Peyami Safa (Ahmed Hamdi Tanpınar)


"Kör ölür badem gözlü olur" lafı boşuna söylenmemiş. Bizde ölünün arkasından serinkanlı kritik yapmak yerine kimseye faydası olmayan sulugöz yazılar kaleme almak, birkaç hatıra sıkıştırıp konuyu bağlamak adeti vardır. Belki "vardı" demem gerekiyordu çünkü "ölüm, kaybetti asrımızda eski hüznünü." Şimdi ölüm haberlerini çok hızlı bir şekilde duyuyor, aynı hızla unutuyoruz. Bırakın arkadan yazı yazmayı, üzerine düşünecek hatta cenazeye katılacak zamanı bile bulamıyoruz. 

Elbette ölüyü sırf ölü olduğu için yüceltme adetinin istisnaları da var. Yayınlanmak için yazılmasa bile, bir gün muhtemelen kamuya açılacağını bilerek kaleme alınan Tanpınar'ın günlüğünde rastladığım Peyami Safa bölümü buna örnek verilebilir. Hani biraz daha toparlanıp serinkanlı bir değerlendirmenin ardından yayınlansa İngilizce konuşan dünyanın "obituary" dediği türün bu topraklardaki ilk örneklerinden olmaya aday bir yazı... 

Günlüklerinde ölümünün ardından yazdıklarına kadar sadece iki sefer Peyami'ye değinen Tanpınar'ın bu eski arkadaşı pek de sevmediği anlaşılıyor. 

İlk bahis 30 Temmuz 1960 tarihli. Tanpınar'ın başkanı olduğu Edebiyatçılar Cemiyeti'nden - Ahmed Hamdi'den habersiz - ihraç edilen Faruk Nafiz, Samet Ağaoğlu ve Peyami Safa hakkında tek cümlelik kanaatini ifade ediyor: "Faruk'u severim, Samet'ten ikrah eder ve tâli'ine acırım, Peyami'den nefret ederim." (s.195

İkinci bahsin tarihi 27 Ağustos 1960. Tanpınar bu sefer şunları yazıyor: "Yine sağcılığa geliyorum. Sağcı olmak çok güç hatta imkânsız. Evvela memleketimde en cahil ve budala insanlar sağcı. Yahut da aşikâr şekilde hain ve ahlaksız. Peyami Safa... Peyami Safa'dan daha iğrencine tesadüf edilir mi?" (s.201

Aradan bir yıla yakın zaman geçer ve Peyami Safa 15 Haziran 1961'de ölür. Tanpınar 16 Haziran 1961 tarihinde günlüğüne Peyami'yle ilgili şunları yazar:

"Dün Peyami Safa'nın ölüm haberi. (...)

Peyami'ye acımadım. Zaten güç acıyorum artık. Ölüm dışarıdan geldikçe acının ötesinde bir şey oluyor. Yıkıntı. Peyami'ye acımadım. Fakat bu memlekette muharrir hayatı üzerinde beni düşündürdü. Kitapları satılan, okuyucusu peşinde bir muharrir olsa idi n'olurdu acaba? 

Peyami huysuz, karışık, küçük hesapları, en kötü insanlarla beraberliğe hazır ve menfi adamdı... Bu menfi kelimesini muasır her şeye kapalı olmak mânasında alıyorum. Egotisme'i, hiçbir akîdenin kendisinde kökleşmesine mâni idi. Evvela komünizmi (Nazım'la) tecrübe etti. Sonra nasyonalist, sonra muhafazakâr, Halk Partici ve Demokrat oldu. Hiç kimseyi çekemezdi. Bununla beraber bazı esaslı şeylerde daima değilse bile zaman zaman doğru oldu. Mesela yeni dille mücadelesi. Fakat burada ağır ithamlara gitti. Nurullah'ı ve bütün dilcileri komünistlikle itham etti. Peyami nüans denen şeyi bilmezdi. Tabiî Yahya Kemal gibi, ihtirası gözlerini bürüdü mü her şeyi unutuyordu. Hiç zevki yoktu, belki sadece politikası vardı. Peyami otodidakttı, menfiydi, hedefsiz münekkit ve muhteristi. Sentiment d'inférioritési onu insanlara düşman, agressif yapmış; para kazanmak ihtiyacı ise muhtaç olduğu ışık ve gıdayı almak için her sene bir kere büyümesinin istikametini değiştiren acayip, tortueux, eciş bücüş bir ağaç hâline sokmuştu. Jurnal, şantaj hiçbir şeyden çekinmezdi. Bununla beraber severdim. Uzun bir dostluk devremiz oldu, kendisine mahsus bir nezaketi, zekâsı ve hatta tatlılığı vardı. Baba olarak Peyami'ye çok acıdım. Fakat Edebiyat Fakültesi için verdiği jurnaller yüzünden ta'ziyet etmedim. Demokrat Parti devrinde zaman zaman hakiki bir jurnalci idi. Necip'le teşrik-i mesai edecek kadar. Acımadım, dedim, acıdım tabiî... Ölen Peyami'ye değil, Necip'te olduğu gibi başından kaybettiğimiz Peyami'ye acıdım. Hepimiz gibi otodidakttı. Okuduğu şeylerden, hepsine işine gelmek üzere inanıyordu. Fakat en ziyade inandığı şey kendisiydi. Karısı talebem Melâhat hasta idi. 

