiğimiz ve derin bir ekonomik krizin tam ortasında bulunduğumuz bu ayın içerisinde; bir de çetrefil dış politika problemleriyle yüzleştik. Cumhuriyetimizin doksan dokuzuncu yaş günü de, yine bu ay içerisinde idrak ettiğimiz, daha doğrusu tükettiğimiz konular arasında yerini aldı. 

Ekonomi bahsinde doğru dürüst bir yazı okumadığım için o konuda bir alıntı yapamadım. Fakat diğer meselelerle ilgili ufuk açıcı yazılar seçtiğimi düşünüyorum. 

Buyurun inceleyelim. 


1-) Süleyman Seyfi Öğün - "Yine ve Yeniden Akdeniz" / 6.10.2022 - Yeni Şafak 

Süleyman Seyfi Öğün, medeniyet denilen şeyin beşiği olan Akdeniz'i ele alıyor. Bildiğim kadarıyla tarihçi olmamasına rağmen, birçok tarihçinin düştüğü bir hatayı mükemmelen tespit ediyor ve şöyle düzeltiyor:

"Roma’nın brüt değil, net târihi bir antik formasyon olarak bir Doğu Akdeniz medeniyetine, ezcümle Doğulu bir târihe tekâbül eder. Batı’nın özbilinci muhayyel olarak inşâ edilmiş ve feodal bir evrim geçiren Katolik Kilisesi’nin geliştirdiği, esâsında antiordodoks temellere dayalı bir Batı-Doğu ayrımının (husûmetinin) yorumuna dayanır. Bunun içinde Hristiyanlık ortak paydasının çekimi üzerinden derin siyâsal ve dinsel ortodoks geçmişinden arındırılarak Roma, Rousseaugil bir paganlık mefâhirinin çekimi üzerinden de Grek geçmişinin sâhiplenilmesine dayanır. Hârice itilen ise İslâmiyet, bilhassa da onunla özdeşleşen Türklük olmuştur. Modern İtalya ve Yunanistan, kapitalist birikimi merkezîleştiren Avrupa mâmulü muhayyel târih tezinin câzibesine kapılıp dâirenin dışına çıkmıştır. Bunu etnik iddialı diğer kopuşlar tâkip etmiştir. hâsılı, sun’i jeokültürler, derin bir rasyoneli ve geleneği olan jeopolitiki parçalamıştır."

Yazının bütününün okunmasında fayda görüyorum. 


2-) Besim F. Dellaloğlu - "Sözel Kalkınma" / 6.10.2022 - Perspektif 

Ülkemizde sık görülen bir rahatsızlık da "sayısalın sözelden her hâlde yüksek olduğu" şeklindeki anlamsız önyargıdır. Besim Hoca meseleyi deşiyor ve kolaylıkla itiraz edilemeyecek şu sonuca varıyor:

"Tahsili mesleki formasyona indirgemek, sözeli sayısala topyekûn feda etmektir. Almanların Bildung, Fransızların culture générale, Anglosaksonların liberal education dedikleri çerçevedir esas olarak Batı’nın insan, yurttaş kalitesini belirleyen. Tıpta, mühendislikte innovation, yenilik, marka, patent üretebilmek için sadece iyi bir cerrah, iyi bir uygulayıcı mühendis olmak yetmez. Yeterince üretemeyen, yüksek kalitede üretemeyen toplumlar, yaratıcılık düzeyleri düşük toplumlardır. Her anlamda yaratıcılık, üretkenlik için aynı zamanda idrak, hafıza, kültürel birikim ve olgunluk, muhayyile, tefekkür açısından da donanımlı olmanız gerekir. Bu insani fakülteleri geliştirecek olan ise öncelikle poetik hamurdur. Yani sayısal devrimler için de sözel formasyon elzemdir."

Yazının tamamının dikkatle okunmasını tavsiye ederim. 


3-) İskender Öksüz - "Üniversite gerekli mi?" / 7.10.2022 - Karar

Kendisi de akademinin içinden gelen ve idarecilik dahil birçok görevde bulunan İskender Öksüz iyi bildiği bir meselede çok zor bir soru soruyor: Üniversite gerekli mi?

Tadımlık: "Lisede hoca, bilgileri, bir bakıma, “İşte böyle derler.” diye anlatır. Üniversitede “Böyle olduğunu kendi gözlerimle gördüm; kendi ellerimle tuttum, çorbada benim de tuzum var.” diye anlatılmalıdır. Eğer bu yoksa, eğer üniversite hocaları o yemeği bizzat pişirmiyorlarsa liseyle üniversite arasında gerçekten fazla bir fark yoktur. Hatta şunu şöyle öğreteceksin, derste bir kitap izleyeceksin gibi tekdüzeleştirici kurallarla yemek lokanta yemeği olmaktan çıkar, fast food’a dönüşür."

