Ayın Kitabı: İttihatçılıktan Kemalizme - Feroz Ahmad (Kaynak Yayınları, 1996, Çeviren: Fatmagül Berktay Baltalı)
Bu yıl vefat
eden Feroz Ahmad önemli bir araştırmacıydı. Vefatından sonra elimdeki
kitaplarını masamın yanındaki koltuğa dizdim ve yakın zamanda bir tanesini
tanıtayım diye kendime söz verdim. Ahmad Şubat ayında vefat etmişti ve ben
ancak Eylül ayının içinde – üstelik bendekilerin en kısasını- yeniden okuma
fırsatı buldum. Eski notlara dayanarak bir şeyler yazmak istemediğim için iş bu
kadar uzadı. Buna rağmen sonunda istediğimi başardım. Vesileyle, Feroz Ahmad’a
bir kez daha rahmet diliyorum.
1908-39
arasını anlatan bir kısım makalesini toplayan eserinde Ahmad, iktidara
gelebilen Genç Türklerin hikâyesine eğiliyor. Peki 1908’de imparatorlukta hangi
siyasi pozisyonlar güçlüydü? Liberaller ve İttihatçılar. Bunlar toplumun
hangi sınıflarına dayanarak siyaset eyliyorlardı?
“Liberaller,
genellikle, Osmanlı toplumundaki zengin ve tutucu ailelere mensuptular ve
sosyal olarak İttihatçılardan daha yüksek bir tabakaydılar. Yönetimde adem-i
merkeziyetçilikten ve geleneksel millet sisteminde olduğu gibi etnik grupların
fiili özerkliğinden yanaydılar; bu da, İmparatorluğun Türk olmayan nüfusunun
onları desteklemesine yol açıyordu. Aynı zamanda, hükümet müdahalesinin en az
olduğu serbest bir ekonomik sistemi savunuyorlardı.
Buna
karşılık İttihatçılar, 19. yüzyılın son çeyreğindeki reformların ortaya
çıkardığı yeni sosyal sınıfın özlemlerini dile getiriyorlardı. Tutuk ve kendine
güvensiz olan bu sınıf, esas olarak meslek sahibi kişilerden oluşuyordu:
Öğretmenler, avukatlar, gazeteciler, doktorlar, küçük rütbeli subaylar, küçük
memurlar ve kentlerde buhran içindeki zanaatkârlar ile tüccarlar. Siyasal
değişiklikler bu gruba gerçek bir avantaj sağlamamıştı ve bunlar devrimi daha
ileri götürmeye kararlıydı.” (s.10)
31 Mart hadisesinin sonucunu değerlendirirken yazdıklarını not etmeliyim:
“Askerler
isyanı bastırmış ama İttihatçıların muhalefeti ezmesine izin vermemişti. Onun
yerine sıkıyönetim ilan edilmiş ve asker, Meşrutiyet rejiminin koruyucusu ve
siyasetçiler arasındaki mücadelede hakem haline gelmişti. Askerlerin herhangi
bir ideolojisi yoktu ve müdahaleyi yasa ve düzen adına, dizginleri elde tutarak
siyasal çatışmayı önlemek amacıyla yapmışlardı. Dolayısıyla, askerlerin
siyasete müdahalesi Genç Türk Devrimi'nin belki de en uzun süreli mirası oldu.” (s.24)
Aslında bu miras Yeniçerilere kadar gider. Fakat burada Ahmad’ın çalıştığı dönem özelinde yaptığı yorum da doğru. Çünkü Yeniçeriler - tıpkı 1909'daki üst rütbeli subaylar gibi- silahlı kuvvetlerin en önemli konumunda oturuyorlardı. Ahmad'ın tespitini kuvvetlendiren unsur ise iktidar mücadelesinin artık vezirlerin rekabeti değil, siyasi partilerin arasında geçmeye başlamasıdır. Daha genel bir yorumla, iktidar mücadelesi varsa silah daima masadadır, diyebiliriz.
Bir sonraki yorumu ise hakikaten ufuk
açıcı:
“İttihatçı
hareketin eyaletlerde, özellikle Rumeli'de gelişmiş olduğunu ve yıllık
toplantılarını, şehir 1912'de Yunanlıların eline geçene dek Selanik'te
yaptıklarını unutmamalıyız. Her durumda tıpkı daha sonraki Kemalistler gibi,
onlar da "Kozmopolit İstanbul'a karşı güvensizdiler.” (s.39)
Diğer
taraftan “kozmopolit İstanbul’un” etki gücünü Londra’dakiler iyi biliyordu. İngiliz
Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey, 31 Temmuz 1908’de Babıali’deki büyükelçisi
Lowther'a şöyle yazıyordu:
“…Fakat
Türkiye, şimdi bir meclis kurar ve hükümetini ıslah ederse, Mısır anayasa
talebinde daha zorlu bir yolu seçecek ve bizim bu talebe karşı koyma direncimiz
çok azalacaktır. İyi bir şekilde işleyen bir Türk Anayasası varken ve
Türkiye'nin durumu gittikçe gelişirken, Anayasa isteyen Mısır halkının
ayaklanmasını zor kullanarak bastırmaya girişirsek durumumuz çok acayip
olacaktır. Mısır meselesi yüzünden, Türk Hükümetiyle değil, fakat Türk halkının
hissiyatıyla çatışmaya girişmenin bize hiçbir faydası olmayacaktır.” (s.132) 
İngilizlerin
bu korkusu her ne kadar yakın vadede gerçeğe dönüşmemiş olsa da o dönemlerde
doğan ve sonrasında Mısır’ı idare eden iki yöneticinin ismine bakmak Grey’in
endişelerinin temelsiz olmadığını gösterir: Cemal Abdülnasır ve Enver
Sedat. 
Hepsi bu
kadar mı? Kitapta; İttihadçıların Japonya’dan uzman istemesi (s.33), imparatorluğun
son devrinde Rum ve Ermenilerin birleşen çıkarlarına karşı Yahudilerle
Türklerin aynı cephede hareket etmesi (s.125) ve Türk köylüsünün
topraktan önce saygınlık istemesi (s.192) gibi pek çok kıymetli bilgi
yer alıyor. 
İttihatçılıktan Kemalizme kadar yakın tarihimize meraklıysanız bu kitabı okumanızı tavsiye ederim.

0 Yorumlar