Unutmak bizi güçlü mü kılar yoksa güçsüz mü?
***
Tek kalemde "güçsüz kılar" dediğinizi duyar gibiyim. Bence, en azından, her zaman güçsüz kılmaz. Bu "tezimi" açıklamadan önce unutmaktan ne anladığımı yazmam gerekiyor.
Unutmak derken "hafızadan tamamen silmeyi" anlamıyorum. Bir şeyi, kişiyi veya olayı bize hatırlatacak bütün unsurları etkisiz hâle getirmeyi kastediyorum.
Mesela menekşe kokusuna bayılıyorsunuz diyelim. Menekşenin kendisinin yanında resmini bile görseniz bu kokuyu duyarsınız. Hatta baktığınız her çiçekte menekşeyi görebilirsiniz. Sonra yavaş yavaş unutma süreci başlar. Önce öteki çiçekler üzerinden menekşeyi bulma çabanıza son verir, diğerlerini özgürlüğüne kavuşturursunuz. Ardından çiçek resmine baktığınızda koku duymamaya başlarsınız. (Normale dönüş.)
Bir müddet sonra yalnızca menekşe kokusunu çağrıştıran unsurları değil, kokunun kendisini ve çağrıştırdıklarını da unutursunuz. Fakat bu hayatınızın belirli bir döneminde "menekşekokususever" bir insan olduğunuzu değiştirmez.
Menekşe kokusunu seven insan sizdiniz. Sadece artık öyle değilsiniz. Çiçek kokularıyla hayatınıza istikamet vermekten vazgeçtiniz. Biraz daha büyüdünüz. Tecrübe kazandınız. Refleks edindiniz. Refleks edindikten sonra hatırlamanızı gerektiren bir anı kalmadı. Ama siz güç kaybetmediniz aksine güçlendiniz.
Buradan bakınca unutmak insanı güçsüz kılmıyor gibi duruyor, değil mi? Belki de güçsüz kılıyordur ama bu sorunun net bir cevabı yok. Oysa ben bu ay net cevabı olan kitaplar okudum.
***
Eylül ayında üç kitap bitirdim. Önce listesini veriyor, ardından bunlar üzerine lak lak etmeye geçiyorum.
Bu Ay Okuduklarım
1- Türkiye'ye Son İkaz - Prens Sabahaddin (Lejand Kitap, 2021)
2- Ebülfez Elçibey - Çilenay Samedbeyli (Ötüken Neşriyat, 2022)
3- Derkenar - Beşir Ayvazoğlu (Ötüken Neşriyat, 2002)
***
Ayın Kitabı: Ebülfez Elçibey - Çilenay Samedbeyli
Asaletin soydan geldiğine inanmam fakat ailenin insanlar üzerindeki en önemli etken olduğunu kabul ederim. Ebülfez Elçibey Türk tarihinin gördüğü en asil adamlardan biriydi. Bu asil adamın hayatını, kitapta bir sefer bile kızı olduğunu yazmayarak hem akademik soğukkanlılığını koruyan hem "Elçibey'in kızı" payesinin arkasına saklanmaya tenezzül etmeyen, Çilenay Samedbeyli'nin kaleminden okuyoruz. Sırf bu davranış bile kitabı okurken saygılı bir tutum takınmamıza sebebiyet veriyor.
Azerbaycan'ın tarihini kısa ama derli toplu bir özetle vererek (s.13-22) işe başlayan Çilenay Hanım, Elçibey'in sürgünlerle şekillenen aile geçmişini anlatıyor. Ardından sıra Ebülfez Elçibey'in hayatına geliyor.
Elçibey'in hayatı Azerbaycan'daki Türk milliyetçiliğinin tarihiyle paralel ilerliyor. Hatta öyle ki bir noktadan sonra Elçibey derken Türk milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliğinden bahsederken Elçibey'i birbirlerinin yerine kullanıyoruz.
Milliyetçi demişken, Arapça kökenli bu kelimenin Türkçe karşılığı olarak "Elçi" kelimesini belirleyen bir kısım genç Türkçü, Milli Bağımsızlık Hareketi başladıktan sonra "Elçi" sanını lakap olarak almasını tavsiye ediyorlar, Ebülfez Bey de kabul ediyor. (s.45)
İyi bir Arap Filolojisi eğitimi alan Elçibey, ardından Mısır'daki meşhur Asvan Barajı'nın inşaatında görevlendiriliyor. İlk sorgusuna da burada muhatap oluyor. (s.54)
Azerbaycan'a dönüşünün ardından "Tolunoğulları Devleti" üzerine doktora çalışması yapan (s.56) Elçibey akademik hayata yöneliyor. (Bir kısım makalelerini okudum hakikaten kaliteliydi fakat henüz Tolunoğulları Devleti'ni okuma fırsatı bulamadım dolayısıyla kitap hakkında görüş bildiremiyorum.)
