Okuduklarım (Ocak 2024)

İç mekân. Gece.

Karanlığın içinden gittikçe artan bir ışık parlıyor.

Bir adam yüzünü ekrandaki ışığa, sırtını karanlığa dönmüş keyifli bir biçimde klavyenin tuşlarına vuruyor. Ağzındaki sigaradan çıkan dumanlar ışıktan yansıyarak havada dans ediyor. Yaklaştıkça parlaklığı artan ekranda şunları yazdığı görülüyor:

“Bir sene oldu. Eğer bu seri tutmasaydı, “Ben buradayım ey okuyucu! Sen neredesin?” diye soracaktım, Allah izin vermedi. Şükür mayamız tuttu. Demek ki sağlammış.”

***

Tam bir sene önce başladığım “Okuduklarım” serisinin 2024 model ilk sayısıyla birlikteyiz. 2024, yani yeni yıl… Yeni umutlar, yeni hayaller, yeni hedefler, yeni beklentiler… Daha bir sürü “yeni”ler… Ama peşimizden sürüklediğimiz bir geçmiş var. Takvimin yaprağı kadar hızlı değişmiyor insan… İyi ki de değişmiyor bu arada!

Takvim yaprakları ya da bilgisayarın yeni yıl için hazırladığı ekranlar kadar hızlı değişenler hayal kuramazlar. Hedefleri kısa vadeli, beklentileri günlüktür. Umutları ise yoktur. İnsan, yarın ne olmak istediğine dününe bakarak karar verir. Zaman, her ne kadar bölmeye uğraşsak da, bütündür.

Mesela geçen sene istediğim kadar kitap okuyamamaktan şikâyet eden ben, yeni yılın ilk ayında da aynı şikayetimi sürdürdüm. Yine de bu durum beni devresi ay için başka hedefler belirlemekten alıkoymadı. Umarım başarırım. Fakat bunlar önümüzdeki ayın konusudur. Şimdi gelelim geçen ay okuduğum kitapların listesine…

 

Bu Ay Okuduklarım

1- Oryantalizm – Edward Said (İrfan Yayınevi, 1998, Çeviren: Nezih Uzel)
2- Oyunlarla Yaşayanlar – Oğuz Atay (İletişim Yayınları, 2023)
3- Yapay Öğrenme – Ethem Alpaydın (Tellekt, 2022, Çeviren: Aylin Ağar)

 

Ayın Kitabı: Oryantalizm – Edward Said

(Kitaptan aldığım notları yazıya geçirirken maalesef sayfa numaralarını not etmeyi unuttum. Şu anda kitapla başka şehirlerde ikamet ettiğimiz için bunu telafi edecek bir yöntem bulamadım, o yüzden sayfa numarası arayan okurlar kusura bakmasınlar.)

Bazı kitapların isimleri kendilerinden büyüktür. Oryantalizm için bu tespit yapılabilir fakat eksik kalır. Çünkü Edward Said’in çalışması hakikaten bir şaheser ve en az ismi kadar büyük…

Batılıların Oryantalizm adını verdiği “şeyi” her açıdan inceleyen Said, tek bir kitapla en az üç asırlık paradigmayı yıkıyor.

“Avrupa’nın Toplu Şark Rüyası”, yani, Oryantalizm nasıl bir temel üzerinde yükselmiştir?

Akademik Oryantalistler tetkik ettikleri cemiyet ya da dilin daha ziyade “klasik devresine” ilgi duymaktaydılar. Tek belli başlı istisnası Napolyon'un Mısır Enstitüsü olmak üzere, yüzyılın son senelerine kadar çağdaş, yaşayan Doğu'nun bilimsel tetkikine pek dikkat sarf edilmedi. Dahası, ele alınan Şark ekseriyeti ile bir yazılı metinler evreni idi. “Doğu'nun tesirini nakil yolu” kitap ve yazmalar idi: Eski Yunan kültürünün etkisini Rönesans'a taşırken olduğu gibi, göze hitap eden, heykel ve kil işleri gibi san'at eserleri değildi… Hatta bir Oryantalist ile Doğu arasındaki uyuşmanın dayanağı bile metinsel idi. O kadar ki, bir rivayete göre, on dokuzuncu yüzyılın ilk yıllarında, bazı Alman Oryantalistleri sekiz tane kolu olan Hint heykelini görünce tamamen keyifleri kaçmış. İlim tahsil etmiş bir oryantalist ihtisasına konu olan ülkede seyahat ederken, aklında devamlı ilmini tahsil ettiği medeniyet hakkındaki o 'sarsılmaz' soyut, veciz hükümler vardır. Oryantalistler bu müthiş hükümleri yerinde tatbik ederek kanıtlamaktan başka birşeyle pek ilgilenmezlerdi. Anlayışsız (!), dejenere(!) yerli halk üzerindeki tatbikatları da pek başarılı olmazdı. Nihayet Oryantalizmin gücü ve şümulü, yalnızca Şark hakkında hatırı sayılır miktarda kesin müsbet bilgi üretmekle kalmamış, ayni zamanda tali-düzeyde, bir bilgi de yaratmıştır. Kendine özgü bir yaşamı olan, “Şark” masalında, “Esrarengiz Doğu” efsanesinde “Asyalının lakaytlığı” nosyonunda yaşayan bu bilgiye, V. G. Kiernan haklı olarak “Avrupa'nın Toplu Şark Rüyası” adını vermiştir.

