Büyük bir ahlakçı, katı bir milliyetçi, inanmış bir Ortodoks
olan Dostoyevski benim de “öğretmenlerim” arasında yer alır. (Normalde “kurgu”
eserlerin beni etkilemesine izin verme huyum olmamasına rağmen, Ecinniler’in
sansürlenmiş bölümünü okuduğumda üç gün yemek yiyememiştim.)
Bugün onun Yeraltından Notlar kitabından bir alıntı yapmaya
karar verdim. İsmi bilinmeyen ve kırk yıldır “yeraltı” hayatı yaşayan adamın
kendi hikayesini anlatması üzerine kurulan bu novella iki bölümden oluşuyor.
İlk bölümün sekiz numaralı notunu aktaracağım. (Yeraltından Notlar, s.36-41,
çeviren: Nihal Yalaza Taluy)
Dostoyevski insanın bağımsız bir iradesinin olup olmadığını,
varsa kaynağının nerede bulunduğunu tartışıyor. Sözü kısa keserek, sizleri yazı
sanatının büyük ustasıyla baş başa bırakıyorum. İnanıyorum ki, okuma zahmetine
katlananlar üzerine düşünecek vakit yaratmakta da zorlanmayacaklardır.
“Ben de isteklerimizin ipinin kim bilir hangi şeytan elinde
bulunduğunu, hem de bunun daha iyi olduğunu söyleyecektim ki, sonra bilimi
hatırladım ve... sustum. Tam o sırada bu sözü siz açtınız. Gerçekten, ya günün
birinde bütün arzu ve kaprislerimizin de formülü bulunur, daha doğrusu,
bunların esasına, hangi kanunlara bağlı olarak meydana gelip nasıl
geliştiklerine, çeşitli durumlarda hangi yolları takip ettiklerine vs. dair
kesin bir matematik formül ortaya çıkarsa, o zaman insan muhtemelen, hatta
mutlaka hiçbir şey istememeye başlar. Cetvele bakarak arzu etmenin ne tadı
olur? Ondan başka, insan insanlıktan çıkıp, hemen hemen bir org cıvatasına veya
bunun gibi bir şeye dönüşür: Hür iradesi, arzusu olmayan, istemeyi bilmeyen
insanın org silindiri üzerindeki cıvatadan ne farkı vardır ki? Ne dersiniz?
İhtimalleri toparlayalım düşünelim: Böyle bir şey olabilir mi olamaz mı?
— Hımm... diyeceksiniz. Biz çıkarlarımızı yanlış anladığımız
için arzularımızın çoğu da yanlış yoldadır. Bu yüzden gözümüze kestirdiğimiz
bir çıkar için en kolay yolu seçelim diye, akılsızlığımızdan, çoğu zaman bir
sürü saçmalığa saplanırız. Halbuki bütün bunlar hesaba vurulup kâğıda dökülünce
(olmayacak şey değildir bu, zaten insanların ilerde bazı tabiat kanunlarını
öğrenemeyeceklerine şimdiden karar vermek çirkin ve manasızdır), içimizde
arzudan eser kalmaz. Arzunun akılla el ele vereceği gün hepimiz isteklerimize
değil, aklımıza hizmet edeceğiz; çünkü aklımız başımızdayken manasız bir şey
isteyerek kendimize bile bile fenalık yapmamıza imkân yoktur. İrademizi
düzenleyen kanunların keşfedilmesiyle bütün arzuların, düşüncelerin hesabını
yapmak imkânı olursa, şaka bir yana, bunlar gerçekten cetveller üzerinde
toplanabilirse, o zaman pek tabii ki isteklerimizi bu cetvele göre ayarlayacağız.
Örnek olarak söylüyorum; bir gün birisine nanik yapsam ve hesaplar, böyle
yapmam, hatta hangi parmaklarımı kullanmam gerektiğini ortaya koysa benim şahsi
hürlüğümden ne kalır? Bilhassa okumuş, öyle veya böyle tahsil görmüş bir
âlimsem? O zaman hayatımı otuz yıl ilerisine kadar hesaplayabilirim; kısacası,
bütün bunlar gerçekleşirse, bize her şeyi olduğu gibi kabullenmekten başka
yapacak bir şey kalmaz. Esasen tabiatın hiçbir zaman, hiçbir durumda bize tabi
olmadığını, onu hayalimizde kurduğumuz gibi değil, gerçekte olduğu gibi kabul
etmemiz gerektiğini asla akıldan çıkarmamalıyız; öte yandan bir cetvel, bir
takvim, hatta... hatta bir kimyager imbiği peşindeysek ne yapalım, bunları da
olduğu gibi kabullenmeliyiz! Karşı koysak bile, nasıl olsa kendini kabul
ettirir zaten...
