Okuduklarım (Eylül 2023)



Eskiden Eylül beklenen bir aymış. Havaların soğuduğu, yaprakların döküldüğü, mevsimin güze döndüğü ve insanların – tabii ki iklimin zoruyla -  daha bir insana dönüştüğü bir dönemeci temsil ediyormuş.

Artık Eylül böyle bir şeyi temsil etmiyor. Hatta o kadar içi boşaldı ki, Ağustos’un uzantısı haline geldi. Kimliksiz, kişiliksiz bir nesneye dönüştü. Bırakın yukarıda saydıklarımı hatıra getirmeyi kendi kendisini bile temsil edemez bir hale düştü.

Bu derece vasıfsız bir ayda, her şeye rağmen, öğrenecek bir hikmet buldum. Ataların çok basit bir tespitini bu ay içerisinde defalarca doğrulama fırsatı edindim: Her bitki her toprakta bitmezmiş.

Evet efendim her bitki her toprakta bitmezmiş. Kaktüs ve çilek yan yana yetişmeyeceği gibi; korkakla cesur, akıllıyla aptal, hesaplıyla hesapsız da birlikte kalamazmış. Nasıl kaktüs çileğin suyuna göz koyarsa; korkak cesurun, aptal akıllının, hesaplı hesapsızın hakkına konmaya çalışırmış. Adına doğa dediğimiz nesne, istediğimiz kadar inkâr edelim, üzerimizde bu derece tesirliymiş.

Mevsimler ve insanlar üzerine yeterince laf ettiysek sözü kitaplara getirmek istiyorum. Eylül ayı içerisinde Sultan 2.Mahmud devrine doğru bir yolculuğa çıktım. Önce Hâlet Efendi ardından Kavalalı Mehmed Ali hakkında ufuk açıcı birer biyografi okudum. Ayın sonunda – zaman yolculuğundan hızlıca bugüne dönüp bocalamamak için – Walter Benjamin’in Tek Yön denemesiyle günümüze yaklaştım.

Neticede şu an bu yazıyı yazıyorsam, ama daha önemlisi, siz bu yazıyı okuyorsanız “zamanımıza” dönmüş olmam gerekiyor. Zamanımız, yani, mevsimsiz bir Eylül’e! Neyse ki biten bu kişiliksiz aya…

Eylül ayıyla kavgam bitecek gibi görünmüyor. Bu yüzden okuduğum kitapların listesine ışınlanmak istiyorum.

 

Bu Ay Okuduklarım

1-Mehmed Said Hâlet Efendi – Süheyla Yenidünya Gürgen (Dergâh Yayınları, 2018)
2-Kavalalı Mehmed Ali – Halid Fehmi (Vakıfbank Kültür Yayınları, 2021, Çeviren: Abdullah Yılmaz)
3-Tek Yön – Walter Benjamin (Yapı Kredi Yayınları, 2022, Çeviren: Tevfik Turan)

 

Ayın Kitabı: Kavalalı Mehmed Ali – Halid Fehmi (Khaled Fahmy)

Kavala’da geçen “kavga ve sefalet, yalan dolan ve kan revan” dolu yılların ardından; Napolyon’un Mısır’ı işgali üzerine Rumeli’den gönderilen destek kuvvetlerine katılarak adım attığı Mısır’da önce vali sonra mutlak hükümdar olan Mehmed Ali Paşa’nın hikayesi, bu dünyada anlatması en zevkli hayatların başında gelmektedir.

Bu öyle bir hayattır ki; içinde bolca entrika, siyasi ayak oyunu, ihanet, savaş barındırmaktadır. Mısır’a hakim olma yolunda herkesle anlaşan ve anlaştığı herkesi satan Mehmed Ali, öldüğünde kendi Mısır’ını yaratmayı başarmış bir adamdır.

Peki bunu nasıl başarmıştır? Oğlu Tosun’a yazdığı mektupta cevabı kendisi veriyor:

Ve hiçbir zaman şunu unutma ki, bizzat ben de kâh muzaffer oldum, kâh düşman karşısında geçici başarısızlıklara uğradım. Bunlar benim canımı sıktı; ama her zaman toparlanıp yeniden savaşa tutuştum ve düşmanı mahvettim” (s.64)

1820’lerde “Mısır’da görülmeye değer şeylerden biri” olarak ün yapan Mehmed Ali’nin doğru dürüst bir tahsili yoktu. Fakat başka bir konuda ustalık kesbetmişti: “Okuduğum kitaplar yalnızca insan yüzleridir. Ve onları da doğru okurum.” (s.79)

