Okuduklarım (Kasım 2023)


Neredeyse bir ay olacak bu blogda yazı yayımlamayalı… Sağolsunlar bazıları sorma nezaketinde bulunuyorlar neden yazmadığımı. Aslında net bir cevabım yok. Çünkü üzerine düşünecek kadar zamanım yok, şimdilik. Bizleri “konsantre edilmiş” hayatlar yaşamaya zorlayan bu sistemle barışma ihtimalimiz ise bulunmuyor.

Bu ay insanlara haddinden fazla zaman ayırdım. Bir de üstüne yabancı dillerde okumaya hız verince, dilimize çevrilmiş yalnızca iki kitap okuyarak ayı tamamladım.

Fakat talih yine bir ilginçlikte bulundu. Kissinger’ın Liderlik kitabının kapağını kapatmamla, yazarının ölüm haberini almam arasında yalnızca on dakika geçmişti. Tesadüf kelimesi bu durumu açıklamaya yeterse de bence daha fazlası vardı.

Kissinger hakkında yakın zamanda ayrı bir yazı yazacağım için bu bahsi uzatmıyorum.

Diğer taraftan Venedik Taciri ne zamandır okumak istediğim bir klasik eserdi. Okudum ve başım göğe erdi.

Bol alıntılı bir yazıya hazırlanın ama önce bu ay okuduklarımın bir listesini (yalnızca iki maddelik de olsa) sunmama izin verin.

 

Bu Ay Okuduklarım

1-Liderlik – Henry Kissinger (Runik Kitap, 2022, Çeviren: Ebru Kılıç)
2-Venedik Taciri – William Shakespeare (Remzi Kitabevi, 2013, Çeviren: Bülent Bozkurt)

 

Ayın Kitabı: Liderlik – Henry Kissinger

100 yıllık ömrünün büyük bir kısmını liderlerle iç içe; liderlik üzerine öğrenerek, düşünerek ve yazarak geçiren Kissinger bu kitapta şahsen tanıştığı altı şahsiyet üzerinden liderliği tartışıyor. Kim mi bu altılı? Konrad Adenauer, Charles De Gaulle, Richard Nixon, Enver Sedat, Lee Kuan Yew ve Margaret Thatcher. Tamamı Kissinger’ı etkilemiş, bir kısmı ondan etkilenmiş insanlar bunlar. Aşağıda onlarla ilgili de alıntılar okuyacaksınız ama kitabın hülasasını veren yerler giriş ve sonuç bölümleri.

Peki liderliğin önemi nedir? 

Siyasal sistemi ne olursa olsun her toplum, hafızasını oluşturan geçmiş ile gelişimine ilham veren gelecek hayali arasında sürekli geçiş hâlindedir. Liderlik bu yolda vazgeçilmez öneme sahiptir: Kararlar alınmalı, güven kazanılmalı, verilen sözler tutulmalı, ileriye doğru rota önerilmelidir. Devletler, dinler, ordular, şirketler ve okullar gibi beşeri kurumlarda insanların mevcut konumlarından daha önce hiç bulunmadıkları ve belki de hiç ulaşamayacaklarını düşündükleri yerlere yükselmelerine yardımcı olmak için liderliğe ihtiyaç vardır. Liderlik olmazsa kurumlar yoldan çıkar, uluslar giderek oyun dışında kalmaya başlar ve nihayet felaket kaçınılmaz olur.” (s.13)

Kissinger, tarih felsefecisi Oswald Spengler’den alıntıyla lideri ise şöyle tarif ediyor: “Her şeyden önce değer veren biri – insanlara, durumlara ve şeylere değer veren -, “bilmeden” doğru şeyi yapma [kabiliyetine] sahip biri” (s.17)

