Okuduklarım (Aralık 2023)



Bir senenin daha nefesi kesildi. O kadar çok felaket ve lanet yaşadık ki 2023 bunları kaldıramayıp kaçtı diyesi geliyor insanın… Deprem, terör, ekonomik kriz, iç ve dış politikanın müteselsil boğuşmaları, bitmeyen kültür kavgaları… Liste uzun. Tamamını 2024’e devrettik, nasıl olsa bol bol boğuşuruz, pardon, konuşuruz.

2023 üzerine daha fazla konuşmak istemiyorum. Yaşadık ve bitti.

Yılın son ayında okuduğum kitaplara gelirsek; onları da okudum ve bitti. Neyse ki, kitapların üzerimde bıraktığı iz, kontrol edemediğim olaylardan fazla. Akıl sağlığım yerindeyse eğer buna borçluyum. Delirdiysem suçlusu ben değilim.

Bu kadar boğucu geçen bir sene hakiki bir muhasebeyi hak ediyor. Fakat biz bu işi başka bir yazıya devredelim ve geçtiğimiz ay okuduğum kitapların listesine geçelim.

 

Bu Ay Okuduklarım

1-Üç Mesele – İsmet Özel (TİYO, 2013) 
2-Bütün Şiirleri – Ahmed Hamdi Tanpınar (Dergâh Yayınları, 2012, Hazırlayan: İnci Enginün)
3-Titus Andronicus – William Shakespeare (Mitos Boyut Yayınları, 1995, Çeviren: Ali Neyzi)

 

Ayın Kitabı: Üç Mesele – İsmet Özel

Ülkemizde şair olmak zor zanaattır. Herkes bir nebze şiirle uğraştığından kimse onların yaptığını bir iş olarak kabul etmez. Fakat şairler çok okunurlar. Bu da onları sürekli üretmeye teşvik eder. İyi şiir yalnızca yaşanmışlıkla ya da okumakla meydana gelmez. Dili kuyumcu titizliğiyle işlemeyi gerektirir. Ele alınan konunun demlenmesini icap ettirir.

Şiiri yazılacak konuya vukufiyet kesbedince şair kendisini tutamaz ve başka başka konulara burnunu sokar. İsmet Özel, hem şiirleri hem de tantanalı “taraf değiştirmesiyle”, bu tarife harfiyen uyan adamdır.

Üç Mesele birçok yere aynı anda dokunan, mütevazı hacmine zıt sözler söyleyen ama günün sonunda bir şairin kaleminden çıktığını fazlaca belli eden bir kitap.

İsmet Özel Üç Mesele’yi, yani teknik, medeniyet ve yabancılaşmayı, “müslüman” perspektifinden ele alıyor. Kitabın cevap bulmak gibi bir amacı yok. Fakat soruları da arttırmıyor.

İslam’da teori ve pratiğin birbirinden ayırd edilmesinin mümkün olmadığını söyleyen şair, “Burjuvazi her şeyin aynı kalması için her şeyi değiştirdi.”(s.37) gibi tespitler yapmaktan da çekinmiyor.

Peş peşe yapacağım iki alıntı, yarım asır sonra, bugün de geçerliliğini koruyor:

Bu küçük olay gösteriyor ki insanoğlu kendinden başkasını yabancı ve kendine düşman bildiği ortamda -ki Batı’nın ahlâki görüşleri en sonunda buraya varır – çaresizlik içindedir. Bırakın bilgili olmayı sağlıklı olmak bile ciddi tuzaklarla örülmüştür günümüzde. Toplum örgütlenmesi karmaşıklaştıkça, teknolojinin hâkimiyeti bir tehlike olarak görülmedikçe insanın bir efsaneler, devler, periler dünyasında yaşamasının önüne geçilemeyecektir. Günlük hayatımızın düzenlenmesinde karar sahibi olan ve kendini sakladığı için peşin olarak bizim düşmanımız olduğunu itiraf etmiş olan güçleri altedebilmek için yine bilgiye ihtiyacımız var. Bu bilgi bir yanıyla şüphesiz nesneye ait bir bilgidir. Yani bütün çabamızla çevremizi ören efsaneler perdesini yırtmak ve gerek insan münasebetlerinde gerekse toplumun işleyiş biçiminde saklı kalan gerçekleri öğrenmek zorundayız. Ama gerçekler tek başına bizi doğruya ulaştırabilecek mi?” (s.41)

