Erdoğan'ın Türkiye'si vs. ?


(Bayramlık ağzımı darbe tehlikesi var diye açtım, cümle siyasetçilerimiz darbe lakırdısına başladılar. Gündemi yakından değil önden takip etmek istiyorsanız işbu bloğu izlemenizi öneririm.)

Türkiye'de karar verici mevkiinde iki grup oturur: Siyasetçiler ve bürokratlar. Tanzimat'tan bu tarafa kavga, bu iki grup arasındadır. Kâh anlaşırlar sulh olur kâh anlaşamazlar darbe olur. Yine bir anlaşmazlık olmuş olacak ki darbe lafları alıp yürüdü. Benim daha evvel uyardığım da buna benzer bir şeydi ama ben hem daha büyüğünü beklediğimi söyledim hem de tarih olarak Tayyip Bey'den sonrasını işaret ettim. Buna sebep olarak da Türkiye'de siyasetin çöktüğünü fakat Erdoğan'ın mütehakkim konumu ve kendisinden uzun gölgesiyle bu gerçeği şimdilik görünmez kıldığını belirttim. 

Son yerel seçimlerle birlikte bilhassa muhalif mahallede bir umut doğdu. Benim bu yazıda tartışmak istediğim de işte bu umuttur. Fakat buraya gelmezden evvel bazı zorlu yolları aşmamız gerekiyor.  

Kitabın ortasından girelim. Belirli adamlar tarihin akışına etki ederler. Bunu tarihi yeniden yazma girişimlerinden anlarız. Mesela Atatürk tarihin akışına müdahale ettiğini Nutuk'u irad ederek ortaya koymuştur. Tayyip Bey'in tedrisatı buna müsaade etmediği için kitapları başkalarına yazdırarak tarihe müdahale ediyor. Eğer muhalif bir kimliğe sahipsek Erdoğan'ın Atatürk'ten daha az kalifiye olmasına sevinip konuyu kapatmak isteyebiliriz fakat Erdoğan buna sevinmeyecektir. Kendisinin mutlu olmadığı bir sonu kabul etmeyenler ise tarihin akışına müdahale ederler. 

Yirmi küsur yıldır içinde yaşadığımız ülke gelecekte "Erdoğan'ın Türkiye'si" diye hatırlanacak. Şimdilik 2028'e dek devam edecek bu sürecin böylece devam edip etmeyeceğini ise zaman gösterecek. Bitiş tarihini tespit edemesek de şu ana kadar yaşadıklarımızdan edindiğimiz tecrübeleri kağıda dökebiliriz. Bakalım Erdoğan'ın Türkiye'si - içinde yaşamanın ötesinde - nasıl görünüyor?

Erdoğan'ın Türkiye'si

Erdoğan'ın Türkiye'sinde devlet oldukça geniş bir alanı kaplar çünkü devletin alanı küçülürse Erdoğan'ın adamları tasfiye olur. Çünkü Erdoğan'ın adamları devletin imkânlarını sevmekle beraber, kendisini sevmezler. Eskiden tek kalemde neden sevmediklerini anlatabiliyorlardı. Kimisi türban diyordu, kimisi laiklik... Şimdi devlet oldular. Yine memnun değiller çünkü müesses nizam kuramadılar. Erdoğan Türkiye'sinin en önemli eksikliği müesses nizamdır. Eskisini yıkan Erdoğan yerine bir şey kuramadı. (Hoş, kurmak istiyor muydu? Zannetmiyorum.)

Erdoğan'ın Türkiye'sinde asker ikinci plandadır. Bu ihraç edecek hiçbir şey bulamayınca askere sefer emri yazan bir memleket için sakıncalı bir durumdur. Eskiden askerin müesses nizamı teşkil etmesi ne kadar yanlışsa şimdi de ikinci plana alınmış olması o kadar yanlıştır. Askerin yeri birinci sınıftır. Karar vermez ama fikri alınır. Bu mesele Erdoğan'ın bir türlü çözemediği sorunlar arasında yer almaktadır. (Kendisinden sonra askerî bürokrasinin "daha fazlasını" istemesi kimseyi şaşırtmamalıdır.)

Erdoğan'ın dış politikası fırsatlar üzerine kuruludur. Bürokrat - siyasetçi kavgasını birinci mevkiden izlediğimiz alan burasıdır. (Erdoğan'ın meşhur "monşerler" çıkışı emekli Hariciyecilerin içlerine hâlen sinmemiştir.) Erdoğan öncesi dönemde Batı'ya entegre ilerleyen dış politikamız bu dönemde alternatifleri keşfetmeye başladı. Fakat hâlâ fena halde Batı'ya entegre durumdayız. Tayyip Bey burada da eskiyi yıktı ama yerine tam ve doğru bir istikamet çizmedi. Daha ziyade fırsatları değerlendirme aculluğu kazandırdı ki, eğer bilgiyle teçhiz edilirse fena bir huy değildir. 