Liderlere ve liderliğe bu derece bir önem bahşetmek şu soruyu doğuruyor: “Tarihte bireyler önemli midir? Böyle bir soru sormak, Sezar ya da Muhammed’in, Luther ya da Gandhi’nin, Churchill ya da Franklin Delano Roosevelt’in bir çağdaşının aklına bile gelmezdi. Bu kitapta, iradeye bağlı olan ile kaçınılmaz olan arasındaki sonsuz çekişmede kaçınılmaz görünen şeyin insanların yapıp ettikleri sayesinde böyle olduğunu anlayan liderler ele alınıyor. Bu liderler önemliydi çünkü miras aldıkları koşulları aşmış ve böylece toplumlarını mümkün olanın sınırlarına taşımışlardı.” (s.27)

Adenauer

Almanya doğumlu olan ve ailesinin birçok üyesi Holokost’ta katledilen Kissinger’ın, yıkılmış Almanya’yı toparlayan Adenauer’le ilgili gözlemleri şahsi olmaktan ziyade soğukkanlıdır: “Karşısındakinin karakterini anlayan keskin bir gözü vardı ve gözlemlerini de zaman zaman alaycı bir üslupla dile getirirdi. Güçlü liderliğin vasıflarıyla ilgili bir sohbetimizde bana “Enerjiyi asla güçle karıştırmayın” uyarısında bulunmuştu. Bir başka seferinde tam başka bir misafiri – kısa süre önce ona saldırarak medyanın dikkatini çekmiş biri – yanından ayrılacağı sırada beni ofisine kabul etmişti. Onların samimi ayrılık sahnesi karşısındaki şaşkınlığım bariz olsa gerekti ki Adenauer sohbete şu sözlerle başlamıştı: “Sevgili Profesör, siyasette soğukkanlılıkla intikam almak mühimdir.” (s.63)

Nasıl hatırlanmak istediği sorusuna sadece şu karşılığı vermişti: “Görevini yaptı.” (s.84) Gorbaçov “Denedik” yazılmasını istemişti. Acaba çok yeni ölen Kissinger ne yazılmasını isterdi?

De Gaulle

İyi bir tarih okuyucusu olan De Gaulle Napolyon’u bin yılda bir çıkan bir dahi olarak görüyordu ama Fransa’nın gücünü ve saygınlığını yerle yeksan etmekle de suçluyordu: “Fransa’yı aldığından küçük bıraktı.” (s.98)

Büyüklük takıntısı olan De Gaulle’ün İkinci Dünya Savaşı’nda ülkesinin işgal altında kaldığı dönemi değerlendirmesi de ilginçtir: “Aradan geçen dört yılı, Fransız tarihindeki bir silinme olarak ele aldı. Hatıralarında “Devlet dışında hiçbir şey eksik değildi. Benim görevim, devleti yeniden tesis etmekti.” diye yazacaktı.” (s.117)

Peki De Gaulle’ün devlet anlayışı nerelerden sorumluydu? “Başkanlık yıllarını anlattığı hatıratında De Gaulle “Fransa’dan sorumlu olan devlet, aynı anda hem dünün mirasından hem bugünün çıkarlarından hem de yarının umutlarından sorumludur.” diye yazmıştı. (s.124)

Yalnızca tarihle, direnişle, devletle değil kelimelerle de arası iyiydi Fransız liderin: “De Gaulle ustalıklı muğlaklığını devlet başkanı olmasından kısa bir süre sonra, Haziran 1958’de Cezayir’e yaptığı ziyarette tam anlamıyla ortaya koydu. Onu kurtarıcıları olarak gören, coşkuyla kendinden geçmiş bir pieds-noirs kalabalığına “Je vous ai compris” (“Sizi anladım”) diye seslendi. Bu cümle, Fransız hâkimiyetindeki Cezayir’e bağlılıklarıyla onu göreve getirenlerin inancını güçlendirirken De Gaulle’ün tercihlerini hiçbir şekilde sınırlamıyordu. Hatta sözcük seçimi belki de hayatını kurtarmıştı: Konuşmasını yaptığı sırada yakındaki bir binada bulunan suikastçı onun bu sözleri üstüne yivli tüfeğini bırakmıştı.” (s.143) Bush da 11 Eylül’den hemen sonra İkiz Kuleler’in enkazının önünde elinde megafonla konuşurken arkadan bağıran bir “vatandaşın” “Seni duyamıyoruz” demesi üzerine “Ben sizi duyuyorum” demişti. Ne tesadüf, hasletleri arasında hazırcevaplık bulunmayan Bush’un o dönemki akıl hocalarından birisi Kissinger’dı.

