Nerede kalmıştık? Ölüleri konuşturmuş, bedel ödemeye değinmiş ve "Her şey dava için" demiştik. Beş yazılık serimizin sondan bir evvelki bölümünde, açık ara en çok sevilen klişeyi ağırlıyoruz: Kırmızı çizgiler.
Türkiye'de siyaset yapan her kişi, siyaset sahnesinde varlık gösteren her kurum, siyasetle ilgilenen her insan işe ilk önce sınırları tayin ederek başlar. Sonra da kendi kendine çizdiği bu sınırların içine hapsolur. Sınırları zorlamak hiç kimsenin işine gelmediği için; herkes sınırına aşık olur. Bu durup dururken hapis olma durumunu tarif etmek için de "kırmızı çizgi" tabiri icat olunmuştur.
Kullanım alanı bu kadar kıt, anlamı bu derece sığ olup da böylesine aşkla kullanılan başka bir terim bilmiyorum. Kırmızı çizgi vasatın diktatörlüğünün teminatıdır.
Akıllı siyasetçilerimiz soyut kavramlara kırmızı çizgiler çekmeye bayılırlar. Böylece hem bu kavramı (Mesela; devlet, halk, barış...) inhisarlarına alırken; aynı zamanda tanımını da yapmış olurlar. Barış deyince terörizmi övenlerin, vatan deyince Türkçe bilmeyenlerin, devlet deyince kasabalı cahillerin akla gelmesinin sebebi budur.
Kabul edilemez, utanma diye bir duygu hiç olmasaydı sırf bu sebepten icat edilmesini gerektirecek kadar pişkince bir işten bahsediyoruz.
Kırmızı çizgiler, ufkun üzerine çekilen bindirme örtülerden fazlası değildir. Rüzgarı kesmesi için gerilen ama plastikten yapıldığı için vazifesini tam olarak yapamayan brandalardır.
"Alemde hayal ettiği müddetçe yaşayan insan", kırmızı çizgilere teslim olduğunda yaşama şevkini kaybeder.
Kendilerini kırmızı çizgilerin içine hapsedenler; düşünmeyi ve çalışmayı ihmal ederler. Çünkü, şöyle en kalınından bir kırmızı çizginin arkasına geçtiğiniz zaman "sağlam" bir kimlik edinirsiniz. Bu kimlik sizi yalnızca manevi değil aynı zamanda maddi bir çemberin içine atar. Aynı kırmızı çizgiyi savunduğunuz insanları sever; "çizginin dışındakilerden" beraberce nefret edersiniz. Fazla da düşünmeyeceğiniz için hayat inanılmaz derecede kolaylaşır. Böylece çalışmaya, üzerine koymaya, artı değer üretmeye falan da ihtiyaç hissetmezsiniz.
Peki kırmızı çizgiler her hâlde kötü müdür? Değildir. Fakat bu bir şeyin hem iyi hem de kötü olarak kullanılabileceği kuralıyla açıklanabilir. Özünde iyi olan şeyler, yine özünde iyi olan insanların elinde canavara dönüşebilirler.
Çoğu insan vatanını sever. Yine büyük çoğunluk barış yanlısıdır. Kahir ekseriyete göre devlet gerekli bir varlıktır. Bayrak birçokları için kutsaldır. Ezanı susturmak çok kişiye mantıklı gelmez.
Yukarıdaki paragrafta kalınlaştırdığım her kelimeyle ilgili bir "kırmızı çizgi" vardır. Temelde toplumun üzerinde anlaştığı konuları pekiştirmek yanlış bir iş değildir. Fakat zaten birlikte yaşama iradesinin gösterildiği mevzuların sürekli tekrarlanması insanı düşman arayışına iter. Düşman öyle bir alettir ki, hem her kapıyı açar hem de her yerde bulunur. Dolayısıyla sürekli kırmızı çizgiler çizen insanlar, istedikleri kadar iyi niyetli olsunlar, bir noktada topluma zarar vermeye başlarlar.