Ekonomi bahsinde açgözlü bir kalkınma hedefleyen Erdoğan birçok adamını zengin etmesine rağmen burjuva yaratamadı. Burjuva bir sınıf olmanın ötesinde katma değer demektir. İktidarın zenginleri vardır fakat katma değer üreten çok az adam yetişmiştir. Erdoğan'ın bunu bir problem olarak görüp görmediğini ise bilmiyoruz. 

Başkanın Bütün Adamları

Erdoğan'ın adamları cumhuriyet tarihi boyunca haklarının yendiğine inanmaktadır. Bu yüzden sadece kendilerinin kazanmasını değil aynı zamanda "diğerlerinin" kaybetmesini de isterler. Bu toplumun huzurunu kaçırır. Nitekim kaçırmıştır da. Adamlarını doyurmayı başaramayan Erdoğan, bu meselede de kalıcı bir tasarrufta bulunamadı. 

Cemaatlerle dövüşüp tarikatlarla birlikte yol yürüyelim kıvamına kadar gelen "sosyal İslamcı" takımıyla ilişkiler de Erdoğan'ın kendisinden sonraya miras bırakmayacağı şeylerdendir. Çünkü bu kadar hocaefendi, bu kadar şeyh ancak Erdoğan'ın şahsına "hürmet" ederler. Çünkü Erdoğan'ın sevmediğinin hayatta kalma şansı olmaz, bunu iyice öğrendiler. Peki ondan sonra gelecekler aynı gücü hissettirecek mi? Hadi gücü hissettirdiler diyelim, Erdoğan'ın bu ekibe karşı şefkatine sahip olabilecekler mi? Zannetmiyorum.

Velhasıl Erdoğan'ın Türkiye'si tevarüs ettiği meselelerin çok azında kalıcı çözümler üretmiş, mühim kısmını zahiren çözmüş, esas atılımı ise yine miras yoluyla devraldığı projeleri sürdürerek sağlamıştır. 1994 yılında yeni belediye reisi seçilen Erdoğan'ın kulağına eğilip, siyasî mirasınızın açılış cümlesi: "Devlette devamlılık esastır" olacak deseydik, herhalde bu münasebetsizliği pek hoş karşılamazdı. 

Hayat daima hırslarımızı yeteneklerimizle sınar. Erdoğan bu sınavı lider kalmayı başararak vermiştir. İstisnaî bir lider olduğu kesindir. Fakat bir gün devr-i iktidarı bittiğinde bırakacağı şey yürütülmesi gereken bir mirastan çok, doldurulmaya çalışılacak boşluk olacaktır. 

Garip Bir Olay: CHP Bürokrasiye Karşı 

Baktı ki siyaset esnafı biraraya gelince "Bize bir Erdoğan lazım abi" yollu pek derin (!) mülahazalar öne sürüp kaçıyorlar, vatandaş ne yapsın, aklı yettiğince "Hayır, biz başka bir şey istiyoruz" dedi. Son yerel seçimin konumuzu ilgilendiren yorumu bundan ibarettir. 

CHP muhteşem bir bürokratik örgüt başarısı göstermek yerine daha az maliyetli ama çok daha etkili bir yöntemi tercih etti: Madem karşımızda ne yapsak baş edemeyeceğimiz bir tane adam var biz bunun karşısına tek vücut olarak çıkmayalım. Ne yapalım? Herkes kendi evinin önünü süpürsün. Sonuç? Küçük partilerin kıymete bindiği mevcut sistemde CHP birleşerek değil bölünerek kazandı. 

Bilhassa son Halk Partisi kurultayıyla birlikte ana muhalefet bürokrasiyi geriletmiş gibi bir görüntü veriyor. Parti içindeki siyasetçilerin yükselişi de buraya işaret ediyor. 

Yerel seçim sonuçlarını değerlendirirken genel bir zaviyeden bakmanın yanlış olduğunu düşünüyorum. En basitinden İstanbul ve Ankara'nın Halk Partisi eliyle yeniden kazanılmasının birbirleriyle alakalı ama daha çok alakasız olduğunu iddia ediyorum. 

Ankara seçmeninin profiliyle İstanbul'unki ayrıdır. Mansur Yavaş'ın vaatleri ve belediyecilik anlayışıyla Ekrem İmamoğlu'nunki de farklıdır. Tecrübeleri, müktesebatları da farklıdır. Nedir aynı olan? Tabii ki hırsları ve kazanacak yeteneğe sahip olmaları. 

Mansur Yavaş ülkücü, Ekrem İmamoğlu merkez sağcı, öteki solcu bir diğeri Kürtçü... CHP bütün bu benzemezleri tek çatıda toparlayarak yerelde iktidarı almıştır. Yerelden gelip merkeze yerleşen iktidarın yükseldiği yerde bu derece kuvvet kaybetmesi çöküşe dalalettir. 