Her ne kadar okumadığını söylese de “Mısır tarihine gayet aşina olduğu tartışma götürmez bir gerçektir ve yukarıda sözü edilen kaynakların gösterdiği üzere, özellikle de Firavunlar ve Batlamyuslar dönemine büyük ilgi duymuştur; ama Memlükler ile Osmanlılar dönemi için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. 1820’de kurduğu Bulak Matbaası tarafından basılan kitapların listesinden, Paşaya ilham kaynağı olmuş tarihsel şahsiyetlerin kimler olduğuna dair bir fikir edinebiliriz. Aralarında Büyük İskender, Çariçe (2.) Katerina, 2.Friedrich ve elbette Napolyon gibi isimler bulunmaktadır ve bütün bu tarihsel simalar onun ilgisini çekmiştir. Paşa, karşılaştığı benzer sorunlarla onların nasıl başa çıktığını öğrenmek için bu simaların biyografilerini okumuştur. Kendisine hiçbir şey katmayacağına inandığı için Machiavelli’nin Prens adlı kitabının çevrilmesi ve basılması önerisini reddetme hikâyesi meşhurdur; öte yandan, İbn Haldun’un onun için bu İtalyan politik filozoftan daha öğretici olduğunu söylediği de pek bilinmez.” (s.133)

Farklı kaynaklardan beslenen, hırsını asla gemlemeyen, iktidar aşkıyla yanan Kavalalı, Mısır’ı öyle bir şekilde yönetiyordu ki, bu da kendine hastı. Şöyle ki: “[Mısır’ın] çıkarları ile yöneticisinin çıkarları o denli tam bir biçimde özdeşleşmiştir ki,” diye yazar 1830’larda bir İngiliz seyyah, “Mısır’ın hükümetinden, ticaretinden politikasından vs. bahsetmek demek, en az onun kadar despot bir hükümdarın sözlerini haklı olarak benimseyip, ‘Ben Mısır’ım’ [L’egypte, C’est mai] diyen Mehmed Ali’nin karakterinden bahsetmek demektir.” (s.80)

Kendi devletinde etnik dengeye fazlasıyla dikkat eden Mehmed Ali’nin Mısır’da yaptığı işi şöyle özetlediği rivayet edilir: “Ben Mısır’da, İngilizlerin Hindistan’da yaptığından farklı bir şey yapmadım. Onlar Hintlerden kurdukları ordunun komutasını İngiliz subaylara vermişlerdi; ben de Türk subayların komutası altında Araplardan bir ordu kurdum… Türk daha iyi subay olur; çünkü yönetmeye ehil olduğunu bilir. O Arap ise, Türkün bu bakımdan kendisinden daha iyi olduğu hissiyatına sahiptir.” (s.86)

Başkalarının onu nasıl gördüğüyle fazlasıyla ilgili olan Kavalalı kendisini şöyle tanımlamıştır: “Muhammed Ali, Paşa değildir, onun hiçbir unvanı yoktur; o sadece Muhammed Ali’dir.” (s.149)

Kendi hırsları uğruna bütün bir Mısır’ı olanca perişanlığıyla peşinden sürükleyen bu maceracı ve başarılı adam “nihayet öldüğünde, Mısırlı tebaasından çok az insanın cenaze törenine katılmaya tenezzül etmiş olması hiç de şaşırtıcı değildir.” (s.163)

Güzel bir biyografi okumak isteyenlere Kavalalı Mehmed Ali’yi tavsiye ederim.

 

Mehmed Said Hâlet Efendi: Biyografi bizde yeni yeni palazlanan bir türdür. Genellikle tezkirelerle idare edilen ve ölüye daima “badem gözlü” muamelesi çekilen bir memlekette hakiki biyografi yazmak zordur. Bir sefer arşive girmeyi gerektirir. İkincisi hayatı anlatılan kişiye hayran olmamayı şart koşar. Üçüncüsü biyografiler genellikle akademi cenahınca kaleme alındığı için akademik üslupsuzluktan uzak durmak da ayrı bir gerekliliktir. Süheyla Hanım, ilk ikisini mükemmelen başarırken; üçüncü de biraz aksıyor. Kimi yerlerde gereksiz tekrarların bulunması, başlığa çekilen bazı konuların yeterince irdelenmeden geçilmesi bu eseri bir başyapıt seviyesine çıkmaktan alıkoyuyor. Fakat yine de tarihimizin mühim şahsiyetlerinden Hâlet Efendi hakkında önemli bir boşluğu dolduruyor. Osmanlı tarihi, ama özellikle Türk modernleşmesi, meraklılarına bu kitabı okumalarını tavsiye ederim. 

 

Tek Yön: Benjamin kitaba “Notlar” ismini verse sırıtmazmış. Fakat bu kitapta sadece yazarın kimi notları değil ama aynı zamanda birçok rüyaları, hayalleri ve teorileri de var. “Lafın tamamı aptala anlatılır” düşüncesinin ete kemiğe bürünmüş hali olan Benjamin, aforizmalarla derdini anlatmaya çalışıyor. Fakat Benjamin gibi beğendiğim bir yazar bile olsa, bu derece hacimsiz bir kitaba bu kadar çok dert sığdırmaya gerek var mıydı diye düşünmüyor değilim. Çünkü insan bir konudan öbürüne geçerken ister istemez afallıyor. Kendisini hiçbir zaman fikir adamı olarak görmeyen Benjamin, muhtemelen fikirleriyle değil yöntemsizliğiyle insanları afallatmayı tercih ediyor. Benjamin hayranlarının zaten bu kitabı okuduğunu varsayarak Tek Yön’ü pek de tavsiye etmediğimi not düşmem gerekiyor. 

 

Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplar hakkında konuşmak amacıyla, görüşmek üzere…


Yorum Gönder

0 Yorumlar