Kırmızı çizgilerin bilinçsizce tekrar edilmesi, çizgilerin sağlamlaştırılması için yapılacak her eylemi meşru kılar. Yukarıda değindiğim gibi, bir kavramı savunmak için çizilen kırmızı çizgiler genelde o kavramı inhisara alma amacına matuftur. Böylece, mesela barışı kırmızı çizgi olarak tespit etmiş bir kısım insan topluluğunu katliam savunurken görebilirsiniz. Dışarıdan, içeriden, aşağıdan, yukarıdan neresinden baksanız ahmakça olan bu tavrın sebebi "kırmızı çizgilerdir".
Belki de çizginin kırmızı olması ille de kan dökülmesini gerektiriyordur, kim bilir?
Çizginin Dışı: Üç İhtimal
Kırmızı çizgilerin dışına çıkılabilir mi? Çıkılırsa ne olur? Temelde üç ihtimalden söz etmek mümkündür.
Birincisi bütün kırmızı çizgileri rafa kaldırmak, ikincisi önemli saydıklarını ortaya döküp tartışmadan kaçmamak, üçüncüsü ise yağmurdan kaçarken doluya tutulmak yani bir kırmızı çizgiden ötekine savrulmaktır. Tabii bu savrulma hâli çokça saldırıyı tahrik edeceği için kişiler eski çizgilerindeki dostlarını "Konuşursam yer yerinden oynar" diyerek tehdit ederler.
Belki cumhuriyet tarihinin en açık çizgi ihlâlini yapan Sedat Peker konuştu. Peki, yer yerinden oynadı mı? Yoksa "sistemin bekası" parolasıyla yerleri çok rahat doldurulacak kurbanlar mı verildi?
Konuşarak yer yerinden oynamaz. Kimse konuşarak kahraman olmaz. Kahraman olmanın birinci şartı ölü olmaktır. Çünkü kahramanlar, yerlerine konuşabileceğimiz kişiler olmak zorundadır. Diriler kendi kendilerini ifade edebilecekleri için makbul sayılmazlar. Dolayısıyla kahraman da olamazlar.
Bütün kırmızı çizgilerden "arınmak" rahatlatıcı bir şeymiş gibi gelse de, bir noktadan sonra Nasreddin Hocalığa evrilmesi muhtemeldir. Her ağzını açana "Sen de haklısın" demek ne söyleyene ne söylenene ne de topluma fayda sağlar. Aksine taraf olmamak için kırmızı çizgilerini rafa kaldıran insan, kendisini bir anda tarafların ortasında bulur.
Kendisi için önemli gördüğü ilkeleri veya kavramları ortaya koyup, ardından bunları her ihtimali ele alarak tartışmaya başlamak ise belki de en faydalı çözüm gibi görünüyor. (Şahsen ben de bu yolu izlemeye uğraşıyorum.) Bu metodun takibi insanı sürekli bir sorgulamaya tabi tutarken, bu sorgulamanın kamuya açık bir şekilde cereyan etmesi topluma da fayda sağlar. Hiç olmazsa konuşma ve tartışma pratiğimiz gelişir.
Sonsöz olarak şunu söylemek istiyorum: Kırmızı çizgileri yıkılmaz tabulara dönüştürmek insana zarar verir. Bunun insana ve topluma verdiği zararları bile bile, takipçilerini boğa gibi kırmızı peşinde koşturmak ise "memlekete faydalı" siyasetçilerin yapacağı iş değildir.
Türk Siyasetinin Klişeleri isimli serimizin final yazısında görüşmek dileğiyle... Son yazı "Bizim İtimiz" başlığını taşıyacak ve genel bir değerlendirmenin yanında, mevcut vasatın içinde, "Nasıl Siyasetçi Olunur" rehberini de içinde barındıracak. Bilhassa genç siyasetçi adaylarına şimdiden duyuruyorum.
0 Yorumlar