Ya da kendini yetersiz görür, sorumluluğunu yerine getiremediğini, işleri eksik veya yanlış yaptığını düşünür ve "görevden affını" ister. Birinci çeşit istifa da az görülmekle birlikte bizde ikinci tip istifaya hiç rastlanmaz.
Bilhassa toplumun vicdanı üzerinde etkili olmuş felaketlerden sonra bir dalga yükselir: İstifa etsinler. Kimler? Sorumlular. Fakat sorumlular, en iyi ihtimalle, bu hadsiz çağrıyı tebessümle geçiştirir ve duymazdan gelirler. Yakın zamanda bir deprem ve bir yangın yaşadık. Kimse istifa etmedi.
Bence iyi de ettiler. Çünkü bir sefer neden istifa edecekler?
Şaka yapmıyorum. İstifa etmek sorumluluk gerektirir. İşe girerken tamamen amirinin insafına bağlı olarak kurumuna kabul edilen bir memur düşünün. Bunun amiri de kendi amiri tarafından böyle işbaşı yaptırılmıştı. Onun üstünde ise zaten siyasi bağlantılarla atanan tepeden inmeler oturuyor. Siyasi atamalar da kendilerini oraya atayan siyasetçilere gönülden borçlu tabii.
Kimse bulunduğu yere hak ederek geldiğini düşünmüyorsa, gerçekten hak etse bile, istifa edemez. İstifa şahsiyet gerektirir. Eğer insanların şahsiyetini ezerseniz neye dayanarak istifa edecekler?
Velev ki bir bedbaht istifa etme gafletinde bulundu. Sadece kendi sorumluluğu değil bütün sorumluluk üzerine yıkılacak. Bu sefer hem suçlu olacak hem beş parasız ortada kalacak. Yetmezmiş gibi "istifa istifa" diye bağıranlar tarafından linç edilecek.
İstifa etmezse böyle bir şeyle karşılaşmayacak. Amiri tarafından biraz hırpalanacak, bir ihtimal kulağı çekilecek, hafiften azarlanacak, "gördün mü yaptığını mahcup ettin bizi büyüklerimize" serzenişine muhatap olacak... O kadar.
Hakikaten "büyüklerine" mahcup olmak bu insan tipi için hayattaki en kötü şeydir. Çünkü bir sefer varlığı, büyüklerinin varlığına bağlıdır. Bugün neye sahipse onlar sayesindedir. Elinden tutup ekmek veren, işe koyanlar hep büyükleridir. Kendisi bir şey yapmamıştır ki bunu hak etmek için. Bu ülkede bir harf öğretenin değil, elinden tutanın kölesi olunur.
Sorulabilir: Peki ya vatandaş? Ne vatandaşı? Topluca ses çıkaramayan, ayrı ayrı bir şey ifade etmeyen - hadi itiraf edelim - çoğu zaman temel kavgası bu laçkalaşmayla değil de "Neden benim yerime onu seçtiler?" sorusu üzerinden kölelerle olan, vatandaşlar mı? Vatandaş köle olmak ister mi? İsterse vatandaş olamaz ki.
Hayat bir mücadeledir. Bu mücadelede sadece gücü olan kazanmasın diye her toplum kendi meşrebine uygun ilkeler belirler. Bu ilkelere hukuk denir. İlkenin ortadan kalktığı yerde vahşi yaşamın kuralları geçer akçe olur. Vahşi doğada istifa eden aslana rastlanmayacağı içindir ki, Türkler istifa etmezler.
Bu hep böyle mi gider? Hayır! Temel ihtiyaçlar arasına en az ekmek kadar önemli nesneler olan hukuk, ilke, şahsiyet kavramlarını eklediğimizde bizim memlekette de birileri istifa eder.
O zamana kadar cangılda ayakta kalmak ve enseyi karartmamak gerekir. Çünkü bu topraklar imkânsız kelimesinin anlamını bilmeyen insan yetiştirme konusunda hayli bereketlidir.
0 Yorumlar