Çarşambanın gelişi salıdan belliydi.
İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu 19 Mart 2025 Çarşamba günü hem yolsuzluk hem terör soruşturmasından gözaltına alındı. Pazar günüyse, anlaşıldığı kadarıyla, yolsuzluk soruşturmasında delilleri karartmasın diye tutuklandı.
Ekrem İmamoğlu terörist midir? Buna hiç ihtimal vermiyorum. Yolsuzluk yapmış mıdır? Türkiye'de belediyeler sanki yolsuzluk yapılsın diye kurulmuş müesseler olduğu için yapmışsa da şaşırmam yapmamışsa da. Fakat bunların hiçbir önemi yok.
Ümit Özdağ'ın tutuklanmasında söylediğim şeyi tekrar edeceğim. Burada mesele tutuklanan kişi değil, tutuklama hadisesi. Daha doğrusu iktidarın Demoklesin kılıcı gibi yargının üzerinde sallandığı algısı.
Nitekim hepimizin bu operasyonu beklemesinin sebebi Cumhurbaşkanı'nın "turpun büyüğü heybede" lafıydı. Çarşamba gününden beri muhalefetin ciddi direnişi bize hakikaten turp büyükmüş dedirtti.
Ne oldu sorusuna bu kadar cevap yetişir. Nasıl olduyu zaten izlediniz. Neden oldu sualini dedikoculara bırakalım.
Biz bütün bunların neden olabildiğini inceleyelim. Böylece yarına dair aklı başında söz söyleme şansımızı artıralım. İşe, özgürlük-güvenlik ikilemini elden geçirerek başlayalım.
Bir Zırvalık: Özgürlük - Güvenlik İkilemi
Bizim siyaset bilimciler böyle kısır döngülere bayılırlar. Sonucu hiçbir yere bağlanmayacak, hiçbir yere bağlanmayacağı için başları belaya girmeyecek paradoksları dünyanın neresinde icat edilirse hemen bulup getirirler. (Allah'tan kendileri böyle şeyler üretmeye çalışmıyorlar.)
Güvenlik-özgürlük diye bir ikilem olmaz. Böyle bir ikilemin varlığını kabul etmek düşünceye gerek yok demektir. Biraz açalım.
Kendi kendine "homo sapiens" yani "akıllı homo" adını veren yaratığın temel talepleri dünyanın her yerinde aynıdır: barınma, beslenme vs. Bunları sağlaması, isterse daha fazlasını inşa edebilmesi için, güvenlik asgari şarttır. Güvenlik somut bir kavramdır. İnsan güvende olup olmadığını hemen anlar.
Kıyas yapabilmek, eleştirebilmek, düşündüğünü ifade edebilmek için özgürlük gerekir. Özgür toplumların ileri toplumlar olduğu kabul edilir çünkü bu toplumlar eski ve yeni arasındaki geçişi sulh yoluyla sağlar.
"Yeni" onlar için korkutucu değil merak edilesi bir şeydir. Bunları sağlayan özgürlük, soyut bir kavramdır. İnsan özgür olup olmadığını tek hamlede bilemez, genellikle hisseder.
Özgürlük ve güvenliği mukayese etmek, kavram olan elma ile meyve olan elmanın kıyaslanmasına benzer. Biri soyut ötekisi somuttur. Birisi insan zihninde çağrışımlara yol açar, diğeri zihinden çok sindirim sistemini alâkadar eder.
Bu ikisi arasında bir hiyerarşi olmadığı gibi öncelik sırası da yoktur. Elma kavramı meyve olandan önce icat edilmiş olabilir ya da elmayı gören insanlar buna bir isim koyalım diye düşünmüş olabilir. Siyasette ise hangisinin önce geleceği hiç belli olmaz.
Öyle anlaşılıyor ki iktidar millî güvenlik kavramını ön plana çıkartacak. Yani güvenliğe ağırlık verecek. Neyin karşısında? Millî iradenin. İrade, özgürlük çağrışımı yapan bir sözcüktür. Peki paradoks sevenlere soralım: İradesi olmayanın güvenliği olur mu?
Bugün kimseden cevap beklemeyelim ve cevabımızı kendimiz verelim: Olmaz. Demek ki millî irade millî güvenlikten önce gelir.
Güvenlik ve özgürlüğü yan yana yazıp, çıkan paradoksta, "efendim insanlar her zaman güvenliği seçer" diyenlerin bugünü açıklayamama sebebi budur. Burası Türkiye Cumhuriyeti'dir, millî iradeyi her şeyden üstün kabul eden bir avuç adamın inadıyla kurulmuştur.
İktidarın neye güvenerek böyle bir ilginçlik yaptığına gelelim. Burası aynı zamanda muhalefetin oyun planı hakkında fikir edinmemize de yardımcı olacak. Bunun için çok temel bir soruyu maymuncuk olarak kullanacağız.