De Gaulle ülkesinin nükleer silah sahibi olmasıyla ilgili tartışmaların tam ortasında şöyle haykıracaktı: “Üstelik yaşadığımız bu gerilimli ve tehlikeli dünyada başlıca görevimiz, güçlü ve kendimiz olmaktır.” (s.158)

Enver Sedat

Liderliğin şartlarını sayarken daima derin düşünme ve fikirlerinde esnemeyi başa yazan Kissinger’ın, Enver Sedat’la ilgili şu alıntıyı yapması şaşırtıcı değildir: “Ama onunkisi hareketsizliğe meyleden bir sükûnet değildi. Daha ziyade “bir değişim yetisi”ydi. Hatıralarında şu düşünceleri kaleme alacaktı: “Bu inziva ortamında hayat ve insan doğası hakkında tefekkürüm, düşünce yapısını değiştiremeyen kişinin gerçekliği asla değiştiremeyeceğini, bu nedenle asla ilerleme kaydedemeyeceğini öğretti bana.” (s.280)

Bize de bir yerlerden tanıdık gelen şu tespiti sadece Sedat değil herhangi bir doğulu lider yapsa şaşırmayız: “Sedat “Mısır’da kişiler her zaman siyasal programlardan daha önemli olmuştur” inancındaydı.” (s.294)

Lee Kuan Yew

Kissinger’a göre: “Devlet adamının temel niteliklerinden biri, mevcut anın ruh hâline kapılıp gitmeye direnme kabiliyetidir.” (s.361)

Singapur gibi küçük bir ada ülkesinde dünyanın en müreffeh toplumlarından birini meydana getiren Lee Kuan Yew başarısının sırlarını anlatırken şöyle diyordu: “İnsanlar kaybeden bir davaya yatırım yapmaz, kazanan bir dava gibi görünmek gerekir.” (s.384)

Lee Kuan Yew’dan başka bir alıntı: “Hiçbir zaman herhangi bir kuramın esiri olmadım. Bana kılavuzluk eden şey akıl ve gerçeklikti. Bütün kuramlar ya da bilimlere uyguladığım turnusol testi, “İşe yarayacak mı?” sorusuydu.” (s.404)

Kissinger liderliğin doğal şartlarından birisi olarak mevcut durumu kabul etmemeyi görüyordu: “Sadece gerçekçiyseniz yavan olursunuz, avam olursunuz, başarısız olursunuz. Bu nedenle realiteyi aşıp “Bu da mümkün” demeniz gerekir.” (s.408)

Margaret Thatcher

Imperial Chemical Industries’e başvurusu reddedilen Thatcher’ın başvurusuyla ilgili değerlendirmede şöyle yazıyormuş: “Bu kadın dik başlı, inatçı ve tehlikeli denecek derecede kendini beğenmiş.” (s.420)

Kissinger arkadaşının liderlik anlayışını tanımlarken şöyle diyor: “Ona göre kutsal dokunulmazlar yoktu, aşılamaz engeller bunlardan da azdı.” (s.425)

Onun gücü, fevkalade cazibesiyle etkili kıldığı yılmaz irade gücünde yatıyordu. Bir lider olarak dehasının bir kısmı, daha geniş çaplı hayalinden vazgeçmeksizin gerçekliğin buyruklarına ayak uydurma becerisinden geliyordu. O değişiklik yaratma kararlılığı çerçevesinde, sonuçları kendi başlarına, daha uzun soluklu bir sürecin sadece birer aşaması kabul ediyordu. Charles Powell’ın gözlemlediği üzere: “Akıllı ve duyarlı bir donanma subayı gibi, taktik yenilgilerden kaçınmak için ne zaman sis perdesi yaratıp geri çekileceğini bilirdi ama nihai amacını hep korur ve ona ulaşmak için savaşmayı sürdürürdü.” Hiçbir şey yapmamaktansa hata yapmak daima evlaydı ona göre.” (s.428-29)