Bir rüyayı “bilime” dönüştüren zihniyet, bu rüyanın tabirini başkalarına yaptıracak değildi:

Oryantalist edebiyatın didaktik (eğitici) özelliği, sahnelenen oyunun geri kalan kısmından ayrılamaz. Sistematik tetkik ve araştırmanın ürünü olan Bibliotheque Orientaie (Doğu Kitaplığı) gibi aydın bir eserde bile, yazar tetkik ettiği materyali belli bir disiplin dahilinde nizama sokmaktadır; ilâveten, şunu da okuyucunun kafasına sokmak istemektedir: Her bir sahife, ele alınan materyal ile ilgili muntazam, disipline tabi bir hükmün taşıyıcısıdır. Böylelikle “Bibliotheque”in kuvvetle telkin ettiği şey, Oryantalizmin gücü ve etkinliğidir. Bunlar okuyucuya sürekli olarak bir şey hatırlatırlar: o da kendinin bundan böyle Doğu'ya erişebilmek için Oryantalistin sağladığı aydın “kod ve şablonlardan” geçmesi gerektiğidir. Yalnızca Doğu, Batı Hristiyanlığının çok mühim “ahlâki ihtiyaçlarına” uydurulmakla kalmamaktadır; ayrıca öyle bir dizi tavır ve hükümlerle çevrelenmektedir ki, Batılının zihni hemen müracaat ve tashih için Doğu kaynaklarına değil, diğer Oryantalistlerin eserlerine gitmekte, benim “Oryantalist sahne” diyegeldiğim şey, canlı bir ahlâk ve bilgi sistemi halini almaktadır. Bu şekilde, Batı'nın Doğu hakkındaki müesseseleşmiş bilgisini temsil eden bir ilim dalı (discipline) olarak Oryantalizm üç yönlü bir güç teşkil eder: Doğu üzerinde, Oryantalist üzerinde ve Oryantalizm'in Batılı “tüketicisi” üzerinde. Sanırım bu şekilde tesis olunan üç-yönlü alâkanın gücünü küçük olarak düşünmek bir hatâ olacaktır. Zira, (“Şu yandaki”, Doğu canibindeki) Doğu, Avrupa toplumunun hudutları dışında, “bizim dünyamız”ın haricinde bulunduğu için tashih edilmekte, hatta cezalandırılmaktadır. Doğu “Oryantalize edilmektedir.”, bu işlem sırasında sadece Doğu, Oryantalistin mekânı kılınmamakta, aynı zamanda işin başında olan Avrupalı okuyucu, (D'Harbelot'nun alfabetik “Bibliotheque”i gibi) Oryantalistin kodlamalarını “hakiki” Doğu olarak benimsemeye zorlanmaktadır. Kısacası, hakikat münevverin hükmünden çıkarılmaktadır; (zaman içinde varlığını Oryantalistten alırmış gibi bir duruma da düşen) materyalden değil...

Oryantalizm Avrupa’nın topluca gördüğü Şark rüyasıysa bu rüyanın Avrupalı zihinlere ilham olmasının bir sebebi olmalıydı. Said’e göre bu sebep karşıtını yaratmaktı:

İşte böylece Doğu lâfın gelişi temsilciler, temsil biçimleri kazandı. Bunların her biri evvelkine göre daha somut, Batı'nın acil herhangi bir ihtiyacına daha uygun idi. Sanki şöyle bir şey olmaktaydı: Avrupa bir kez sonsuz bir şeye mahdut libas içinde can vermek için uygun bir mevki bulmuştu ve artık yaptığı şeyden vazgeçemiyordu. Şark, Şarklı, Arap, İslâm, Hintli, Çinli, her ne ise, aslında onların rağbet etmek zorunda oldukları bir Büyük Şey'in (İsa, Avrupa, Batı) “dolaylı isimleri” idi. Batı'nın Doğu hakkındaki bu kendine-dönük fikirlerinin zaman içinde kaynağı değişti, ama karakteri hiç değişmedi.”

