Bugünün insanı hakikaten neyi nasıl yapacağını bilmiyor.
İş için danışmanlık alıyor, ruhî meselelerinde psikoloğa koşuyor, ilişki önerilerini büyük bir dikkatle dinliyor, yetinmiyor boş vakitlerinde kafasını göğe doğru kaldırıp bakacağına onun yerine bakanlardan yıldızların konumunun kendi hayatını nasıl etkileyeceğini öğreniyor.
Sanki insanlık bu kadar asırdır boşuna yaşıyor. Bu safça merakın ardında iki sebep görüyorum ki ikisi de birbirinden beter: kendisini çok önemli zannetme ve hiçbir konu hakkında uzmanlık geliştirmeme.
Kendini evrenin merkezinde zannetme, aslında, insanlara "istediğiniz her haltı yiyebilirsiniz çünkü siz çok özelsiniz" diyen reklam endüstrisinin "başarısı". İnsan kendisini özel hissettiğinde alışveriş yapma ihtimali artar. Mutlu bir insana hiç de ihtiyacı olmayan ürünleri kolayca satabilirsiniz. İstediği ürünü elde eden insan "mutluluğunu katlar" böylece birçok mesele hakkında düşünmesine gerek kalmaz. Cehalet hakikaten mutluluktur.
İstediklerini Alamayanlar
Diğer taraftan birçok insan kendilerini mutlu etmeyen, anı biriktirmelerinin önüne geçen, hayattan zevk almalarına mani olan işler yapıyorlar ve bunun karşılığında ancak hayatta kalacak kadar para kazanabiliyorlar. Sonra kazandıkları bu paraları onlar eşşek gibi çalışırken bol bol gezip hayatını yaşayan insanlara saçıyorlar. Neden? Neyin eksikliğini satın alıyorlar? Tecrübenin.
Tecrübe satın alınabilir bir şey midir? Aslında bu sorunun çok basit bir cevabı var: Değildir.
İnsan; hata yaptıkça, yeni şeyler keşfettikçe, başardıkça, yükseldikçe, düştükçe kısacası rutinin dışına çıktıkça yaşar. Rutinin dışında geçirdiğimiz her an tecrübe kazanırız. Tecrübe satın almaya giden insanlar, maalesef, sadece bu tarz organizasyonlara katılarak kazıklanma veya vakit öldürme "tecrübesi" kazanabiliyorlar.
Hele bazı "eğitimler" var ki (evet, bunlara utanmadan eğitim ismi veriliyor) katılımcılarına "liderlik, hoşgörü, mutluluk" vs. öğretiyorlar. İnanılmaz! Hadi, hoşgörüyü hoş görelim, mutluluğu cahillere bağışlayalım. Yahu ben liderliğin eğitimini verecek kadar bu işi biliyorsam, neden millete öğretiyorum? Gidip kendi işletmemi açıp alanımda en büyük olabilirim, siyasi bir parti kurup iktidar olabilirim, çok istersem din icat edip milleti peşime takabilirim... fakat heyhat! Bir avuç beyaz yakalıya adam başı on bine lisanssız powerpoint sunumumla liderliğin inceliklerini öğretiyorum. Neden? Çünkü liderlik ne demek bilmiyorum ama eğitimci sertifikam var. Nereden aldım? Bu yanlış bir sorudur. Doğru soru: Ne kadara aldım? Vallahi şekerim biraz pahalıya mâl oldu. Elli bin ateşledik ama şükür şimdi çıkarıyor.
Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar'da "Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun?" diye soruyordu. Ben bu soruyu güncellemek istiyorum: Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden her önüne gelene inanıp; hayattan tad almak, hakiki eğitimlerle kendini geliştirmek yahut aval aval duvara bakmak yerine bomboş "eğitimlere", içi kof reklam kampanyalarına kapılıyorsun?
Hakikaten neden bu kadar saf olduk? Ekonomimiz tıkırında, işlerimiz yolunda, eski tabirle derd üstü murad üstü bir vaziyette olsak belki anlayacağım. Ama hepimizin yaşayarak "tecrübe ettiği" gibi böyle bir durumda değiliz. Yetişmiş ya da potansiyel olarak yetişecek insanlarımız yurtdışına kaçıyor, memleketimiz bitmez tükenmez bir gerginliğin pençesinde kıvranıyor. Kendisini bu dünyadan soyutlamak isteyenler ise zalim iyimserlerin cebine paraları dolduruyor. Onlar diğerlerinin yerine tecrübe ediyor, sonra gelip bu tecrübeleri ötekileriyle paylaşıyorlar. Muhteşem! Ponzi bile böyle bir sistem kuramazdı.
Bazı Şeyler Kader Midir?
Herhangi bir sahada iş bitirmek için o işi bilmek gerekir. İşini bilen insana güvenilir. Güven ve bitiricilik insanları yükseltir.
Birçok insan zaman değil para ayırarak, sorumluluklarından kaçarak, içe kapanarak, karar vermekten korkarak "kaderine" razı oluyor. Sonra kendi kendilerini hapsettikleri konfor alanından yalnızca biraz tecrübe satın almak için çıkıyorlar. Havalarını alıp konfor alanlarına geri dönüyorlar.
Kader insanların canları isteyince suçlayacağı bir nesne değildir. Çevre, tarih, talih, coğrafya muhakkak üstümüzde etkilidir. Bunlarla dövüşmeden, aşmaya çalışmadan teslim olmak kader değil mıymıntılıktır. Bazı seyler ne yapsanız olmaz ama mücadele ederek hiç olmazsa tecrübe kazanırsınız. Hem de parayla kazanılamayacak kadar fazla tecrübe...
Son sözü Şule Gürbüz'ün Kıyamet Emeklisi romanından iktibasla edelim o hâlde: "İnsan kaderinden güçlüdür."
0 Yorumlar