Yurdumuzun dört bir yanı "yüksek liseler" tarafından işgal edilmişken, bilhassa dikkatle okunması gereken bir yazı olduğu kanaatindeyim. 


4-) Merdan Yanardağ - "Solda Türk kompleksi" / 30.10.2022 - Birgün 

Bir memleketin sağlıklı bir siyaset sahnesine sahip olabilmesi için, muhafazakar kadar devrimci de gerekir. Eğer birisi olmazsa öbürü yine de olur ama kısa sürede bozulur hatta pörsür. Solun birçok söylemini mantığa karşı bulsam da, ülkemizde şimdikinden en az on kat kuvvetli bir sol hareket bulunmasını canı gönülden isterim. 

Solun (veya başka bir siyaset etme biçiminin) kuvvetlenmesinin en önemli şartlarından birisi, lüzumsuz kavgalardan sıyrılmaktır. Merdan Yanardağ, Türkiye'de sol tarihin açık ara en aptalca itişmesini, "Türk kompleksini", ele alıyor. Yazıdan hoş bir pasajı alıntılıyor, tamamının okunmasını tavsiye ediyorum:

"TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan birkaç yıl önce bana hoş, ama düşündürücü bir olay anlattı. Sanırım Castro henüz hayattayken, TKP de 1 Mayıs Kutlamaları için Küba’ya davet ediliyor. Her ulusun komünist ya da sosyalist partisinin korteji en önde parti bayrağının yanı sıra ülkesinin bayrağını taşıyarak yürüyor. Kemal Okuyan, “Biz yanımızda Türk bayrağı getirmemiştik. Aklımıza gelmemişti. Kübalılar bize bayrağınız nerede diye sordu, yok dedik. Bize, ‘sizin hangi ülkenin partisi olduğunuz nasıl anlaşılacak’ diye sordular, yanıt veremedik. Bunun üzerine Türk elçiliğinden bir bayrak getirdiler” dedi. O gün 1 Mayıs kutlamalarına katılan partiler arasında Arjantin ve Şili komünist partileri de vardı. Onlara da, ülkelerinde yapılan askeri-faşist darbeler sırasında uluslarının bayrağı altında işkence yapılmıştı. Ama onlar egemen sınıflara o bayrakları bırakmamışlardı. Dolayısıyla, Kemal Okuyan’ın deyimiyle, “teslim bayrağı çekmeden” bayrakla olan anlamsız kavgayı da artık bitirmek gerekiyor."


5-) İlber Ortaylı - "Cumhuriyet'imizin 99. yılı" / 30.10.2022 - Hürriyet 

Tarihçinin bir vazifesi de soğukkanlı değerlendirmeler yapmaktır. İlber Ortaylı cumhuriyetimizin 99. yaş günü şerefine böyle bir işe girişiyor, elinden geleni yaptıktan sonra ise her metod takip eden insan gibi verilerin peşine düşüyor ve şu çok haklı isteği kaleme alıyor:

"100. yıl için kamuda büyük bir hazırlık yapıldığını görmüyoruz. Hatta böyle günler için bestelenecek marşın tespit edildiği bir müsabaka yapıldığı da yok. Bundan başka bütün ilmi kurumların ve devlet müesseselerinin 100. yılın muhasebesini çıkaran sempozyumlar, toplantılar yapması gerekirdi. Mesela Dışişleri Bakanlığı’nın bu 100 yıl için Türkiye-Ortadoğu, Türkiye-Balkanlar hatta Türkiye-Yunanistan, Türkiye-Rusya, Türkiye-İran gibi başlıklarla özel toplantılar yapması kendi dosyalarına yarar. Liste uzayabilir. İktisadi kalkınmayı teferruatıyla belirten istatistikler çıkabilir. Merkez Bankası arşivleri yayınlanabilir. Bunlar umarım gelecek yıldan itibaren düzenlenebilir."

Hakikaten cumhuriyetimiz için bir asrı devirmek hiç basit bir iş olmamalıdır; nitekim herkesin kendi hayatı ölçüsünde tecrübe ettiğine göre, kolay da olmamıştır. Biz bu zorlukları hayal sahasında yaşamadık. Aşabildiklerimizi de çalışarak aştık. Dolayısıyla hocanın örnek verdiği (ve muhtemelen yerinin darlığı sebebiyle daha fazlasını eklemekten çekindiği) verilerin paylaşılması gerekir.

Devletin bir kısım memuru bu işi çok da zorlanmadan yapabilir. Yapmalıdır. 


Umarım istifade etmişsinizdir. Önümüzdeki ay, yine seçme yazılarda, görüşmek dileğiyle... 

Yorum Gönder

0 Yorumlar