Bir de tabii düzenbaz (veya Oryantal) gibi kategoriler, bir zıt isterler veya o zıddın varlığına işaret ederler. Bu zıd hem gerçek bir zıd olmalıdır hem de fazla izahı gerektirmemelidir. İşte “Oryantalin (Şarki) zıddı “Oksidantal” (Garbi) dir. Muhammed'in zıddı nedir diyecek olursak, o İsa'dır.

Felsefi olarak, ve genel olarak, benim Oryantalizm diyegeldiğim dil, düşünüş, ve görüş türü, bir “radikal realizm”dir, yani Oryantalizm ile (Şarki olarak bilinen mevzular, nesneler, vasıflar, ve bölgeler ile) işi olan herkes, neden bahsediyor ya da neyi tefekkür ediyorsa, onu bir tek kelime ya da tabir ile sınırlamak, ona, o tek ismi vermek zorundadır. O zaman mevzunun hakikat kesbettiği, ya da hakikat olduğu düşünülür. Biraz hatibâne konuşacak olursak, Oryantalizm “anatomiktir”, “matematikseldir”. Onun dilini kullanmak, Doğu'ya ait olan şeyleri ele-gelir parçalara ayırmak demektir. Psikolojik bakımdan ise, Oryantalizm bir “paranoya” biçimidir, bildiğimiz tarihi bilgiden farklı bir tür bilgidir. Zannımca bunlar tahayyülün ortaya çıkardığı coğrafyanın, bu coğrafyanın çizdiği sınırların sonuçlarından bazılarıdır.”

Oryantalist zihniyeti didik didik eden yazar kitabın hülasasını şu cümlede veriyor:

İstisna kuraldan ne kadar farklı olursa olsun, bir tek Doğulu, bütün Doğu'nun etrafındaki çitleri aşmaya çalışsa da o önce bir Doğuludur, sonra (ikinci olarak) bir insan ve nihayet (son olarak) yine bir Doğuludur.”

Oryantalizm madem bu kadar ikiyüzlü bu derece kötüdür, neden ve nasıl başarılı olmuştur? Said şöyle açıklıyor:

Oryantalizmin objektif başarıları (tercümeler, gramer kitapları, sözlükler, ölü çağların anatomisi, kısacası sayısız adanmış bilim adamının su götürmez keşifleri) her zaman bir vak'a ile şartlıdır. O da şudur: ifadesini dilde bulan bütün gerçekler gibi Oryantalizmin gerçekleri de geçirilmektedirler ve dil nedir, dilin gerçekliği nedir ki Nietzsche'ye göre: “Bir sürü mecaz, metonimi ve antropomorfizm yâni şairlerin ve hatiplerin mübalağa ile süsledikleri, abarttıkları, değiştirdikleri bir takım insani ilişkiler. Bunlar uzun bir süre kullanıldıktan sonra sağlam, kitabına uygun ve zorunlu oluyor: gerçekler işte bu “giydirmelerdir” de insanlar unutmuşlardır.”

Belki Nietzche'nin bu görüşü bize biraz fazla nihilistçe gelecektir ama hiç olmazsa bir konuya da dikkatimizi çekecektir. Batı bilincinde Doğu bir kelimeden ibaretti. Daha sonra geniş mânâlar, çağrışımlar ve yorumlar kazanmıştır ve bunlar Doğu'dan ziyade “o kelime etrafında türemiş olan bilimsel sahaya” ait olmuşlardır.

