Yaklaşan seçimler öncesinde siyasetimizin genel görünüşü ve kalitesizliğini, bıkmadan başvurulan, klişeler üzerinden ele almayı sürdürüyoruz.
Daha evvel "ölüleri konuşturmuş", ardından "bedel ödeme"ye değinmiştik. Bugün dünyadaki ilk siyasetçinin söylediği ve o günden bugüne kadar "Politika 101" dersinin vazgeçilmezi olan bir klişe-yalandan söz edeceğiz: "Her şey dava için".
Nasıl serinin diğer yazılarında farklı tarzlar kullandıysak, bu sefer de öyle yapacağız. Bu yazıda cümle çözümleme yöntemini esas alacağız.
"Her şey dava için" cümlesinde merceği üzerine yerleştireceğimiz ilk kelime "dava" olacak.
"Dava" Nedir?
Dava hava gibi bir şeydir. Hava, ekonomide "serbest mal" diye geçer. Yani, kullandığımız için hiçbir ücret ödemediğimiz nesne. Her ne kadar bazı yeni ekonomi teorileri havanın serbest mal kategorisine ait olmadığını ileri sürse de, zannediyorum hiç kimse "dava" kelimesinin bir serbest mal oluşuna itiraz etmeyecektir.
Dava kelimesi ve kardeşleri (lider, örgüt /teşkilât, hiyerarşi vs) siyaset sahasında kullanıldıkları vakit, çok fazla anlama gelebilirler. Hatta yalnızca dava kavramıyla; gündelik yaşantınızı, hayata bakışınızı, insanlarla ilişkilerinizi, geleceğe dair beklentilerinizi, toplumu, toplumdaki yerinizi tanımlayabilirsiniz. Yani dava derken bir çeşit maymuncuktan bahsediyoruz. Her kapıyı açar.
Dava aşağı yukarı her anlama gelebilir. "Aynı" davaya inandığını iddia eden herkes, hiç değilse, bu davayı tarif etme hakkına sahiptir. (Türkiyamızda öyle "davalar" vardır ki, binlerce taraftarla savunulur.)
Bu kadar çok tanımı olan bir kelimeyle ilgili ne söylenebilir? Aslında çok basit bir şey: Herkesin kafasına göre anlam bahşettiği kelimeler hiçbir anlama gelmezler.
Ahmet'in davasıyla Mehmet'in davası arasında belki de dağlar vardır. Ama yan yana çarpışırlar. Aradan zaman geçip aslında olmayan şeyin hakikaten olmadığını fark ettiklerinde ise kurdukları dostluğa sığınarak kavgaya devam ederler. Yani kendilerini kandırırlar. Kendini kandıran bir insan topluma nasıl fayda sağlar? Sağlayamaz. Hatta toplumun ikiyüzlülüğüne mazeret üretmiş olur.
Öteki taraftan, kabul edelim ki, "dava" sözcüğünü destursuz kullanmak insana kösnül bir haz verir.
Bunun yanında ise tehlikelidir. Fakat bizim teşrih masasına yatırdığımız klişeyi esas tehlikeli kılan şey, cümlenin başındaki bir diğer ibaredir.
"Her şey..."
Her şey, içine ne sığdırmak istiyorsanız doldurabileceğiniz geniş bir çuvaldır. Kimisi gündelik küçük şeyleri kasteder; kimisi insanlardan bahseder; kimisi ise yaşam ve ölümü sıkıştırır "her şeyin" içine.
Tabii bu derece geniş anlamla kullanılan bu kalıp da, aslında, elle tutulur bir şeyi tarif etmez. Dolayısıyla "Her şey dava için" cümlesi baştanbaşa anlamsızdır. Çünkü ne "her şeyin" sınırı bellidir, ne de "davanın".
İnsanın dili kullanma amacı düşündüklerini sıraya koyarak aktarmaktır. Sıralamak, sınırlandırmayı getirir. (Sınıflandırmayı da getirir ama konumuzla doğrudan bir alakası yok.) Sınırlandırılmamış iki kelimenin biraraya getirilmesiyle kurulan bir cümleden nasıl sonuçlar bekleyebiliriz? Sınırsız sonuçlar!
Bu derece sınırsız bir cümleyi, yaptıkları iş gayet sınırlı olan siyasetçiler neden bu kadar çok seviyorlar? Bir sebep, sınırlarından kurtulma güdüsü olabilir. Fakat bu hiçbir şeyi açıklamaz.
Başka sebepler olmalıdır.
Liderin Önemi
Takipçilerini işin içine katmak bu sebeplerden birisidir. Bu sayede, insanlara savundukları "davayı" tarif etme hakkı bahşedilir. Fakat bu bir yanılsamadan ibarettir. Çünkü yarın dava bambaşka bir mecraya kıvrılabilir. O zaman sadık dava savunucusuna düşen, kavgasını yeni mecrada vermesidir. Bunun için davanın tanımını da yeniden yapmak zorundadır.
