Kurumsal Bir Yazı


Bir şeyden sıklıkla bahsediliyorsa ortada kendisi değil gölgesi vardır. Çıkarcılar, vurguncular ve düzenin adamları gölgelerde yaşarlar.

Mesela gerekli gereksiz her yerde, konuyla ilgisi olsun olmasın, şereften bahseden bir adam büyük ihtimalle şerefsizdir. Ne olduğu suratına söylenmesin diye kavramın gölgesine saklanır. Çoğu zaman da durumunu başkasına yansıtır. Yeterli gücü varsa başarılı olur, yoksa damgasını alnına yiyip oturur. 

Şeref, her şeye rağmen, soyut bir kavram olarak kabul edilebilir. Öyleyse daha somut bir kavrama, "kurumsal"a odaklanalım. 

Kurumsal Ne Demektir? 

TDK'ya göre kelimenin iki anlamı var:

1. Kurumla ilgili.

2. Değişik birim ve fonksiyonları ile beraber kurumun niteliklerine tam olarak sahip olan.

Yani, "kurumsal" olabilmek için önce kurum olmak gerekir. Kurumlaşabilmek için para yetmez. Kalifiye çalışanlar, işçilerin uzun süreli istihdamı, doğru bir çalışma ortamı ve kurum kültürü gerekir. Kurum kültürü diğer üç şartın biraraya getirilmesiyle oluşturulur. 

Ülkemizde kültür kavramının kendisi yozlaşmışken bir de yandan çarklı kurumlarımızda kültür mü arıyorsun diye sorabilirsiniz. Evet, arıyorum! Birçok insan gününün büyük bir bölümünü iş yerinde geçiriyor. Ailesinden fazla mesai arkadaşlarını görenlerin sayısı hiç de az değil. 

Kurum kültürü bu insanların geçirdiği zamanın kalitesini ortaya koyar. Kültür yoksa doğa durumu hakimdir. Ciddi psikolojik rahatsızlıkları olanlar hariç kimse bulunduğu ortamda kaos istemez. 

Bugün "kurumsalda" kaos âdet, huzur istisnadır. Vücuda yüklenen negatif etki, çalışanları garip davranışlarda bulunmaya iter. 

Kurumsal Bir Tepki: Mırıldanmak 

Kurumsal taklidi yapan firmalarımızda en gözde tavırlardan birisi mırıldanmaktır. Birileri sürekli mırıldanır. Bunlar şikayet değildir, hiçbir yere iletilmez. İletişim kurma amaçlı yapılmıyordur, karşıdakinin tepkisi önemsenmez. Sadece mırıldanmadır. "Kurumsal çalışan" maaşından mırıldanır, iş ortamından mırıldanır, işin kendisinden mırıldanır fakat kat'iyen bunları değiştirmek için uğraşmaz. Hayli fazla olan ve boşa harcamaya hevesli olduğu vaktini böylece geçirir. Akşam evine yorgun argın döner. Neden yorulmuştur? Hiçbir şey yapmamaktan!

Basit bir soru: Yazık değil mi bu insanlara ve çevrelerine? 

Kurumsal Türkçe

İnsan kültürsüz yaşayamaz. Eğer kendi kültürü iptal edilmişse gider başkasınınkine ortak olur. Sosyal bilimciler bu kültür transferini en kolay dil üzerinden izlerler. 

Bugün pek "kurumsal" firmalarımızda konuşulan Türkçe İngilizceyle kırılmış piç bir dildir. 

Birileri bir şeyleri "çek ediyor", ötekisi yanda "liidle miit yapmak için" bekliyor, bir diğeri evrakları "skeyn ederken", ötekisi çalışanlarına "bırif veriyor". Sözde Türkçe yazılan maillerde fiiller fiilleri kovalıyor ("görüşme yapmak için sizleri aramış olduğumuzdan...") cümlenin sonuna geldiğinde insan hangi fiilin yapılan işi hangisinin İngilizceden devşirme kurumsal "üslûbu" yansıttığını karıştıyor. [Okumuş olduğundan karıştırmış olması normal görünmüş oluyor(!)]

Buna kurumsal dil değil deli saçması derler. Memleketimizin tımarhaneleri en azından derdini anlatabilen delilerle doluyken, ne iş yaptığını bilmeyen, laf salatasıyla muhatabının da kafasını karıştıran ama günün sonunda çok şey başardığını düşünen bu zavallılar özgürce dışarıda dolanıyor.