Kissinger’a göre: “Liderin en büyük görevlerinden biri, birlikte çalıştığı kişilere, mümkün bildiklerinin ötesine dair ilham vermesidir.” (s.436)

(Thatcher’ın) “Yaptığı konuşmalar, onu destekleyenlerde, Churchill’in İkinci Dünya Savaşı sırasında toplumu heyecanlandıran sözleri hakkında Isaiah Berlin’in yaptığı tanımı hatırlatan bir etki uyandırırdı: ”Sözcükleri o kadar hipnotize edici, inancı o kadar güçlüydü ki belagatinin yoğunluğuyla toplumu büyülerdi. Öyle ki aslında kalplerinde hissettikleri, zihinlerinde düşündükleri dile getiriliyormuş gibi gelirdi. Hissettikleri, düşündükleri kuşkusuz oradaydı ama o uyandırıncaya dek büyük ölçüde uykuda kalmıştı.” (s.494-5)  

Bugünkü Liderlik Üzerine

Bugünkü liderlik üzerine laf etmeden evvel, yukarıda sayılan liderleri de etkileyen ve bugüne gelmemize derinden tesir eden yakın geçmişi etüt etmek gerekmektedir. Kissinger bu geçmişi şöyle değerlendiriyor: “On dokuzuncu asırda ve yirminci asrın başında dini inançların zayıflaması, Fransız İhtilali’nin siyasi eşitliğe yönelen pek çok hareket doğurması ve palazlanan piyasa ekonomisinin servet ve mevki değişiklikleri meydana getirmesi nedeniyle, soylu aristokrasinin dayandığı kabuller ortadan kalktı. Sonra birden ve hiç beklenmedik biçimde Birinci Dünya Savaşı, bir yanda sönmekte olan aristokratik siyasal değerler ile diğer yanda doğmakta olan teknolojik gerçeklikler arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne serdi. Aristokratik siyasal değerler itidal ve barışçı değişim zorunluluğunu vurgularken dahi teknolojik gerçeklikler savaşın yıkıcılığını kat be kat artırıyordu. Yükselen ulusal heveslerin önceki koruma kalkanlarını bir kenara itip teknolojinin sürekli tırmanan çatışmayı sürdürmesini mümkün kılmasıyla 1914’te sistem çöktü ve dört yılı aşkın bir süre devam eden yıpratıcı savaş mevcut kurumların altını oydu.” (s.502)

Deneme yazarı Adam Garfinkle’dan “derin okuryazarlık” kavramını alan Kissinger şöyle diyor: “Derin okuryazarlık siyasetle ilgilenenlere Max Weber’in “ölçülü olma” dediği niteliği, yani “gerçekliklerin sizi etkilemesine izin verirken iç sükûnetinizi ve duruşunuzu koruma becerisini” kazandırır. Yoğun okuma bir liderin kendisi ile dış uyarıcılar ve kişilikler arasında, ölçülülük hissini koruyan zihinsel bir mesafe geliştirmesine yardımcı olabilir. Yoğun okuma tefekkür ve hafızanın eğitilmesiyle birleştiğinde liderlerin benzetmelerle akıl yürütebileceği ayrıntılı ve incelikli bilgilerin bulunduğu bir depo oluşturur. Daha da önemlisi kitaplar akla yatkın, ardışık ve düzenli bir gerçeklik sunar; tefekkür ve planlamayla hâkim olunabilecek, en azından idare edilebilecek bir gerçeklik. Liderlik açısından belki daha da önemlisi, okumak bir perspektif duygusuyla öğrenmeyi teşvik ederek “kuşaklararası bir sohbet ağı” yaratır. Son olarak okumak esin kaynağıdır. Kitaplar bir zamanlar büyük cesaret göstermiş liderlerin yanısıra fazlasıyla cüretkâr davranmış kişilerin de yapıp ettiklerini bir uyarı olarak kaydeder.” (s.513)  

