Dünyanın en işe yaramaz mesleği nedir biliyor musunuz? Yazarlık! Bir kısım yalnız erkeğin sayıklamalarından ibaret bu mesleğe, nedense hak ettiğinden fazla bir pâye verilmiş bu zamana kadar. Bu pâye o kadar abartılmış ki kadınlar da oturup bunlara özenmiş. Şimdi bazı iyi niyetli insanlar yapay zekâsıydı, dil modeliydi, algoritmasıydı derken insanoğlunun bu en büyük yanlışını ortadan kaldırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Fakat ne yazık ki başaramayacaklar! Çünkü dünyada yalnız ve saçmalayan bir erkeği durdurabilecek hiçbir makine yok! Daha fenası türümüz kâmilen yok olana kadar da icat edilmesi imkansız!
Bu muhteşem girişten sonra lafı hiç uzatmıyor ve doğrudan okuduğum kitaplara geçiyorum.
Bu Ay Okuduklarım
1- Yabancı - Albert Camus (Can Yayınları, 2005, Çeviren: Vedat Günyol)
2- Ago Paşa'nın Hatıratı - Refik Halid Karay (İnkılâp Kitabevi, 2009)
3- Çalınan Dikkat - Johann Hari (Metis Yayınları, 2023, Çeviren: Barış Engin Aksoy)
Ayın Kitabı: Çalınan Dikkat - Johann Hari
Bu kitabı okumakta biraz geç kaldım. Fakat bu gecikme şu tespiti yapmama mani değil: Uzun zamandır okuduğum en iyi kitap!
Britanyalı gazeteci Johann Hari bizden çalınan ama farkında olmadığımız bir şeyin peşine düşüyor: dikkat.
Amerika'nın en ucunda yer alan bir adada - Provincetown - üç ay süreyle inzivaya çekilen gazeteci kendisini buna iten süreci tarif ederken şu vurucu tespiti yapıyor: "Onca zamandır - Twitter'ın zaman akışı gibi - çok hızlı ve çok geçici şeylere bakıp duruyordum. Bakışınız hızla akan şeylere takılıp kaldığında kendinizi endişeli, telaşlı hissediyorsunuz; hareket etmezseniz, ellerinizi sallamazsanız, bağırmazsanız sürüklenip gidecekmiş gibi." (s.33)
Gazetecinin - hepimiz gibi - birinci elden tespit ettiği şeyi, daha doğrusu içinden geçtiğimiz (içimizden geçen?) süreci, Danimarkalı profesör Sune Lehmann şöyle özetliyor: "Derinlik gerektiren her şey zarar görüyor. Yüzeye doğru çekilip duruyoruz." (s.40)
Sinirbilim alanında meşhur Profesör Earl Miller her an akılda tutulması gereken şu gerçeği gayet sade bir dille anlatıyor: "beyin [aynı anda] sadece bir veya iki düşünce üretebiliyor." O kadar. "Tek bir şeye odaklanabiliyoruz. Bilişsel kapasitemiz çok sınırlı." Bu durum "beynin temel yapısından kaynaklanıyor." ve hiç değişmeyecek." (s.44)
Aşırı yükleme yaparsak, sürekli bölünen işlerle uğraşırsak, dikkatimizi dağıtıp odaklanamazsak "hafıza daralması" yaşamamız mukadder görünüyor. Hari "hafıza daralması" hakkında şunu yazıyor: "Deneyimlerinizin hatıralara dönüşmesi için zihinsel alan ve enerji gerektiğinden, enerjinizi çok hızlı geçişlere harcadığınızda hatırlama ve öğrenme azalıyor anlaşılan." (s.47)
Peki bizim basitçe dikkat dağılması olarak tanımladığımız şey aslında nedir? Bir noktada kitabın özünü veren şu alıntıyı, biraz uzunca olacak ama, vermem gerekiyor: "B.F. Skinner'ın insan zihninin nasıl çalıştığına ilişkin görüşünü temel alan teknolojilerin hâkim olduğu bir dünyada yaşıyoruz bugün. Skinner'ın içgörüsü - canlıların rastgele ödüller peşinde koşacak şekilde eğitilmesinin mümkün olduğu fikri - yaşadığımız ortama egemen olmuş durumda. Pek çoğumuz ödül almak için kafeslerde acayip danslar ettirilen o kuşlar gibiyken, bunu kendimiz seçtiğimizi zannediyoruz - Provincetown'da Instagram'a selfi koyup duran o adamlar, ellerinde kokteyl bardakları olan kaslı Skinner güvercinleri gibi görünmeye başladı bana. Bu yüzeysel uyaranların odağımızı elimizden aldığı bir kültürde Mihaly'nin daha derinlere uzanan içgörüsü unutulmuş durumda: İçimizde uzun süre odaklanmamızı ve bundan keyif almamızı mümkün kılan bir güç bulunuyor ve bu gücün akıp gitmesi için gereken koşulları yarattığımız takdirde daha mutlu ve sağlıklı oluyoruz.