Azerbaycan Devlet Üniversitesi (bugünkü Bakü Üniversitesi) Asya ve Afrika Ülkeleri Tarihi Kürsüsü'nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlayan Elçibey (s.59) kadın öğrencilere "hanım", erkek öğrencilere "bey" diye hitap etmesinden mülhem zaman içinde "Bey" olarak anılmaya başlıyor:
"(...) "Elçi" lakabının öğretmenlik yıllarında takılan "Bey" lakabıyla entegrasyonundan doğan "Elçibey" adını kullanmaya başlamış, bu ifade Ebülfez Hoca'nın bilinen kimliği olarak herkes tarafından kabul görmüştür." (s.61)
Vatansever faaliyetlerinden ötürü sıkı takip altında tutulan Elçibey 1975 yılında tutuklanır. Tutuklanacağı zamanki ruh hâlini Firidun İbrahimli'nin şu sözleriyle kağıda dökecektir: "Her halükârda düşman bizi sinmiş olarak görmemelidir." (s.79) Hakikaten görmeyecektir.
1.5 yıl hapis yatan Elçibey içeriden daha da bilenmiş olarak çıkar. Görünürde akademik faaliyetlere odaklanan ve peş peşe makaleler yayınlayan Elçibey, el altından bağımsızlık çalışmalarına devam eder.
"Cezaevinden çıkarak eve gediği gün yolda aldığı petrol kokusuyla düşüncelere dalarak: "Böyle zenginliği olan ülkenin halkı bu şartlarda yaşamamalı" sözlerini dile getiren Elçibey" (s.97) hapishane çıkışı bağımsızlık yolunda çalışma kararını çoktan vermiştir.
1988'de Azerbaycan Halkını Müdafaa Cemiyeti'ni kurduklarını ilan eden Elçibey (s.100) Azerbaycan müstakil bir devlet olarak sahneye çıkana kadar yerinde oturmayacaktır.
Kitabın geri kalanı bağımsızlık, cumhurbaşkanlığı dönemi, darbeyle görevden uzaklaştırılması ve köyünde sürgüne tabi tutulmasıyla devam ediyor. Buraları da alırsam kitabın tamamını özetlemiş olacağım için, son alıntıyı hoş bir anıdan yaparak bitirmek istiyorum.
1988'de tutuklanan Elçibey'in evi aranır. Yeğeni Adalet Bey ile askerler arasında şöyle bir diyalog geçer: "(...) Elçibey'in çalışma odasının duvarında asılı duran, askeri üniformalı büyük Atatürk portresi askerlerin ve polisin dikkatini çekince bu kişinin kim olduğu sorulmuş, Adalet Bey'in "Dedemiz." cevabı üzerine Rus askerler kendi aralarında hayretle mareşalin evine gelmiş olduklarını dillendirmişlerdi." (s.103)
"Atatürk'ün esgeri" Elçibey hakkında kızı Çilenay Hanım tarafından yazılmış bu kitap biyografi türünün dilimizdeki nadir başarılı örnekleri arasında yer alıyor. Herkese ama herkese mutlaka okumalarını öneriyorum.
***
Türkiye'ye Son İkaz: Prens Sabahaddin yakın tarihimizin şahsına münhasır adamlarından. "On yıllık düşmana, on beş yıllık dost gibi" (s.14) yazdığı mektupların muhatabı ise İttihad ve Terakki cemiyeti. Adem-i merkeziyet fikrinin önderi olan Prens'in yazdığı mektupların sonunda Cemiyet programı da bulunuyor. Yakın tarihimizin pek bilinmeyen bu adamının fikirlerini merak edenlere Türkiye'ye Son İkaz'ı okumalarını salık veririm.
***
Derkenar: Toplama yazılardan oluşan kitapları sevmiyorum ama yine de okuyorum. Genellikle birbiriyle alakasız konulardan bahseden yazıları okuması, belirli bir konuda yoğunlaşanlardan daha zor oluyor. Beşir Ayvazoğlu'nun zamanında Fethullah'ın gazete ve dergilerine yazdığı yazılar tabii ki edebiyat hakkında. Meraklısına tavsiye ederken, vatansever adamların neden bir şarlatanın mecralarında yazdığı sorusunun cevabını da ister istemez size bırakıyorum.
***
Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla, buluşmak dileğiyle...
0 Yorumlar