Basit bir soru: "İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de mi helak edeceksin Allahım?" 

Çakma Memuriyet 

Bugün özel sektör devlete "yerleşemeyenlerin" mekânıdır. Çok değil on yıl önce devlet memurları istifa edip özel sektöre geçmeyi düşünürken bugün birçok özel sektör çalışanı memur olma hayaliyle kafasını yastığa koyuyor. Neden? Çünkü daha fazla maaş alıyorlar, güvenceleri fazla, işten atılma korkuları yok ve teorik olarak aynı işi yapıyorlar: Yani belirlenen saatler içerisinde belirli bir bölgeye kıçlarını yerleştiriyor ve zamanın geçmesini bekliyorlar. Bu işin beyaz yaka tarafı. 

Bir de mavi yakalar var. Hangi deli böyle bir iddia ortaya attı bilinmez ama ülkemizde bütün mavi yakanın geri zekâlı olduğuna dair bir kabul var. Mavi yakanın çoğu da bu fikre iştirak ediyor. Sonuçta kaderine boyun eğmiş, üç kuruş paraya rıza gösteren, hiçbir şey bilmeyen ve daha fenası öğrenmek de istemeyen üretici bir sınıf meydana geliyor. Belki en kritik işi yapan insanlar ne iş yaptıklarına dair hiçbir fikir geliştirmiyor. Yabancılaşma sadece bu insanlar değil geniş çevreleri için de kader halini alıyor. Fakirliğin kısır döngüsüne böylece düşülüyor!

Basit bir soru: Böyle kader olur mu?

Esas Sebep: Teşvikle Büyüyen Küçükler

Bir memleketin bilhassa sanayi sahasında kuvvetlenmesi için özel sektörün devlet tarafından teşvik edilmesi gerekir. Bu bakımdan teşvikler faydalı olmasının yanında zorunlu kabul edilebilir. Fakat bu teşvikleri ipini koparana dağıtmak, hadi İslamcı iktidarın diliyle söyleyelim, kul hakkına girmektir. Öyle şirketler, hatta öyle teşvik bölgeleri vardır ki, üretimi yalnızca nicelik yönünden arttırır kaliteyi ise aşağıya çekerler. Bırakın dışarı mal satıp döviz kazandırmayı, kendi sektörünün oyuncuları tarafından bile çalışmaya değer bulunmazlar. Böyle teşvik edilenler sadece yine kendileri gibi teşvik edilenlerle ticaret yaparlar. 

Genellikle şehirlerin dışında belirlenen teşvik bölgeleri ilgili alandaki tarım ve hayvancılığı bitiriyor. Hadi bunu - hiç öyle olmadığı hâlde- ödenmesi gereken bir bedel olarak kabul edelim. Karşılığında ne kazanıyoruz? İyi bir çiftçi verip, sıradan bir üretim elemanı; yetişmiş bir çoban verip mesela herhangi bir idari işler personeli "kazanıyoruz". Tarım veya hayvancılık yapsa daha çok kazanacak olan insanlar asgari ücrete talim ederken, memlekete katma değer kazandırma imkânı da ortadan kalkıyor. Peki kim kazanıyor? Aslı küçük olup teşvikle büyüyenler! 

Güvenli ve huzurlu bir çalışma ortamı, yan haklar, çalışanlara kurum içi ve dışında verilen eğitimler, tatmin edici maaşlar... Bunlar, Allah'tan daha çok çalışana asgari ücret vermeye inanan adamlara garip gelebilir. Ama daha ilginç bir şey söyleyeyim: Eğer bunları yapmazsınız organik büyüyemezsiniz. Şirket veya holding taklidi bir acuzeye dönüşürsünüz. Küçük Demet Akalınlar olarak "Para var, huzur yok..." vecizesini tekrarlayıp durur, paranızla rezil olursunuz. 

Memlekette burjuva eksiği çekiyoruz. Fakat bu kadar hödüklüğü yalnızca burjuva eksikliğine değil, ipini koparanı zengin etmeye heveslenen iktidarın ekonomi-politik anlayışına da borçluyuz. Anadolu Kaplanları'ndan birkaçını müstesna tutalım ama hepsi için soralım: Bunlar bu memleket için ne yaptı? 

En namussuzlarını zengin yapan bir memlekette özel sektör kalkınmaya değil ancak çöküşe hizmet eder. 

Basit bir soru: Yazık değil mi bu memlekete? 


Yorum Gönder

0 Yorumlar