Anlamsız terkibin bir kullanım amacı da budur. Yani esneklik sağlaması. Eski davanın bugünün sorunlarına cevap bulamadığını düşünen liderler "her şey" kavramının anlamını yeniden düzenlerler. Böylece onlar değişmemiş, dünya dönmemiş olur.
"Ama yine de dönüyor". Kimin umurunda?
Siyasetin kuvveti, olmayan şeyleri var kabul ettirmesindedir. "Güçlü lider" yalnızca birkaç kelimeyle ("her şey dava için") kitleleri peşinden sürükler. Üstelik aynı sihirli sözcükler sayesinde kendisini hiç riske atmadan, kitlesini dolaylı yoldan idare eder. İnsanlar da "aynı şeyi" savunduklarını zannederek avunurlar.
Liderlerin önemi şuradadır ki; davalar liderlerle müşahhas hâle gelirler. "Yürüyen dava" olan liderliğin en önemli şartlarından birisi ise "daima haklı" olmaktır. Her şey değişiyorsa, daima haklı olamazsınız. Fakat "her şeyin" tanımını değiştirirseniz her dem haklı olursunuz.
Basit sayılacak bir cümleden nerelere geldik? Siyasetimizin ne derece sığ sularda yüzdüğünü bundan daha iyi anlatacak bir örnek bilmiyorum. Bir cümle, yalnızca bir cümle üzerinden, bütün ipliğini pazara çıkarabiliyorsunuz.
Öyleyse çözümlememizi biraz da "lider" bahsine doğru genişletelim.
Önce bir "tespit" vuralım. Bahsettiğimiz sihirli formül sayesinde "herkesin haklı" olduğu bir ortamda; liderlere aşırı güç bahşetmek birden fazla doğrunun, çok fazla haklının ortaya çıkmasına sebep olur. Ki, toplumlar böyle böyle delirirler.
Bu kadar delinin sokakta dolaşmasının tek sebebi siyaset değildir. Ama bu kadar delinin sokakta dolaşması siyasidir.
Liderler için takipçilerinin aklî dengesinden çok sayısı önemlidir. Çünkü lider demek kalabalık demektir. Burada liderlerin bir diğer özelliğine geliyoruz. Bu özellik; kendi tutkularını geniş kalabalıklara enjekte etmektir.
Öyle ki, birçokları liderinin tanımladığı dava uğrunda her şeyini verir. Fakat hâlâ borçludur. Hem lidere hem davaya. Çünkü lider onlara şahsî başarılar değil, herkesin ağır "bedeller" ödeyeceği zaferler vaat etmiştir. Bu konuda söylenecek çok şey olmakla birlikte; okuyucuları rahatsız etme pahasına, gayet açık bir hakikati hatırlatmak istiyorum.
Marx'ın davası işçilerin değil Marx'ın davasıdır. Getirdiği çözümlemeleri ve bakış açısını proleteryaya miras bırakmış olabilir ama dava onundur. Erbakan'ın davası İslâmcıların değil Erbakan'ın davasıdır. Türkeş'in davası milliyetçilerin değil Türkeş'in davasıdır. Siyaset yapma biçimleri, dünyayı algılama çabaları takipçilerine miras kalmış olabilir. Fakat davaları şahsîdir. Üstelik en "toplumsal" göründükleri dönemde bile, evet, şahsîdir...
Dolayısıyla "Liderimiz ne derse odur" demek, ben aklımı kullanmıyorum demektir. Aklını kullanmamak kişiyi birçok tehlikeden alıkoyar. Bunun yanında "davanın mümtaz şahsiyetleri" arasına adını yazdırmaya yeter. (Bütün siyasi hareketler "deliliğe övgü" düzerler. Neden?)
Fakat hayat bu kadar basit bir şey midir? Her zorlandığımız yerde topu "lidere" atarsak nasıl büyüyebiliriz? Büyümezsek okulumuza gidemeyiz. Dolayısıyla sınıfta kalırız ve sorunlarımızı çözemeyiz.
Ispartalı Churchill Süleyman Demirel'in dediği gibi "Türkiye yönetilmez, idare edilir." Çünkü Türkiye büyümek istemeyen koca çocuklar tarafından ele geçirilmiştir. Bu kadar çocuğu hakikaten yönetemezsiniz. Ancak idare edersiniz. Bazen "rutinin dışına" çıkarak...
Bu seriye başlamadan önce siyasetimizin şimdiki hâlinden bu derece rahatsız olduğumu ben de bilmiyordum. Beklediğimden daha sert bir metin çıktı. Ama okuyanlar arasında hayalleri kırılanlar varsa üzülmesinler.
Hamam aynıdır. Değişirse bir tellak değişiyor. Bu yüzden, "her şey dava için" klişesi daha uzun yıllar iş görecektir. Hayalleriniz arasında "kolay yoldan" siyaset etmek varsa hiç tasalanmayın; burada yenilecek daha çok ekmek vardır.
Bize gelince... Yazdığımızla kalırız gibi görünüyor.
0 Yorumlar