İktidar yalnızca yarım asırdır esaslı bir şekilde yenilmiyor değildi, her seçimde göstermekten büyük keyif aldığı üzere lider avantajına da sahipti. Şimdi karşısında en aşağı iki lider adayı varken iktidar tarafında sadece Erdoğan var. İktidar burada da yenildi. (Yine de ataların "Nerede çokluk orada bokluk" sözünü hatırdan çıkarmayalım.) 

İstifham İşaretinin Çengiline Takılanlar

Gelelim soru işaretine...

Türkiye daimi bir kavganın içindedir. Bu kavga bürokrasiyle (silahlı ve silahsız) siyasetin kavgasıdır. Bu kavganın sükûnetle edilmesi memleketin hayrınadır. Bizde tek adamların sevilme sebeplerinden birisi de budur. Tek adam iyi siyasetçi demektir. Tek adam bürokrasiyi kendisine bağlayan adam demektir. 

Erdoğan'ın Türkiye'si bu kavgayı çözmemiş yalnızca ötelemiştir.

Diğer taraftan Tayyip Erdoğan ve partisinin devletleştikçe siyasetle bağını kopardığı açıktır. Siyasetçi ve bürokrat asla barışmaz iki varlıktır. Dolayısıyla bürokrattan siyasetçi devşirerek, yukarıdan (bazen dışarıdan) transferler yaparak, insanları kendi mücadeleleri sonucu değil ellerinden tutup da yükselterek siyasetçi yetiştiremezsiniz. Aksine yetişenlerin önünü tıkar, siyaset müessesiyle farklı yollara gidersiniz. Erdoğan kendisinden sonraya bunu miras bırakıyor - içinden geldiği siyasete. 

Bunun karşısında durması gereken muhalefet ne yapıyor? Gözlerini oğuşturuyor. 20 sene uyuduktan sonra uyanması pek tabii ki vakit alıyor. 

Ekrem İmamoğlu'nun şahsında açıktan yürüyen alternatif lider hikâyesinin nereye evrileceği ise şimdilik meçhul. Bir taraftan hatalarından ders alan, profesyonel ekiplerle çalışan, vatandaşla arasını sıcak tutan bir İmamoğlu varken öteki taraftan gücü hangi amaçla kullanacağı (tabii ki kendi yükselişi hariç) belirsiz bir İmamoğlu var. Mesela bürokrasi-siyaset kavgasına bir çözüm önerisi var mı? Ben duymadım. Mansur Yavaş kimliği itibarıyla bürokrasiyle çalışmaya teşne bir profil çiziyor fakat Türkiye'nin ihtiyacı bu mu? Bilmiyorum. Sivil toplumdan gelen şimdiki CHP Genel Başkanı, geçtim siyaset ve bürokrasiyi, sivil toplumun kendisine nasıl bakıyor? Türkiye'nin yarınında sivil toplumu veya daha önemlisi sendikayı nerede görüyor? Bilmiyorum. Aynı bilinmezlikler Ekrem ve Mansur Beyler için de geçerli. 

Kaybeden kumarbaz gibi "benim kazanmam mühim değil yeter ki diğerleri kaybetsin" diyerek buraya geldik. Geldiğimiz yerden memnun olan kimse yok. Öyleyse, ister Tayyip Erdoğan 2.0'dan olsun ister alternatif lider adaylarından olsun neler beklediğimizi iyi tespit etmemiz gerekiyor. 

Önceden siyasetçiler halkın içine karışıp "Bir isteğiniz var mı?" diye sorduğunda talep fazlalılığına cevap bulmakta zorlanırlardı. Şimdi ya halkla hiç karşılaşmıyorlar yahut da sorularına "Canınızın sağlığı" yollu cevaplar alıyorlar. Memleketin iyiliğini düşünen siyasetçi vatandaşı konuşturmaya bakmalıdır. Öyle soyut veya genel konular hakkında falan değil; kendisi hakkında, talepleri hakkında konuşmaya, tartışmaya teşvik etmelidir. 

Bunu sağladığımız zaman bürokrasi ve siyasetin yanına kamuyu da ekleyecek, bütün darbe tehditlerini bertaraf ettiğimiz gibi nasıl bir ülkede yaşayacağımıza hep birlikte karar vereceğiz. 

Şimdilik sonsöz olarak şunu da etmem gerekiyor: Kamu teşkil edilene kadar bu kavgada güçsüz olanı tutmak boynumuzun borcudur. 


Gecikmiş Bir 19 Mayıs Kutlaması

Bitti denildiği anda başlayan hikâyelerin hastasıyız. "Para mı yok?Bulunur! Ordu mu yok? Kurulur!" diyen Sarışın Kurdu ve silah arkadaşlarını, öldü denilen Türk'ün ölmezliğini Samsun'a çıkarak kanıtlayanları rahmetle ve ihtiramla anıyorum. 


Yorum Gönder

0 Yorumlar