Oryantalizm batıda zuhur etmiş Doğu konulu pozitif bir doktrin değildir. Ayrıca (adı Oryantalist olan akademik bir uzmandan bahis açıldığında) nüfuz sahibi akademik bir gelenektir; pek çok kişi ve kurumun ilgi konusudur. Aralarında gezginlerin, ticari müesseselerin, hükümetlerin, askerlerin, Doğu romanları okuyucularının, tabiat tarihçilerinin ve hacıların bulunduğu bu kişi ve kurumlar için Doğu, belirli yerler, insanlar ve uygarlıklar konusunda belli türden bir bilgidir. Doğu konulu tabirler giderek çoğalmış ve Avrupalıların konuşmalarında yer almıştır. Bu tabirlerin altında Doğu'yu kapsayan bir doktrin yatmaktadır. Bu doktrin, Doğu karakteri, Doğu diktatörlüğü, Doğu şehvaniyeti vb... gibi Doğu'nun çeşitli cepheleri hakkında fikir birliği eden Avrupalıların eseriydi. 19. yüzyılda herhangi bir Avrupalı için (ayırıma lüzum görmüyorum) Oryantalizm Nietzsche'nin anladığı anlamda bir gerçekler sistemiydi. Onun içindir ki Doğu'dan bahseden her Avrupalının ırkçı, emperyalist ve milliyetçi olduğunu söylersek yalan olmaz. Bu etiketlerin mânâsı bir şeyi daha hatırladığımızda hemen âyân olacaktır: İnsan cemiyetleri, hiç olmazsa daha ileride olan kültürler, bireye (sair) kültürlerle olan ilişkisinde ırkçılık emperyalizm ve milliyetçilik dışında bir imkân tanımış değildirler. Onun için Oryantalizm Avrupa ile Asya arasındaki farkın hissedilir hale gelmesine sebeb olan genel “kültürel basıncı” arttırmış, bundan da yarar görmüştür. Ben diyorum ki; Oryantalizm Doğu Batı'dan daha zayıf olduğu için Doğu'ya tahakkümü öngören Doğu'nun farkını onun zayıflığından ibaret bulan siyasi bir doktrindir.”

Dünya literatürünün mühim kitaplarından olan Oryantalizm’i henüz okumadıysanız, rahmetli Nezih Uzel’in nefis çevirisiyle, okumanızı hararetle tavsiye ederim.

***

Oyunlarla Yaşayanlar: Oğuz Atay şaheserini yazamadan ölen yazarlardandır. Dille olan ilişkisi kuvvetli her müellif gibi şansını farklı sahalarda denemiş, tiyatro da yazmıştır. Şu uzun sayılabilecek alıntı bu kısa kitabı neden okumanız lazım geldiği hakkında bir fikir vereceği gibi, sahnede denk gelirseniz niçin kaçırmadan izlemeniz gerektiğini de ihtar edecektir: “Ey zavallı milletim dinle! (Durur.) Şu anda, hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında, az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hâli ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlarımıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor. Zengin takımının hayatını gözlerimizin önüne sermeye çalışan meteliksiz yazarlarımız da aslında şu fakir milleti düşündükleri için, küçük meyhanelerinde ağız tadıyla içemiyorlar. Ey şu fakir milletim! Aslında seni anlatmıyoruz. Sefil ruhlarımızın korkak karanlığını anlatıyoruz. İşte onun için sana yanaşamıyoruz. Senin yanında bir sığıntı gibi yaşıyoruz. Hiç utanmıyor muyuz? Hiç utanmıyoruz.” (s.51)

 ***

Yapay Öğrenme: Herkesin veri üreticisi haline geldiği (s.23), verinin başlı başına bir hammadde olarak kıymetlendirildiği (s.124) günümüzde bu verileri işlemek için farklı modeller kullanılmaktadır. Kitabın merkeze aldığı yapay öğrenmeyi ise “… ilgilendiğimiz gözlemler arasında bir ilişki olduğuna inandığımız ancak bunun şeklini tam olarak bilmediğimiz durumlarda kullanıyoruz. İlişkiyi tam olarak bilmediğimiz için doğrudan bilgisayar programı yazamıyoruz.” (s.37) Yarının dünyası ne olacak sorusuna cevap arayanlar için iyi başlangıç kitabı olacak Yapay Öğrenme veri madenciliğinden derin öğrenmeye kadar birçok kavramı açıklıyor. Çevrilemez kitaplardan (çünkü hem belirli bir alandaki terimleri ihtiva ediyor hem de sade olma iddiasında) sayabileceğimiz Yapay Öğrenme’nin en büyük handikapı İngiliz dilinde sırıtmayan birçok terimin dilimize çevrildiğinde sırıtması… Yine de meraklısına tavsiye ederim.

***

Umarım faydalı olmuştur. Gelecek ay, yeni kitaplarla, buluşmak dileğiyle…


Yorum Gönder

0 Yorumlar