Türkiye Nerededir?
Uluslararası sistemde her ülkenin kendine özel durumu vardır. Fakat hiçbir ülke biricik değildir. Her ülke sistemden etkilenir. Ülkelerin sistemden etkilenme derecesini komşuları tayin eder.
Bu yüzden Türkiye nerededir sorusu saçma gibi görünmekle beraber aslında ilginç bir sorudur. Mesela belirli aralıklarla kıyaslandığımız Güney Kore'nin böyle bir problemi yoktur.
Güney Kore üç ülkeyle ilişkileri daima problemli olan bir Asya ülkesidir. (Bilerek Uzak Asya tabirini kullanmadım, kime göre uzak?) Bu ülkeler; düşman kardeş Kuzey Kore ile çekim gücü kuvvetli iki bölge devi Japonya ve Çin'dir. Güney Kore ne onlarla ne onlarsız yapabilir. Kimliğini tanımlarken bu ülkelere muhtaçtır çünkü hepsini "öteki" olarak konumlar.
Türkiye böyle bir ülke değildir. Türkiye'nin ezeli düşmanları yoktur. Türk kimliğinin kuruluşunda, her ne kadar Ermeni ve Yunan gibi komşuları pek hayırla yâd edilmese de, "öteki" olarak konumlanan bir komşu yoktur. Türk kimliğinin kuruluşundaki öteki Düvel-i Muazzama'dır. Modern söylenişiyle "dış güçler".
Şimdi Ekrem İmamoğlu'nun neden iktidarın gözünde "dış güçlerin adamı" olduğu anlaşılmıştır umarım.
"Türkiye nerededir?", son olaylar üzerinden, cevaplanması gereken kritik bir sorudur.
Protesto gösterileri, mesela Irak, İran, Suriye gibi komşularımıza oranla yüksek seslidir. Fakat Yunanistan ve Sırbistan'a kıyasla cılız ve örgütsüzdür. Türkiye, eğer bir "Orta Doğu" ülkesiyse bu protestolara izin verilemez. Derhal bastırılmalıdır. Yok, bir Avrupa ülkesiyse, protesto zaten doğal haktır ve iktidar protestocuları dinlemek mecburiyetindedir.
Türkiye'nin günübirlik politikasına muktedirler karar verirken, Türkiye nerededir gibi derinlikli sorulara hem muktedirler hem vatandaş birlikte karar verir. Şimdi soru önümüzdedir: Türkiye nerededir?
İktidar bu soruya cevap vermemek için muhteşem (!) bir icatta bulunmuştu zamanında: "Yeni Türkiye".
Ne Kadar "Yeni" Türkiye?
Bu hakikaten müthiş bir kavramdır. Altı boş, hiçbir şeyi açıklamaz fakat bir ayrım belirtir. Hem yeniye vurgu yapar (özgürlük yani) hem Türkiye'yi güçle özdeşleştirir (güvenlik). Böylece paradoks da çözülmüş olur. Fakat soru ortadadır: 2025 model Türkiye ne kadar yenidir?
Mesela İstanbul Belediye Başkanı hakkında soruşturma başlatılıp, görevden el çektirilmesine ve nihayet cezaevine konulmasına kadar bütün bu süreci biz 1998 yılında aynen yaşamadık mı?
İddianamelerin bölük pörçük sızdırılmasını FETÖ operasyonlarında görmedik mi? Vatandaş, tıpkı 2025'te olduğu gibi, 1998'de de tepki göstermedi mi? Sonuçta kazanan millî irade olmadı mı?
İktidar kendisini Yeni Türkiye söylemine fazla alıştırdı. Bugün altını inatla doldurmadığı kavramın kuyusuna düştü. Şimdi vatandaşlar sandığa sahip çıkarak millî irade kavramının altını dolduruyor. Millî güvenlik ikincil bir konuya dönüşüyor.
Türkiye, tepeden tırnağa kadar, bütün hücreleriyle o soruya cevap arıyor: Türkiye nerededir? Verilen cevap açıktır. Belki birinci sınıf yolcular arasında değil ama kesinlikle üçüncü sınıfta da değil.
Daha önce siyaset-bürokrasi kavgası hakkında yazarken hangisi güçsüzse onu desteklemek boynumuzun borcu demiştim. Millî iradeye yönelik doğrudan saldırı karşısında, bu saldırı bertaraf edilene dek, Ekrem İmamoğlu'nu destekliyorum.
Meydanlara inerek barışçıl bir şekilde iradesini gösterenleri selamlarken; olası saldırılara ve provokasyonlara karşı çok dikkatli olunması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Gidin ve şu bilginin gücüyle durun: Türkiye'de sandıkla dövüşen herkes kaybetmiştir.
0 Yorumlar