Gündem yine sıcak, hareketli, hararetli, tartışmalı... Gündem yine içine gireni yutan bir karadelik...
Gündemin peşine takılırsak hiç bilmediğimiz vadilere savruluruz. Takip etmeli, taraf tutmalı ama dışına da çıkabilmeliyiz. Aksi takdirde bu gündem denilen fırtına bizi bir yerden alır, götürüp çölün ortasına bırakır. Bir bakmışız zaman geçmiş, ömür geçmiş, güncelliğimiz gitmiş ama hâlâ gündem peşindeyiz.
Nasıl yapacağız? Herkesin bir yöntemi var. Benimki kitap okumak. Bu ay size iki kitaptan bahsedeceğim. Birini "Ayın Kitabı" başlığında biraz daha geniş bir biçimde ele alırken, diğerine de kısaca değineceğim.
***
Ayın Kitabı: İki Farklı Siyaset - Levent Köker (Vadi Yayınları, 1998)
Sosyal bilimlerin bitmeyen bir tartışması var. Bunu kimileri hakim görüşle eleştirel olanın mücadelesi olarak okuyor, kimileri pozitivist ekolle hermeneutic ekolün kavgası. Bazıları teori ve praxis dikotomisinden ibaret deyip işin içinden çıkıyor. Bir siyaset bilimci olan Levent Köker buna İki Farklı Siyaset diyor. Yani, pozitivist ve eleştirel ekollerin tartışması.
Yazar işe teori kavramının yaşadığı anlam daralmasıyla başlıyor. Önceden her şeyi açıklayan teori, artık "sadece bir şeyi tüm yönleriyle açıklasa yeter" pozisyonuna geldi. (s.10) Bunu yapanlar tabii ki pozitivistlerdi. Pozitivist paradigma, aynı zamanda, siyaset bilimiyle siyaset felsefesini de ayırıyor. (s.16)
Doğal ve toplumsal bilimleri bir olarak kabul eden pozitivistler, toplumsal bilimlerde de -tıpkı doğa bilimleri gibi- yasaların var olduğunu iddia ediyor. (s.20) Yazar burada Comte'un Üç Hâl Yasası'nı örnek olarak veriyor.
Genellemelere varmayı hedefleyen pozitivizm, sınanabilir olgularla ilgileniyor. (s.22) Burada devreye giren Karl Popper olgularla uğraşmak yetmez, bu olgular "yanlışlanabilir de olmalıdır" diyor. (s.24)
Bütüncül düşünmeyen pozitivist paradigmada "olan" ve "olması gereken" birbirinden ayrıdır. Ve bilim olanla ilgilenir. (s.33) Yazar pozitivistlerin şu düşüncesini hatırlatıyor: Olması gereken siyaset felsefesinin, olan ise siyaset teorisinin alanıdır.
Pozitivist paradigmanın bu derece sevilmesinin sebebi ise "yıkmadan ilerleme" (s.44) taraftarı olması. Pozitivist teoride, oryantalist tınılar taşıdığı için eleştirilen, "siyasal gelişme" kavramı "istikrar" kavramına dönüşüyor. (s.50) Felsefeye ise "teorinin dilini berraklaştırma" görevi düşüyor. (s.54)
Yazar bu çerçevede liberalizmin pozitivist olduğunu hatırlatıyor. (s.61)
Bu paradigmanın karşısına konumlanan eleştirel teori ise teorinin "nesnel, doğru ve açıklayıcı" olamayacağını savunuyor. Onlara göre teorinin tek bir amacı var: Verstehen, yani, anlamak. (s.72-3)
Eleştirel teori, statükocu pozitivizmin karşısına "olması gerekeni" değil, anlama çabasını yerleştiriyor. (s.90) Eleştirel teori, liberalizmin toplum ile devlet, ekonomi ile siyaset arasında çizdiği ayrımları reddediyor. İnsanların çıkarları peşinde birbirleriyle mücadele ettiklerini değil, anlaşmak üzere topluluklar (community) kurduklarını savunuyor. (s.99)
Aslolanın insanın özgürleşmesi olduğunu iddia eden eleştirel teoriyi destekleyen yazar, sonuç bölümünde şu cümleyi kuruyor: "..."doğayı" konu alan bilimsel faaliyet bile, önceden herhangi bir "teori" olmaksızın gözlem ve deneyde bulunamamaktadır." (s.113)
Metin her ne kadar çeviri Türkçeyle kaleme alınsa da - bu yüzden çok az doğrudan alıntı yaptım - meraklısına gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.
***
Sosyal Bilimleri Açın - Gulbenkian Komisyonu (Metis Yayınları, 2003, Çeviren: Şirin Tekeli)
Alt başlığı "Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Rapor" olan bu eser kalabalık bir ekip tarafından kaleme alınmış. Farklı dallardan on bilimcinin iki yıllık çalışması sonucunda ortaya çıkmış. Komisyonun başkanı ise Immanuel Wallerstein.
Rapor üç bölümden oluşuyor. İlk bölümde 18. yüzyılda temellerinin atılmasından 1945'e kadarki süreçte sosyal bilimlerin tarihi ele alınıyor. İkinci bölüm 1945'ten raporun yazıldığı döneme kadarki gelişmeleri kapsıyor. Son bölüm ise yarının sosyal biliminin ne olması gerektiğine odaklanıyor.
Kitabı on bilimci hazırlasa da, komisyon başkanı olan, Wallerstein'ın ağırlığı metnin ruhunda hissediliyor. Soğuk Savaş sonrasında nasıl bir sosyal bilim olmalı sorusunun peşine düşen ekip, bugün özellikle Batı dünyasında hayli karşılık bulan bir çalışma tarzı öneriyor. Sosyal bilimleri yeniden kurmayı teklif eden bu küçük hacimli kitabı herkese tavsiye ediyorum.
***
Umarım faydalı olmuştur. Önümüzdeki ay, yeni kitaplarla, buluşmak dileğiyle...
0 Yorumlar