— Hepsi iyi ama, ben burada takılıverdim işte efendim!
Felsefeye daldığım için affedin aziz okuyucularım. Ne yaparsınız, kırk yıllık
yeraltı hayatı, dile kolay! İzin verin, biraz da hayal kurayım. Bakın efendim:
Aklı takdir etmemek mümkün değil tabii, ama onun kendi çerçevesini hiçbir zaman
aşamadığını, insanın yalnız kafa ihtiyaçlarına cevap verebildiğini de kabul
etmek lazım; halbuki arzu, aklı da, başka çeşit özentileri de içine alan bütün
hayatın, yani bir insan hayatının en kudretli ifadesidir. Gerçi bu çoğu zaman
hayatımıza beş para etmez bir şekil veriyor, fakat gene unutmayalım ki hayat
hayattır, karekökü almak değil. Mesela ben, gayet tabii olarak, yalnız aklımı
kullanıp hayatiyetimin ancak yirmide birinden faydalanarak değil, içimde
hayatla ilgili bütün unsurları seferber ederek yaşamak istiyorum. Aklın kudreti
nereye kadar uzanır? Akıl öğrenebildiği kadarını bilir (bazı şeyleri hiçbir
zaman öğrenemeyebilir; gerçi bunun teselli edici tarafı yok, ama neden
söylemeyelim?) ama insan hayatı hem şuurlu, hem şuursuz olarak, kâh aldanıp kâh
aldatarak devam edip gidiyor. Bana acıyarak baktığınızdan şüpheleniyorum
baylar; kültürlü, aydın, kısacası geleceğin insanının bile bile çıkarlarına
karşıt bir şeyler istemeyeceğinin, matematik bir kesinlik taşıdığını
tekrarlıyorsunuz. Size hak veriyorum. Fakat yüzüncü defa olarak söylüyorum ki,
insanın kasten, şuurlu olarak zararlı, manasız, hatta son derece budalaca bir
arzuya kapıldığı bir durum, tek bir durum vardır: Yalnız akla uygun şeyler
istemek zorunda kalmayıp, ne kadar manasız olursa olsun istemek hakkına sahip
olmak. Bu manasız istek, hele bazı hallerde bizim için bütün dünya nimetlerinin
üstünde bir değer kazanabilir baylar. Bazen bize açıkça zararı dokunduğu ve
çıkar üzerine en akla yakın düşüncelerimize taban tabana zıt düştüğü durumlarda
bile, bütün öbür çıkarlardan daha çok fayda sağlayabilir, çünkü bizim için en
önemli, en değerli bir varlığı, şahsiyetimizi, özelliğimizi korumaktadır. Bazı
kimseler bunların insan için her şeyden aziz olduğunu iddia eder; istek akılla
birleştiğinde, onu kötüye kullanmamak, lüzumlu lüzumsuz zamanda başvurmamak
şartıyla, çok faydalı, bazen övülecek sonuçlar bile verebilir. Fakat istek çoğu
zaman, hatta ısrarla akla tamamıyla zıt bir yoldadır ve... ve... inanır
mısınız, bu hal de hem faydalı, hem de bazen takdire şayan olabilir. Şimdi bir
an için insanların aptal olmadığını farz edelim. (Aslına bakılırsa insan için
böyle bir şey söylemek imkânsızdır, hiç olmazsa şu sebepten: İnsanı aptal kabul
edersek kime akıllı diyeceğiz?) Ama insanoğlu aptal olmasa bile dehşetli
nankördür. Nankörün nankörüdür. Hatta bana göre en uygunu, insanı iki ayaklı
nankör bir mahlûktur diye tarif etmektir. Ama bu kadar da değil, insanın
başlıca kusurunu unutmamalı: İnsanların baş kusuru, tufandan başlayıp
Schlezwig-Holstein devrine kadar uzanan daimi erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve
bunun doğurduğu çeşit çeşit temkinsiz hareketler; temkinsizliğin erdemsizlikten
ayrılmadığı öteden beri bilinir zaten. İnsanlık tarihine şöyle bir göz atıverin
bakalım, ne göreceksiniz? Azamet mi? Belki; yalnız Rodos Heykeli bile yeter!
