![]() |
| Edvard Munch, Çığlık (1893) |
Bildiğiniz üzere bu satırların yazarı, aynı zamanda, sayısı
onlarla ifade edilen hikâyenin de müellifidir. (Fakat ne cümle be(!)) Bunların
hiçbirisini sanat eseri kabul etmesem de; yazma sürecinde verdiğim emeği
önemserim. Hikâye yazarken en çok karakterlerin “gerçek” olmasına dikkat
ederim.
Bu amaçla çevremde gözlemlediğim kimi tipleri belki
karaktere çevirebilirim diye telefonumun notlar kısmına kaydederim. Fakat bazı
tipler, hikâyelerde bile, bir karaktere sahip olamazlar.
Bu bahtsızların ikinci bir kötü şansı daha vardır. O da
benim defterime kaydolmaları… Şimdi bunları bir yerde kullanırım diye not
almışım lakin kullanışsız çıkmışlar. Ne yapmalı? Kaldırıp çöpe atsam israfı
katmerli hale getireceğim. Karakter çıkarmaya zorlasam ölü doğuma sebebiyet
vereceğim.
Ben de Derya Baykal usulünü benimsedim. Biliyorsunuz Derya
Hanım kullanılmış pet şişelerden perde, kırık kavanozlardan sehpa, eski
televizyonlardan masa falan yapıyordu. (Bunların kaçını gerçekten yaptı
bilmiyorum ama çok isterse yapabileceğine eminim.)
İşte ben de Derya Baykal’ın izinden giderek daha sonrasında
muhtemelen bir işime yaramayacak kimi tipleri bu yazının konusu haline
getirdim.
Bunu bir seriye çevirir miyim, bilmiyorum. Fakat bu yazıda üç
tipi – onların ağzından – anlatacağım. Garip bir deney olacak, bu yüzden
heyecanlıyım.
Öyleyse, ilk tipimizle başlayalım.
Kifayetsiz Muhteris
Ben pek akıllı ve delikanlı bir mahluğum. Dengim kimse
bulunmadığı için olacak insanlara güvenmem. Onları sevmem. Alttakileri ezerim,
üsttekileri görünce kaçarım.
Bir dahi mertebesinde bulunduğum için insanların beni
sevmelerini, bana güvenmelerini beklerim. Üstlerimin beni takdir etmesi ise
hayatta en çok hoşuma giden şeydir.
Aile mi? Sözümü dinledikleri müddetçe ailemi severim. Aksi
takdirde… gerçi böyle bir ihtimal yok.
Sevilmek bahsinde bir not olarak belirtmeliyim ki; annem
beni çok severdi. Babam da severdi. Aslında herkes beni çok çok severdi. Biraz
büyüyünce sevmemeye başladılar. Yani, herkes sevmemeye başladı. Yoksa beni çok
seven tanıdıklarım var. (Genellikle akrabalar.)
İş hayatıma gelince… çok hareketli geçer. Çok şeyler
yapabilecek bir potansiyelim var. Altımdakilerin tamamından aşırı derecede
üstünüm. Üstümdekilerden de biraz üstünüm. Maalesef patronum bunu görmüyor.
Neden? Halbuki patron da beni sever. Bazen de sevmez. O zaman üzülürüm.
Patronumun beni sevmediği zamanlar onun sübyancı olduğunu
iddia ederim. Sonra onunla görüşme şansını elde ederim ve yüce şahsiyetinin ne
kadar iyi bir insan olduğuna herkesi inandırırım. Yüksek zekâm ve ikna
kabiliyetim sayesinde her insanı her şeye inandırırım.
Zaten ben bir insan sarrafıyım. İnsanlara bakarım ve beni
sevip sevmediklerini, pardon, iyi insan olup olmadıklarını hemencecik anlarım.
Güçsüz insanlardan pek hoşlanırım. Her fırsatta onları
ezerim. Ama bunu onların iyiliği için yaparım. Gelip bana bağlanırlarsa onlara
arkadaşmışız gibi davranırım. Fakat asla kollamam. Çünkü zayıflar bir kere… Bildiğiniz
gibi bütün zayıflar geri zekâlıdır.
Bana intisap etmeyenleri ise dışlarım. Arkalarından
konuşmaktan çekinmem. Genellikle insanların arkalarından konuşurum ve onları
birbirine düşürmeye gayret ederim. Yüz yüze geldiğimizde inkâr ederim. Çünkü…
Çünküsü yok delikanlı adam açıklama yapmaz!
Hayatta hak ettiğim yerde değilim. Bence buna sebep dik
duruşum. Yalakalık yapmam. “Sevdiklerimi” düşünürüm. Bu düşüncelerim çevrem
tarafından yanlış anlaşılabilir. Hacca giden patronuma aşırı sıcaklarda cildi
tahriş olmasın diye koruyucu krem verdiysem, bu benim ne kadar düşünceli bir
çalışan olduğuma hamledilir. Aksi zaten mümkün değildir.
