Blog Notlar - 15



Blog Notlar serisine yeni baskı yapmayalı uzun zaman oldu. Bu serideki yazıların hiçbirinin birbiriyle alakası olmadığı gibi, aynı yazı içindeki alt başlıkların da bir münasebeti bulunmuyor. Tek ortak nokta insana dair olmaları, başka da bir müşterek hususları yok. 

Serinin bu yazısında Suriyeli Fouché'ye, Türkiye'de arabesk olayına, Selim İleri'nin ölümüne, teğmenlerin ordudan atılmasına, Ümit Özdağ'ın tutuklanmasına ve Kartalkaya'da yaşanan otel yangınına değineceğiz. 

Murakami'nin kuvvetli bir cümlesinin yanı sıra Dorethea Lange'nin meşhur bir fotoğrafını da yazımızda misafir edeceğiz. 

Artık başlayabiliriz. 


1
Arabesk: Babası Öldü Kendisi İktidar

Üzerine çalışma yapacak kadar kıymetli bulunmamış olduğundan resmen tespit etmek şimdilik ihtimal dahilinde olmasa da "baba" unvanını ilk alan arabesk şarkıcısının Orhan Gencebay olduğunu tahmin ediyorum. Fakat bu lakabı hakkıyla taşıyan ise rakibi Ferdi Tayfur oldu.

Ferdi Tayfur'u arabeskin esas babası olarak konumlamamın sebebi kendisinin büyük bir hayranı oluşum değil. 

Tayfur'un ilk çalışmaları yayınlandığında arabesk ne idüğü belirsiz bir virüs muamelesi görüyordu. Şimdi işler değişti. Rapçiler arabesk tonlarda şarkı yapıyor, Türk Sanat Müziği hatta batı müziği okuyan (özellikle bu işin için eğitim almamış) yorumcular şarkıları arabesk tınılarla seslendiriyorlar. Yani yarım asrın ardından arabeskin mutlak iktidarından bahsediyoruz.  

Bunda kültürel olarak çöküş görmek istiyorsanız görebilirsiniz. Tam aksine akışkanlık bulmak istiyorsanız, bulabilirsiniz. Fakat her iki hâlde de yükselişini engellemek için "devlet eliyle" rakip çıkarılmış, her seferinde "cahil" olduğu yüzüne vurulmuş, kesinlikle yetersiz bulunmuş bir adamın, Ferdi Tayfur'un, bundaki başarısını takdir etmek zorundasınız. 

"Dolmuş müziği" elli senede iktidara yürüdü. Babası ölse bile, arabesk, rakipsiz konumunu muhafaza ediyor. 

Ferdi Tayfur'a bir kez daha rahmet dilerken, memlekete hiç olmazsa daha az arabesk bir kültür diliyorum. 


2
Suriyeli Fouché: Cevlani ya da Şara 

Irak İslam Devleti isimli terör örgütünün inanmış bir militanı, Nusra Cephesi adını verdiği terör örgütünün kurucusu, meşhur IŞİD'in Ş'si, Şam'ın Fethi Cephesi ve HTŞ'nin de kurucusu. Eğer terörizm bir akademi olsaydı ordinaryus profesörlüğe kadar yükselecek bu "göz alıcı" kariyerin sahibi olan adamın ismi Cevlani. Peki, kim bu adam? 

Bağdadi'nin adamı. Bağdadi'nin komutanı. Bağdadi'nin düşmanı. Zevahiri'nin adamı. Zevahiri'nin muhalifi. Zevahiri öldüğünde başsağlığı verme lüzumunda bulunmayacak kadar karşıtı. Türkiye karşıtı. Türkiye'nin dostu. Eğer Batı medyasını ciddiye alırsanız "Türkiye'nin adamı". 

Gördüğünüz gibi "askeri" cephesi karmaşık olan ama siyasi ilişkileri Arap saçına dönmüş birisinden bahsediyoruz. Fakat hâlâ sorumuza cevap bulamadık. Kim bu adam? 

Bu adam Suriye'de reenkarne olmuş Fouché'den başkası değil. El Ahbar gazetesinin yazdığına göre Lübnan Başbakanıyla görüşürken ona "Enver Sedat hain miydi?" diye sormuş. Mikati konuyu değiştirmeye kalksa da üsteleyen Cevlani bir daha sorusunu tekrarlamış. Mikati sessizliğini korumakta inat edince kendi sorusunu kendi cevaplamış: "Konuyu uzun süre düşündüm. Sedat'ın yerinde olsam, aynısını yapardım!" 

Sedat, İsrail'le anlaşmıştı. Kimilerine göre Enver Sedat suikastinde hem Zevahiri hem Seyf'ül Adl de hazır bulunmuştu. Birisi eski El Kaide lideri, ötekisi şimdiki lider. Bir zamanlar bunlara bağlı bir komutan olan Suriyeli Fouché ise şimdi tam karşı tarafta olduğunu söylüyor. 

Buradan sonrasını söylememe gerek yok. Yalnızca Fouché'nin güç için herkesi satabileceğini akılda tutmakta fayda var. Gerçi bizim Hariciye Nazırı'yla "samimi bir şekilde" sarılmaları Ankara'nın da bu adamın sırtını yokladığını gösteriyor ama biz yine de notumuzu düşelim. 


3
(Göçmen Anne) Migrant Mother 



Amerikalı fotoğrafçı Dorothea Lange tarafından 1936'da California'da çekilen bu ikonik fotoğraf Büyük Buhran sonrası kurulan "Yeni Düzen'in" sıradan insan üzerindeki yıkıcı etkisini gösteriyor.