Bizim Bay Anayevski, heykelin bazılarına göre insan elinden çıktığını,
bazılarınınsa tabiatın yarattığı bir harika olduğunu iddia ettiklerini boşuna
söylemiyor ya. Göz alıcılık mı? Olabilir; asırlar boyunca her milletin
askerinin, sivilinin giydiği üniforma bolluğu karşısında apışıp kalmayacak
tarihçi yoktur! Tekdüzelik mi? O da var: Durmadan dövüşüyorlar, şimdi de,
eskiden de, her zaman dövüştüler ve dövüşecekler, bunun da gayet tekdüze
olduğunu kabul etmelisiniz. Kısacası, genel tarih hakkında pek çok şey, hasta
bir muhayyileden ne doğarsa hepsi söylenebilir. Yalnız temkinli hareketten
bahsedemezsiniz. Daha söze başlar başlamaz laf ağzınıza tıkılır. Hayatta
erdemin ve aklın canlı örnekleri olan allâmelere, insan severlere bol bol
rastlanır; bunların gayesi, ömürlerini elden geldiği kadar erdemli, temkinli
geçirmektir, varlıklarıyla etrafa adeta nur saçarak, dünyada erdemli ve
temkinli de yaşanabileceğini göstermek peşindedirler sanki. E, sonra? Sonrası
malum, bunların birçoğu, ömürlerinin sonuna doğru da olsa, er geç sürçüp tamiri
imkânsız bir çam deviriverirler. Şimdi sorarım size: Böyle garip nitelikleri
olan insanoğlundan ne beklenebilir? Önüne dünya nimetlerinin hepsini serseniz,
başı kaybolana, hatta su yüzüne ufak ufak kabarcıklar çıkana kadar saadet
deryasına gömseniz, çalışmaya ihtiyacı olmayacak derecede refahını sağlasanız
da, sırf ballı çörekler yiyip yan gelip yatması, bir de insan neslinin
kurumaması için uğraşmasını sağlamak için iktisadi refaha kavuştursanız da,
sırf nankörlüğü, küstahlığı yüzünden bir rezalet koparacaktır. Sırf müspet akla
kimi düşsel öğeler katabilmek için ballı çöreklerden, iktisadi refahından
vazgeçip, kendisine en zararlı saçmalıkların peşinden koşar. Akla sığmaz
hayallerinden, en adice ahmaklığından sıyrılmaya asla yanaşmaz, çünkü tabiat
kanunlarının insanı arzu duymaktan caydıracak kadar tıpkı bir piyano gibi
çalmasına, bir cetvele göre davranmaya zorlamasına rağmen, bir piyano tuşu değil
de insan olduğunu (sanki pek gerekliymiş gibi) kendi kendine ispat etmek ister.
Öte yandan insan, gerçekten bir piyano tuşu olduğunu görse, hatta tabiat
bilimleri ve matematik yoluyla, öyle olduğu ispat edilse bile gene akıllanmaz;
gene mahsus, sırf nankörlükten, inadından yeni haltlar karıştırır. Bunu yapmaya
gücü yetmezse, bu defa ortalığı kasıp kavuran fırtınalar, türlü türlü facialar
icat eder ve isteğini o yoldan elde eder! Tüm dünyaya lanetler eder; lanet
etmek, yalnız insana mahsus olduğu için (insanı diğer canlılardan ayıran
başlıca üstünlüklerden biridir bu) belki de sadece bunu yapmakla bile isteğine
ulaşır, yani bir piyano tuşu değil, insan olduğuna kanaat getirir! Ama
diyeceksiniz ki, bütün bu fırtınalar, karanlıklar, lanetler önceden cetvelde
hesaplanabilir ve aklın daha ağır basması sağlanabilir; ne mümkün, adam bu
defa, aklı olmadığını ispat etmek için deli taklidi yapmaya kalkar ve gene
istediğini elde eder! Buna inanıyorum, yanılmadığıma tamamıyla eminim; zaten
galiba insanların bütün işi, bir cıvata değil de insan olduklarını her an kendi
kendilerine ispat etmektir! Bu uğurda kendini feda edebilir, sırası gelince
mağara devri barbarı olabilir. Şimdi gel de günaha girme: Henüz bu dereceye
gelmediğimize, iradenin kim bilir hangi şeytanın keyfine bağlı olduğunun hâlâ
anlaşılmamasına sevinme...
Bana bağırarak (tabii bana bağırma alçak gönüllülüğünü
gösterirseniz) irademin bağımsız olduğunu, yalnız onun normal çıkarlarıma,
tabiat kanunlarına ve aritmetiğe uygun olmasına çalışıldığını söyleyeceksiniz.
— Hadi efendim, iş cetvelle aritmetiğe dayanınca, iki kere iki yalnızca dört ediyorsa, iradenin lafı mı kalır! İki kere iki, iradem karışmasa da dört edecek. İrade bu mudur!”

0 Yorumlar