Bunu öğrendiğimde, dikkatim hep dağınık olduğunda neden kendimi hem asabi hem de bir nevi azalmış gibi hissettiğimi anladım. Odaklanmadığımız zamanlarda en büyük kapasitelerimizden birini kullanmadığımızın farkındayız bir düzeyde. Akıştan yoksunken güdük kalıyoruz ve bunun başka türlü olabileceğini seziyoruz." (s.64)
İyi dikkat için sağlıklı uyku da gerekiyor. Uyku üzerine alanın uzmanlarından bilgi alırken yazarın aklına şu soru düşüyor: "O bunları söylerken, bir toplumun ve kültürün rüya görmeye zaman ayıramayacak kadar çılgın bir koşuşturmaca içinde olmasının nasıl bir anlamı olduğunu düşündüm." (s.79)
Kapitalizm, hızlanma, sosyal medya, elektrik, büyük teknoloji şirketleri... hepsi dikkatimizin peşinde. Hepsi dikkatimizi çalıyor. Sıkmaması için kitapta araştırmalara ve uzmanlara dayanarak uzun uzun yazılmış bölümlerden yalnızca büyük teknoloji şirketleriyle ilgili alıntı yapacağım.
Eski Google mühendisi Tristan Harris şöyle diyor: "Mesele şu ki, insanlar telefonlarına ne kadar çok bakarlarsa bu şirketler de o kadar çok para kazanıyorlar. Nokta." (s.121)
İnsanların telefonlarına daha çok bakmaları için dikkatlerini bırakmaları gerekiyor. Silikon Vadisi'nin çalışma prensibini, "sonsuz kaydırmanın" mucidi Aza Raskin basitçe özetliyor: "İnsanların dikkatini çekme ve bırakmama kabiliyetinizi satıyorsunuz." (s.125)
Teknolojinin başlı başına dikkatin düşmanı olmadığına dikkat çeken yazar esas meseleyi ortaya koyuyor: "Asıl tartışma şu: Kimin çıkarları için, hangi amaçlarla tasarlanmış hangi teknolojiden bahsediyoruz?" (s.132)
Üzerimize yağan, içinde bir hayli de yalan barındıran, enformasyon bombardımanı yüzünden "Neler olup bittiğini anlayamaz hale geliyoruz." (s.138) Dikkatimizi kendi başımıza korumamızın ne kadar zor bir şey olduğunu yine Tristan Harris bu sefer Amerikan Senato'sundaki ifadesinde şöyle özetliyor: "Kendinize hâkim olmayı deneyebilirsiniz ama ekranın diğer tarafında size karşı çalışan bin tane mühendis var." (s.156)
Johann Hari dikkatimizi korumak için teknoloji şirketleriyle, gözetim kapitalizmiyle hatta şimdiki yaşam alışkanlıklarımızın büyük bir bölümüyle mücadeleyi göze almamız gerektiğini hatırlatıyor. Hemen peşine tarihten örneklerle Godfather repliğini hatırlatan şu cümleyi de kurmadan edemiyor: "Hiçbir güç kaynağı ya da fikir kafa tutulamayacak kadar büyük değildir." (s.170)
Yazara katılıyorum. Hangi mesleği yaptığınız, yaşınız, memleketiniz ne olursa olsun bu kitabı mutlaka okumalısınız.
***
Yabancı: Roman edebiyat tarihinin en nihilist cümlesiyle açılıyor: "Anam ölmüş bugün. Belki de dün, bilmiyorum." Kahramanımız Meursault dünyada neden yaşadığını bilmez, hiçbir şeyle ilgilenmez, denk gelirse yaşar, denk gelirse yer, denk gelirse eğlenir bir adamdır. Bu boşvermiş tavrı ona hiçbir ilgisi bulunmayan bir meseleyle ilgili cinayet işletir. Niyetim romanı özetlemek değil, zaten fazla uzun olmayan bu kitabın konusu hakkında fikir vermek. Roman meraklılarına, tabii çoktan okumadılarsa, mutlaka öneriyorum.
***
Ago Paşa'nın Hatıratı: Derleme eserleri seviyorum. Özellikle bir yazarın farklı dönemlerde veya konularda yazdığı derlemeler müellifin yeteneklerini göstermesi bakımından çok faydalı oluyor. Fakat konu bütünlüğü sağlanamadığı için insan okurken sıklıkla mola vermek zorunda kalıyor. Ago Paşa'nın Hatıratı'nı böyle okudum. Refik Halid'i okuma zevkinden taviz vermeyip bütün ayı tek kitaba hapsolarak geçirmek istemiyorsanız aynı anda bir başka kitap daha okuyun. Çünkü bu derlemedeki yazılar arasında tesiri fazla şeyler yok, Türkçe bakımından kalitesi yüksek yazılar var. İçerikten çok üslûbu önemseyenlerdenseniz bu kitabı tavsiye ederim.
***
Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla, buluşmak dileğiyle... Şimdiden Ramazan Bayramınızı tebrik eder, sevdiklerinizle birlikte mutlu bir bayram geçirmenizi dilerim.

0 Yorumlar