Doktora tezinin başlığı Tarihin Anlamı olan ama sonraları bu anlamı bulmanın imkansızlığını kavrayan Kissinger şu tespiti yapıyor: “Teknolojik devrime siyasal dönüşüm eşlik ederken tarih hâlâ dur durak bilmez buyurucu olmayı sürdürüyor.” (s.519)

Bugünün liderlerini hangi tehditler bekliyor, neler yapmaları gerekiyor? “Bugünün dünyasının ironilerinden bir diğeri, görkemli yönlerinden birinin – teknolojinin devrimci patlamasının- çok hızlı ve çok büyük bir iyimserlikle ortaya çıkmış olmasıdır; öyle ki hız ve iyimserliğin eşlik ettiği bu yükseliş muhtemel tehlikelerinin düşünülmesinin önüne geçmiş, teknolojinin yeterliliklerinin anlaşılmasına yönelik sistematik çabalar yetersiz kalmıştır. Teknoloji üretenler akıl almaz cihazlar geliştiriyor ama bu aygıtların karşılaştırmalı içerimlerini tarihsel çerçevede inceleyip değerlendirmeye pek az fırsatları oluyor. Siyasi liderlerse kullandıkları makinelerin ve algoritmaların stratejik ve felsefi içerimlerini yeterince kavrayabilen anlayıştan çoğu zaman yoksunlar. Teknolojik devrim bir yandan da insan bilincine ve gerçekliğin niteliğiyle ilgili algılara el uzatıyor. Bu çağla karşılaştırılabilir son büyük dönüşüm olan Aydınlanma, inanç çağının yerine tekrarlanabilir deneyler ve mantıksal çıkarımları getirmişti. Şimdiyse Aydınlanma’nın yerini algoritmalara bağımlılık alıyor; tam aksi yönde işleyen bir süreç bu, sonuçları açıklanmayı bekliyor. Bu yeni cephelerin keşfedilmesi, liderlerin teknoloji, siyaset, tarih ve felsefe dünyaları arasında mevcut uçurumları daraltma ve aslında en ideal seçenek olan kapatma yönünde kararlılıkla çaba göstermelerini gerektirecek.” (s.523) 

Son ders: “Bir toplum kendine inancını yitirirse ya da kendi kendisiyle ilgili algısını mütemadiyen kötülerse büyük kalamaz.” (s.526)

Felsefi bir tartışma bekleyenler veya hap bilgiyi yutup kaçıp gidenler Liderlik’ten aradıklarını bulamayacaklardır. Sade ve vurucu bir dille yazılan bir eser üzerinden liderlik üzerine düşünmek isteyenlereyse bu kitabı okumalarını tavsiye ederim.

 

Venedik Taciri: Düzenbaz Shylock şöyle seslenir: “Etimizi kesince bizim de kanımız akmaz mı? Gıdıklanınca gülmez miyiz? Zehirlenirsek ölmez miyiz? Peki ya bize haksızlık ederseniz öcümüzü almaz mıyız?” Klasikleri okumayı seviyorum. Özellikle tiyatro metinlerindeki canlılığa hayranım. Bu ikisinin birleşiminde yer alan Shakespeare’in Venedik Taciri ise – aradan asırlar geçmesine rağmen – sahnede izlemesi de, okuması da keyifli bir metin olarak ortada duruyor. Ölümsüzlük nedir sorusuna cevap arayanlar Venedik Taciri’ni muhakkak okumalılar. Cevabı kitabın içeriğinde bulamazlarsa, kendisinde bulacaklardır.

 

Umarım istifade etmişsinizdir. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla, görüşmek dileğiyle…


Yorum Gönder

0 Yorumlar