Beş koca yıl oldu hâlâ ülkemizin anlı şanlı kurumlarından ses seda yok. Hadi onlar sustu, peki aydınlarımız? Okur-yazar takımı da bu derece sorumsuzluk gösterirse memleketimiz nasıl kalkınacak?
Başlığı okuduysanız öfkemin sebebini anlamış olmanız icap eder. Fakat âdettir ben yine de açıklayayım.
Efendim bendeniz bu sene beşinci kez olmak üzere yılın kaybolan kelimesini seçiyorum. Bu işi iki sene, şimdiki ismi X olan, bizim zamanımızda Twitter denen mecrada yaptım. Ardından Tetebbûlar adını verdiğim ve ismini değiştirmeyi düşünmediğim blogger hesabına taşındım. Geçtiğimiz iki sene yılın kaybolan kelimesini burada belirledim ve X'e göre her anlamda ferah olan bloggerda uzun kabul edilebilecek yazılarla derdimi izaha çalıştım.
Bu yazılar dikkat çekti. Okuyup da bana ulaşan herkes haklı buldu. Kimileri paylaştı. Fakat bütün bunlar, beşinci sene-i devriyesinde, "Yılın Kaybolan Kelimesi"ni kurumsallaştırmamıza yetmedi.
Her şeyin tersini yapmakla meşhur kurumlarımız kafirin bıkmadan yılın kelimesini seçmesine aldırmadı. Halbuki ben tam olarak buna güvenmiştim. Yani gavurun yaptığının tam tersini yaparak kendi varlığını meşru kılma "düşüncesine"... Kanserli hücre gibi girilmedik yer bırakmayan bu düşüncesizlik, ilk defa olarak, benim çabalarım sayesinde durdurulmuş oldu. Milletimizden takdir bekleriz. Takdir gelmese de "millet yolunda bir azîmetten" dönecek hâlimiz yok.
Kaybolan Kelimeler Var Dilimizde
İşin mavrasını bir yana bırakırsak, geniş kesimler için dilimiz gittikçe basitleşiyor. Önceden ideolojik bölünmelerin dilimizde açtığı gedikleri mesele ederken; şimdi okur-yazar takımıyla bunların ne dediği hakkında hiçbir fikri bulunmayan geniş kalabalıklar arasında bunalıyoruz. (Bulunuyoruz değil, bunalıyoruz.) Devlet-i Âliyye devrinde şehre tebdil inen padişahla zavallı tebaanın durumuna döndük. İki farklı dil, iki farklı dünya...
Kelimelerin azlığı düşünceyi kısırlaştırır. Ufku daraltır. Önceleri aklına geleni anlatamayan insanın daha sonraları aklına bir şey gelmez olur. Kavramlar yok olur, hayal gücü buharlaşır.
Uzun süredir bu hastalıkla boğuşuyoruz. Kabul edelim, işler iyiye gitmiyor...
Hastalığın yalnızca bir veçhesine dikkat çektiğim bu seride kronolojik olarak gidersek; 2019'da meşruiyet, 2020'de tahammül, 2021'de değer ve 2022'de zengin sözcüklerini yılın kaybolan kelimesi olarak belirlemiştim. 2023 yılında adaya veda eden kelime "tedbir" oldu.
Tedbir
Dur durak bilmiyoruz. Allah'a emanet ilerliyoruz. Plan, program olmadığı gibi dilimizde kemik de yok. Davranışlarımızda ölçü yok. Neyi kaybettik? Tedbiri!
Önce neyi kaybettiğimize dönüp şöyle bir bakalım isterim. TDK'ya göre Arapça'dan dilimize geçen kelimenin iki anlamı var:
1. (isim) önlem.
2. (isim) Bir şeyin sonucu düşünülerek önceden yapılan hazırlık.
İkinci anlam için şöyle bir alıntı da yapmışlar ki gayet hoş ve yerinde: "Amma ki töre değiştirmek çok tedbir ve çok düşünce ister." (Tarık Buğra)
Nişanyan Sözlük'te kelimenin etimolojisine dair biraz daha fazla bilgi buluyoruz:
"Arapça dbr kökünden gelen tadbīr تدبير “(bir işin) arkasını düşünme, planlama, tasarlama” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Arapça dabbara دَبَّرَ “arkasını düşündü, tedbir aldı” fiilinin tafˁīl vezninde II. masdarıdır. Bu fiil Arapça dubr دُبْر “arka, kıç” sözcüğünün II. fiilidir."
Tedbir çoğu zaman iyidir. Her zaman tedbirli olursanız cüret edemezsiniz. Evet, iz bırakanlar cüret edenlerdir. Fakat bir noktada tedbir gösterilmezse, cüret ederek kazanılan şey korunamaz. Tedbir, kaybedecek bir şeyi olanların davranışıdır. Kiminin parası, kiminin makamı, kiminin itibarı... Şimdi tedbir kelimesini, çağımızın öldürücü hastalığı olan "hız"a bu kadar büyük bir cüretle feda etmemiz kaybedecek şeylerimizin azaldığını gösteriyor. Paramız zaten ekonomi cihetinden azaldı, makamların kıymetini kurumları yıkarak harcadık. Anlaşılan itibar da eski itibarında değil.
Tedbirli davranmayı korkaklıkla aynı kefeye koyunca, cesaretle aptallık arasındaki mesafeyi de kapatmış oluyoruz. İnsanı diğer insanların gözünde değerli kılan davranışlarıdır. Davranışların kıymetini anlayabilmek için aralarındaki farkı bilmemiz gerekiyor. Daha önemlisi bir insanın başka bir şey yapabilecekken diğer eylemi tercih etmesinin bir zorunluluk olmadığını idrak edebilmemiz gerekiyor. İdrak edemezsek ne oluyor? İnsanların davranışları, dolayısıyla, kendileri değersizleşiyor. Yapılan iş iyiyse "zaten" yapmak zorunda olduğu için yapılıyor. Yok kötüyse, fail, tek bir eylemiyle tanımlanıyor. Hayat - iki bile değil - tek hat üzerinden sefer yapan tren olarak algılanıyor.
Eğer her şey olması gerektiği gibi oluyorsa, hayat denilen yolculuk sadece bir yoldan ibaretse tedbirli olmanın anlamı yoktur. Bizim olan her halükarda bizim olmaya devam edecekse neden tedbir alalım?
Peki ya başka bir alternatif varsa? Ya hayat yolculuğu birden fazla ihtimali içinde barındırıyorsa? Ya kaybettiğimizde bizi üzecek değerler hâlâ varlıklarını sürdürüyorsa? O zaman tedbiri elden bırakmamamız gerekecek.
Tedbir iyidir. Pervasız olmak kısa dönemde "cool" görünse de orta ve uzun vadede fayda sağlamaz. Hayat, içinde birçok farklı hikâye barındırır. Bunları değerlendirebilmek için nasıl cüret gerekiyorsa; görebilmek için de tedbir lazımdır.
...
Kelimelerini tedbirsizce boşluğa savuran milletler alternatifleri göremezler.
Umarım bu sene dipten gelen dilimize sahip çıkma duygusu biraz daha gün yüzüne çıkar da; kaybettiğimiz değil hatırladığımız kelimeler serisi yapabilirim.
0 Yorumlar