4
Selim İleri'nin Sessiz Ölümü 

Yazdıklarıyla ses getirme hevesine düşmeyen ama daima bir okuyucu kitlesi bulunan Selim İleri, ses getirmeyen bir ölümle bu dünyayı terk etti. 

Edebiyat meraklısı bir arkadaşım verdi haberi. "Selim İleri ölmüş." Karşılığında şöyle yazdım: "Yaşıyor muydu ki?" 

Aslında bir taraftan hep yaşamak istiyordu. O kadar yaşamak istiyordu ki, devletin edebiyatçısı olmayı da dert etmedi, Fethullah'ın adamlarına yayın dünyasına girerken kefil olmaktan da çekinmedi. 

Diğer taraftan naif pek naif kitaplar yazdı. Doğrusu tek bir kitabı dönüp dönüp tekrar yazdı. Türkçesi bu kadar iyi bir adamın kendini tek konuyla kısıtlaması bana hep hüzünlü gelmiştir. 

Artık hüzünlenmeye gerek kalmadı. Geceleri, darbe yapacak genelkurmay karargahı gibi, daima açık olan evinin ışıkları artık yanmıyor. 

Kendisine rahmet, okurlarına başsağlığı diliyorum. 


5
Lüzumsuz Bir Soruşturma: Teğmenler Meselesi

Kendilerini iktidar destekçisi diye pazarlayan kimileri içlerindeki asker düşmanlığını bir türlü atamıyor. Bu yüzden bu aç köpekleri doyurmak için neredeyse her sene belirli sayıda subayımız ordudan tard ediliyor. Akıl alır gibi değil ama böyle. 

Harp Okulu'nu bu sene bitirmiş beş teğmen "disiplinsizlik" suçundan ordudan atıldı. Suçları mevzuattan çıkarılmış olan bir yemini, kılıçlarını çekmek suretiyle, etmek. Eğer bu ordudan atılmayı gerektirecek bir suçsa teğmenlerin hepsi atılmalıdır. (Net sayı bilinmese de "disiplinsizlik yapan" teğmenlerin sayısını 400'ten aşağı yazanı okumadım.) 

Böyle bir şey yapılmıyorsa beş kişinin "elebaşı" diye atılması aç köpeklerin karnını değilse bile gözünü doyurmaktan başka bir işe yaramaz. 

Bu meselede son bir not olarak şunu düşmeliyim: Türk Silahlı Kuvvetleri'ne düşman olan hiç kimsenin bu vatanı sevdiği iddia edilemez. 


6
"Kader, insanın dönüp bakması gereken bir şeydir, önceden görmesi gereken değil." Haruki Murakami


7
Tartışmalı Bir Tutuklama: Ümit Özdağ 

Ümit Özdağ tutuklandı, hâlen cezaevinde. Niye tutuldu? Herhalde göçmen meselesi üzerinde yürüttüğü siyasetin karşılığı olarak, açılım düşmanlığı yapmasının da etkisiyle... Hukuki olarak halkın bir kesimini öteki kesime karşı kışkırtmış, yine halkımızı kin ve düşmanlığa teşvik etmiş. 

Yapmış olabilir mi? Hem olabilir hem olmayabilir. Esas soru bu değil. Esas soru başka: Ne fark eder? 

Bu suçu işlediyse, neden hüküm giymeden tutuklanıyor? İşlemediyse - zaten - neden tutuklanıyor? 

Esas amaç ne kimse bilmiyor. Çünkü ülkemizde bir şey yapılabiliyorsa muhakkak yapılıyor fakat neden böyle bir eyleme kalkışıldığı daima karanlıkta kalıyor. 


8
Sorumsuzların Ülkesinde Bir Yangın 

Üçüncü dünya ülkelerine yakışan bir katliam yaşadık Bolu'da. Şimdi unutmuş olabilirsiniz ama hani yarısı çocuk 78 vatandaşımız akıl almaz bir şekilde hayatını kaybetmişti ya, evet, ondan bahsediyorum. 

Ne oldu soruşturmalar? Sürüyor. Suçlu kim? Daha belli değil, henüz aranıyor. 

Bu kadar insanın ihmalden öldüğü kesin ama kimse hesap vermek istemiyor. Neden? Çünkü onlar kendi imkanlarıyla hesap vermezlerse kimsenin onlardan bir şey sormayacağını biliyorlar. 

Montesqueiu “Yozlaşma ilkelerin yozlaşmasından başlar” diye yazmıştı. Şimdi bir an düşünelim.

78 insan dumandan boğularak feci şekilde can vermiş, Bolu böylesi bir katliama o kadar hazırlıksız ki, tavuk taşımak için kullanılan tırlardan "cenaze nakil aracı" niyetine istifade ediliyor. Daha ne olduğu meydana çıkmadan siyasiler birbirini suçluyor. 

İktidara göre Bolu belediye başkanı, muhalefete göre Kültür ve Turizm Bakanı sorumlu. Bana göre hepsi sorumlu. Hepsinden aynı anda hesap soramıyor muyuz? Anlaşılan taraf seçmemiz isteniyor. Çok güzel (!) 

78, yazıyla yetmiş sekiz, insanın cansız bedeninden siyasi kamplaşmaya geçmemiz 78 saniyeyi bulmuyor. İlkelerin yozlaşması diyor Montesqueiu dostumuz. 

Affedersiniz, ne ilkesi? 

Yorum Gönder

0 Yorumlar