Yaşım 60’a tecavüz etse de daha gidecek çok yolum olduğunu
düşünüyorum. Bunca tecrübeyi benden başka kim edinebilirdi ki? Ben, ben sadece
ben! Patronum seni çok seviyorum. Parayı da seviyorum. Para ve patronumla arama
giren her şeyden nefret ediyorum.
Yükseğe, daha yükseğe çıkacağım işimde… Ne iş mi yapıyorum?
İnanın hatırlamıyorum.
Fakat daha fazlasını hak ettiğime eminim.
Beni sevmeyen insanların tamamının kötü olduğuna da aynı
derecede eminim.
Dinleme Cihazı
Derin sorulardan hoşlanmam. Hayatta beğendiğim tek şey
“efendi” görünmektir.
Sorumluluk gerektiren bütün işlerden kaçarım. Bütün
sorumluluğu üstlerimin üzerine atarım. Evde babamın, iş yerinde patronumun,
özel hayatımda abi ve ablalarımın kararları benim için emir telakki edilecek
şeylerdir. Kendi fikirlerim mi? Henüz kendileriyle müşerref olamadım.
İyi bir dinleyiciyimdir. Dinlediklerimi kafama yazarım.
Doğru mu değil mi düşünmem. Sadece kaydederim ve “gerekli kişilere” anlatırım.
Akşam eve gittim miydi, kafamı yastığa koyar koymaz yatarım.
Mesela geçenlerde bir arkadaşım Amerika’nın eski başkanı
Kennedy’nin vurulduğunu söyledi. Heyecanlandım. Hemen abime haber verecektim
ki, olayın çok önceden yaşandığını öğrendim. Kafamda böyle gereksiz şeylere yer
olmaz. Mesela Kennedy ismini beş dakika sonra unutacağım. Neden? Çünkü dinleme
cihazları belirli aralıklarla kayıtlarını silerler.
İş hayatım da aynı minval üzerinde seyreder: Sadece dinlemem
ve itaat etmem karşılığında para kazanıyorum.
Özel hayatım? Öyle bir şey yok! Kadınlardan korkarım. Ben de
bazı şeyleri kayda alırım ama onların hiçbir şeyi unutmayan hafızaları beni
korkutur. Bu yüzden kadınlarla görüşürken ezilip büzülürüm. Ses tonumu
olabildiğince düşürür, uysal bir kedi görüntüsüne bürünürüm. Gerçi bu durumdan
pek memnun sayılmam çünkü böyle davranarak onlara göre aşağıda kalıyorum. Fakat
yine de halimden memnunum. En azından bütün karar vericilerim şimdiki durumumun
doğru olduğunu söylüyorlar. Benim yerime. Pardon benim için!
Yeni şeyler kaydetme telaşım olmasa belki ben de bir şeyler
düşünür, birilerini sevebilirim. Ama fıtratım buna müsaade etmiyor.
Ben sadece kaydederim. Değerlendirme özelliğim yoktur.
Yarım Akıllı
Ben bir aptalım. İnsanlar böyle söylerler, ben de inanırım.
Onların düşüncesine göre; ben hiç kendimi düşünmem ve ne söylenirse yaparım.
Evde pek hareket etmem. Evdekileri rahatsız etmek istemem,
onlar da bunun karşılığında beni rahat bırakırlar. En büyük hayalim devlet
memuru olmaktır. Şu anda sözleşmeli olarak çalışıyorum, dayım sağolsun,
ayağımdaki hafif aksamayı “beyninde %70 engel var” şekline çevirdi de burada iş
başı yapabildim. İnşallah mülakatta da yardımcı olacaklar.
Şu an çalıştığım yerde pek çok görevim var. Gerçekte ise “çalışıyor
görünmek” en iyi yaptığım iştir. Her fırsatta kaytarırım. Müdürlere kendimi
sevdirdiğim için kaytardığım zaman sadece gülerler. Hiç kızmazlar. Ben de
onlara gülerim.
Bana bir zararları olmayacaksa üstlerime itaat etmekten
hoşlanırım. Mesela serviste amirim için koltuk ayırmaktan çekinmem. Sabahları
sadece amirime selam veririm. Günde iki sefer de sade kahvesini kendi elimle
hazırlar, götürürüm.
Amirimi sevmemin tek nedeni “velinimetim” oluşudur. Daha iyi
bir iş bulursam çok sevdiğim amirime küfretmekten de çekinmem. Çünkü yeni iş
yeni velinimet demektir. İnsanın bir tane velinimeti olur.
Evlilik meselesini anneme bıraktım. Bizim köyden yarım akıllı bir kız ayarlayacaklarmış, onunla evleneceğim. Pek bir beklentim yok. Beni “velinimeti” bilsin yeter.

0 Yorumlar