Peyami, Çallı, ... Muhtar, Necip, Fikret Adil, Şekip, Eşref Şefik, bunlar bir devrin bohemleriydiler. Bu bohemde üslup Peyami ile Çallı'dan gelirdi. Namık İsmail aile çocuğu sıfatıyla bu boheme iştirak ederdi, Elif Naci üç kat rate, sıfatıyla... Fakat onlar rangé adamlardı. Namık'ın ve Haşim'in ölümlerinde hep Peyami ve Çallı ile beraberdim. Çallı, Namık'ın cenazesinden dönüşte sabaha karşı bir barda "Güzel, sportmen Namık öldü. Ama sarhoş Çallı yine yaşıyor." demişti.

Şimdi bakıyorum bütün bunlara ve hepsi bana hem gülünç hem çok insani geliyor. Peyami ile birkaç defa kokain de çektik. Fakat verdiği baş ağrısı tahammül edebileceğim gibi bir şey değildi. O tahammül ediyor, az sarhoş oluyordu. Son karşılaşmalarımızdan birinde, Belediye Gazinosu'nda o sessiz ve korkunç ve gülünç sahne de oldu. "Hülyalarımın melikesi"de işe razıydı. Ey Baudelaire, o gece seni ne kadar çok anmam gerekirdi, fakat biraz sonra erotik iltifatların cennetinde idim. İşte Peyami bu cins Peyami idi. Vücutça, yüzün kendisi, gözlükleri, yan bakışı ve nezaketi ile Peyami daima karıncaya benzerdi. Sinistre bir tarafı vardı. İnsan keşfetmesinden hoşlanır, fakat sonra kendi çerçevesinden çıkınca nazikâne düşman olurdu. Bazen de açıkça. Cahit Sıtkı ve Çocuk ve Allah şairi ile böyle oldu. 

Bir gün benim için "Şu devlet ne güzel şey. İnsana hem psikoloji öğrenmesini sağlıyor hem de para veriyor." demişti. Kutsi'yi de kendisinin keşfettiğine kani idi. Ona da düşman oldu. Bana muhabbeti, hakkında tek tenkit yazdığım içindir. Beyhude kaybettiğim senelerdi bunlar. İçki ve can sıkıntısı...

Peyami öldü. Ağabeysi öldü. Ben parasızlığın şamandırasında yarı hasta, delik deşik bir gemi gibi suyun son hücumunu bekliyorum. Şurası var ki Peyami bana doğrudan doğruya hücum etmedi. Ancak kollektif jurnallerine girdim. İş birliği etmeğe razı olsaydım, kullanabilirdim. Fakat ne dereceye kadar? En ufak muvaffakiyetin çıldırttığı insanlardandı. Ölümüyle hiç olmazsa kırk sene süren bir fesat, anlaşmamazlık bitti. Şimdi 1914 senesinde Vefa'da benden iki sınıf yukarıda o kadar kibar giyinen ve papier couché üzerinde basılmış bir broşür neşreden çocuğu mektebin avlusunda görüyorum ve acıyorum. Allah rahmet etsin. Biraz akıllı olsaydı, sebeplere inebilseydi, egotizmle arasına küçük bir mesafe koyabilse ve bilhassa biraz şüphe etseydi, başka türlü muharrir olurdu. Bir romancı étoffe'u vardı. Abdülhamid'in kızına babası dolayısıyla hakaret etmişti." (s.296-97)

Yorum Gönder

0 Yorumlar