Şehir hayatının önem ve yaygınlık kazanması insanın tabiata olan uzaklığını arttırmış ve tabiat üzerinde insanın kurduğu denetim, insanın tabiata ve kendine yabancılaşmasına yol açacak biçimde belirmiştir.” (s.79)

Kitapta şöyle psikolojik tespitler de var ki, katılmamak mümkün değil:

Her insanın kendi hakkındaki tasavvuru, onun iradî davranışlarına yön veren temel etkendir. İnsan kendini nasıl kabul ediyorsa hareketlerini ona göre ayarlar. Hapishaneden kaçması için insanın önce kendinin serbest yaratıldığına inanması gerekir. Bazı görevleri yüklenebilmek, o görevleri yüklenmeye yaraştığını anladıktan sonra mümkündür. Demek ki insan her şeyden önce kendine bir tanım getiriyor, - daha doğrusu getirilmiş tanımlardan birini benimsiyor – bu tanımın gereği ne ise öyle davranıyor. Bu yüzden insanın davranışlarındaki değişikliği onun kendi hakkındaki tasavvurunun değişmesiyle açıklayabiliriz.” (s.106)

Son alıntıyı medeniyet bahsinden yapıyorum:

Görüldüğü kadarıyla bütün medeniyetlerde ortak ve belirleyici nokta, bazı düşüncelerin arı durumlarıyla toplumca yaşanılması değil, toplumun elindeki imkânları insan kafasına uygun gelen “biçim”lerde en “iyi” kullanılmasıdır. Bir medeniyeti ötekinden ayıran, “biçim” ve “iyi” anlayışları olmaktadır. Her medeniyet elindeki imkânlarla kendine bir biçim veriyor ve her medeniyet onu inşa eden insanların kabul ettiği “iyi”lere sahip oluyor.” (s.119)

Üç Mesele iddialı bir adamın kaleminden çıkan iddialı bir kitap. Okumanızı öneririm.

 

Bütün Şiirleri: “Ne içindeyim zamanın / Ne de büsbütün dışında”. Edebiyat bilgim Mehmet Kaplan veya İnci Enginün’ün kıyısından geçemez ancak bu iki hocanın Ahmed Hamdi’nin “büyük şair” olduğu iddiasına katılmıyorum. Ahmed Hamdi şair olmaya çalışırken şair hariç her şey olan adamdı bana kalırsa. Edebiyatımızın en iyi romanını da o yazdı (Huzur), en girift hikayesini de (Abdullah Efendi’nin Rüyaları)… Bu kitap ise nesrin bu büyük ustasının nazımla boğuşmalarını içeriyor. Birkaç güzel şiir okumak ama daha fazla Ahmed Hamdi’yi tanımak istiyorsanız Bütün Şiirleri tavsiye ederim.

 

Titus Andronicus: “Ah! Bu akıl almaz görüntü. Nasıl derin bir yara! / Yine de kör olası yaşam sona eremiyor. / Eğer verseydi ölüm, adını taşımaya izin, yaşama - / Hayatın nefes almaktan başka anlamı kalmazdı.” (s.51) Bu oyunun okuduğum diğer Shakespeare eserlerinden bir farkı varsa o da vahşeti olduğu gibi vermesidir. Diğer oyunlarında acımasızlıktan kesinlikle uzak duran yazar Titus Andronicus’ta vahşeti gözümüze sokuyor. Birçok eserinde hikaye mutlu, bazılarında mutsuz bitse de; bu hikayede ne mutlu ne de mutsuz son var. Perdeyle birlikte her şey kapanıyor. Shakespeare seviyor ama bu yazarı okuyarak şaşırmak istiyorsanız Titus Andronicus’u okumanızı ve sahnede yakalarsanız izlemenizi öneririm.  

 

Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla buluşmak dileğiyle…

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar