"Zafer ayı" olarak tabir ettiğimiz bu devreyi, birbirinden alakasız ama benim için birden fazla boşluğu dolduran üç kitap okuyarak geçirdim.
Türk edebiyatı haricinde belki en fazla aşina olduğum Alman edebiyatının mühim bir klasik hikayesini bu ay okuduğum gibi, ilham verici olarak kabul ettiğim bir adamın otobiyografisini de - geç de olsa - aradan çıkardım.
Türk devletinin yeniden kurgulandığı şu günlerde, bu reorganizasyon çalışmasının belki en kritik unsuru hakkında hacimli bir kitap okuyarak memlekete dair algımı genişletmeye çalıştım.
Seriyi bilenlerin malumu olduğu üzere; okuduğum kitaplardan bir tanesini "Ayın kitabı" olarak seçtim ve üzerine daha geniş konuştum. Diğerlerini de birer paragrafla "kıymetlendirmeye" çalıştım.
Üzerine laf etmeden evvel, bu ay hangi kitapları okuduğumun listesini
vermek istiyorum.
Bu Ay Okuduklarım
1- Amok Koşucusu - Stefan Zweig (Can Yayınları, 2016, Çeviren:
İlknur Özdemir)
2- Kelebeğin Ruhu - Muhammed Ali (Ketebe Yayınları, 2021, Çeviren:
Sezai Saraç)
3- Milli İstihbarat Teşkilatı (1826-2023) - Polat Safi (Kronik
Kitap, 2023)
Ayın Kitabı: Milli İstihbarat Teşkilatı (1826-2023) - Polat Safi
Eğer Muhammed Ali hakkında üçleme yazmak gibi bir planım olmasaydı ayın kitabı Milli İstihbarat Teşkilatı değil, Kelebeğin Ruhu olurdu.
Bu kitapta altını çizdiğim yerler sınırlıdır. Zaten kitabın birincil amacı da bir “ana kaynak” olmaktan ziyade “önsöz” niteliği taşımaktır.
Kitap iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm ikincisine altlık olsun diye yazılmış. Yani ismi Milli İstihbarat Teşkilatı(1826-2023) olsa ve içinde MİT arşivinden belgeler de bulunsa aslında bu bir tarih kitabı değil. (Umarım bir gün soğukkanlı bir milli istihbarat tarihi yazılır.) Peki ne kitabı?
Kamu diplomasisi adı verilen saha istihbaratçıların oyun alanına dönüştüğünden beri, devletler birbirleriyle konuşmanın başka yollarını arıyorlar. "Kamu istihbaratı" ismini verebileceğimiz saha bu uğraşın açığa çıktığı yerlerden birisidir.
İstihbarat teşkilatları kendilerini ve çalışma yöntemlerini - sıkı bir süzgeçten geçirdikten sonra - kamuya sunuyorlar. Böylece vatandaşlarına propaganda yaparken, diğer istihbarat teşkilatlarına da korku salıyorlar. Uzun zamandır devletin kritik kararlarında etkisi gittikçe artan bizim istihbarat teşkilatımız da bu modanın dışında kalmıyor. Ama bunu götürüp de bir meslek memuruna yazdırma basitliğine düşmüyor.
Akademik kimliği olan bir araştırmacıya bu alanda yardımcı oluyor. Ortaya hacmi geniş bu kitap çıkıyor.
“Tarih kitabı değil” dediğimiz eserin türünü böylece tespit etmiş oluyoruz. Kamu istihbaratı çalışması diyebiliriz.
Kitaptan ufak çaplı bir iki alıntı yapmak istiyorum. Mesela Türk devletinin kamuoyuyla tanışması anlatıldıktan sonra itikad-ı ammeyi nasıl değerlendirdiği şöyle betimleniyor:
"Osmanlı idarecileri, bu pratiklerle toplumu okunabilir ve birçok yönüyle kavranabilir kılmak için araçlar üretmeye çalışıyorlardı. Çünkü modern ve merkezi devleti inşa edenler, ancak okuyabildikleri bir toplumu biçimlendirebileceklerine ve yönetebileceklerine inanıyorlardı." (s.43)
Hızlıca istihbarat tarihine zıplayalım. Hatay’ın anavatana katılması bahsinde çekiştiğimiz Fransa hakkında o zamanki istihbarat teşkilatımız olan MAH’ın yakaladığı şu istihbarat neden bu tarz teşkilatlara kıymet vermeliyiz sorusunun cevabını teşkil ediyor:
"Bu kapsamda MAH bir Fransız askeri ateşesinin Suriye'ye gönderdiği, "Hatay için dökülecek tek damla Fransız kanı yoktur." şeklindeki mesajı ele geçirmişti." (s.179)
Geri kalan bölümde istihbarat tarihimizdeki bazı operasyonlara temas edilmekle beraber, mercek daima teşkilat yapısına odaklanmış durumda. Yani, MİT’in faaliyetlerinden çok kurumun kendisi mevzubahis ediliyor.
Kitapta ayrıntıya girilmese de uzunca yer ayrılan konulardan birisi MİT'in "istihbarat diplomasisi" sahasındaki varlığıdır. Teşkilatın buna mecbur kalmasının başlıca nedeni devletin kendisine bir muhatap bulamamasıdır. Çevremizdeki devletlerin hızla çöküşe sürüklenmesi, istihbarat teşkilatını sahaya indirmiştir. Sahaya inmek genellikle postal giymekle eşanlamlı kullanılsa da aslında aynı araziyi paylaştığı unsurlarla asgari bir iletişimi de kapsar. İstihbarat diplomasisi bu iletişimin adıdır.
298. sayfadan itibaren takip eden bölümlerde devletin reorganize edilmesine neden MİT'ten başlandığı anlatılıyor. Peşine de bu işin ne kadar hayırlı olduğu açıklanıyor. Bütün bu sürecin başında şu anda Hariciye Vekili koltuğunu işgal eden Hakan Fidan'ın bulunduğu da sürekli tekrarlanıyor. Peki madem devlet yeniden kuruluyor, dışişleri bu kurgudan muaf mı tutuluyor? Tutulmuyorsa Fidan'ın dışişleri için planları neler?
Bunları ancak tahmin edebiliriz. Fakat birisi olumsuz diğeri olumlu iki not düşmeliyiz. Öncelikle hariciye istihbarat gibi esnek bir yapıya sahip değil. Oldukça köklü bir geçmişi var ve bununla övünüyor. Böylesi kurumları dönüştürmek kökü zayıf olanları dönüştürmekten her zaman daha zordur. Fakat diğer taraftan Hakan Fidan bu işi başarmış bir adamdır. Ciddi bir tecrübesi vardır. Kişinin tecrübesi kuruma aktarılırsa Türkiye Devleti'nin kuvveti ve zindeliği artacaktır.
Pek bir yerin altını çizmesem de kitabın “toplu bir bakış” önermesini sevdim. Bu bakışta eleştirel yaklaştığım yerler oldu, katıldıklarım oldu. Yeni şeyler öğrendim ve yarın daha iyisinin yapılacağına dair umutlandım. Bir kitaptan bundan fazlasını beklemek haksızlık olurdu.
Meraklısına tavsiye ederim.
Amok Koşucusu: İçinde birden fazla hikâye olsa da muhakkak en dikkate değer bulunanı kitapla aynı ismi taşıyan öyküdür. Poe'nun "The Oblong Box" hikayesinden esintiler taşısa da aslında bambaşka ve daha hacimli bir hikâyeden bahsediyoruz. Zweig öykünün arka planını vermede zaten usta bir yazar. Onun için problem öykü konusu bulmaktan veya ortamı çizmekten çok "görünür olanı", sahnenin üzerinde yaşananı, insanların esas dikkatini çeken üst olayı kurmak. Amok Koşucusu'nda anılan problemi aşan yazar, edebiyat vasıtasıyla tarihe nanik çekip adını ölümsüzler arasına yazdırmayı başarıyor. İyi bir hikâye okumak isterseniz, Amok Koşucusu'nu kesinlikle tavsiye ederim.
Kelebeğin Rüyası: Dünya'nın en fazla tanınan adamı, kendi
öyküsünü kendi kelimeleriyle anlatıyor. Boksu kadar hızlı, dansı kadar estetik
değil belki kelimeleri. Alıştığımız Ali "özgüveni" kitapta
alçakgönüllülüğün arkasına saklanmış durumda. Fakat yine de şampiyonu kendi
kelimeleriyle okumak insana haz vermiyor değil. Ali, hayat hikayesini
anlattığı kitapta, ilk bakışta anlamsız görünen, boşluklar bırakıyor. Aslında
özlü söz kılıklı başlıklar atarak arayı kapatmayı başkalarına terk ediyor.
Yıllarca kendisinden konuşturmayı başarmış bu insan, Kelebeğin Ruhu'nda bunu
nasıl başardığının dersini veriyor. Şampiyonun sadece adını biliyorsanız, bu
kitap size yeterince malûmat vermeyecektir. Eğer Ali'nin hayatı hakkında malumatınız
varsa, Kelebeğin Ruhu'nu okumanızı öneririm.
Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla, yine bulaşmak dileğiyle...
0 Yorumlar