Ülkemizin seçim sath-ı mailine girişiyle birlikte biz de bu blogda Türk siyasetinin klişelerini konuşmaya başlamıştık. Bugün beş yazılık mini serimizin final bölümüyle birlikteyiz. Türk siyasetinin açık ara en gerici, en zarar verici ve tehlikeli klişesiyle serimizi bitireceğiz: "Bizim itimiz".
Kabile mantığıyla ilerleyen siyasal hayatımızda, bir kabileden çok daha fazla sayıda insanı biraraya getiren siyasi hareketler mensuplarını seçemezler. Aslında seçmek istemezler. "Kim olursa olsun, bizi bir kalabalık yapsın" diyerek herkesi klana üye olmaya çağırırlar. Bu "herkesin" içinde müptezeller, sapıklar, taşralılar gibi toplum açısından tehlike oluşturan unsurlar da vardır. Bunlar bir siyasi harekete dahil oldukları vakit, onun şartlarına uymak yerine, kendi şartlarını dikte eden tiplerdir.
Bir sapık, hangi görüşü savunursa savunsun, sapıklıktan taviz vermez. Fakat siyasetimizin çarpık yapısı yüzünden kabilenin eşit bir üyesi sayıldığı için, mensubu olduğu siyasi hareket onu yargılamaz. Dışarıdan gelen yargılama isteklerini de tehdit olarak algılar ve "İtse de bizim itimiz" diyerek hatta bu sapkın üyesini savunmaya başlar.
Böylece ahlaklı siyaset savunucuları yolsuzluk yapılmasına ses çıkaramaz. Barış siyasetini takip edenler terörü kınayamaz. Milleti kalkındırma davasına gönül verenler müptezellere laf edemez. Açık toplum taraftarları sapıkları yanlarında görünce uzaklaşamaz.
Ahlaki İddiası Olmayan Siyaset
Bizim itimiz klişesi siyasetimizin en ince damarlarına kadar sızmıştır. Bu hastalık bütün siyasi hareketleri ahlaki iddialarından vazgeçirecek kuvvettedir. Nitekim vazgeçirmiştir. Gücü meşru kılma amacı ortadan kalkmış, gücün bizzat kendisi meşruiyeti sağlayan unsura dönüşmüştür. Aklı başında insanlar bunu kabul edemez. Ahlaki iddiası olmayan hiçbir sistem yaşamını sürdüremez.
Siyaseti yalnızca "realpolitik"ten ibaret görenler bugünü kazansalar bile yarına bir şey bırakamazlar. Oysa siyaset bir ülkenin bugününü yönetirken, yarınına da bir şeyler bırakmak mecburiyetindedir.
Takip edilecek bir miras olmazsa herkes "sıfırdan" başlamak zorunda kalır. Herkesin sıfırdan başladığı yerde tarihten bahsetmek aptallıktır. Türk siyasetçisinin tarihi "bir kısım alakasız hikâye" olarak görmesinin sebebi budur. Hiçbir siyasi hareket, evet hiçbirisi, tarih şuuruna sahip değildir. Bunun bir sebebi "lider sultası" ise ötekisi de ahlâkî iddialardan vazgeçiştir.
Siyasette ahlakın önemine yeterince değindiysek, bizim itimiz klişesinin öteki yönlerine eğilebiliriz. Bu klişenin toplum psikolojisine, tarihe ve siyasetin yapılış biçimine de ciddi zararları vardır.
Paradoksun İçindeki Paradoks
Bizim gibi siyaset konuşmayı seven toplumlarda, siyaset yalnızca idare etme veya daha iyi yaşamayla alakalı değildir. Mesela eğlence vazifesini de görür. Sırf zevkine siyaset takip eden insanlar vardır. Bunlara "memlekette ne oluyor" diye sorarsanız cevap vermekte zorlanırlar. Veyahut bölük pörçük cevaplar verirler. Dizi izlemeyi seven bir arkadaşınıza geçen ay seyrettiği bir dizinin konusunu sorun aynı cevabı alırsınız. Ya uzun bir sessizlik veyahut bölük pörçük parçalar. Sessizlik bugünkü konumuzun dışındadır ama bölük pörçük parçaların üzerine biraz olsun eğilirsek konumuz için faydalı bazı mülahazalarda bulunabiliriz.
Bir olayı bölük pörçük hatırlamak, aradaki boşlukları hayal gücünün doldurmasına neden olur. Çoğunluk bir meseleyi bölük pörçük anlıyorsa mevzunun tamamını bilen kimse yoktur. Çünkü herkes hikayedeki boşlukları hayal gücüyle doldurmuştur. Buradan komplo teorileri doğar.
Bir şeyi hiç bilmemek yarım yamalak bilmekten daha iyidir. Toplumun kötülüğüne yapılmış bir eylemin, eğer herkes süreci başından sonuna kadar izlememişse, unutulması ihtimali yüksektir. Daha yüksek ihtimal, kötülüğün değil ama kötülüğü işleyen kişinin unutulmasıdır. Bu da kötülüğün tekrar etmesine sebep olur. Tekrar eden kötülük alışkanlık yaratır. Böylece ortada sürekli kendi kendisini döven bir topluluk peydahlanır. Birisinin işlediği suç herkese teşmil edilirken; kimse başarısını paylaşmak istemez. Herkes maskelerin ardına saklanır.
Suç işleyen, suç sayılmasa bile toplumun aleyhine hareketler sergileyenler için aranıp bulunmayacak fırsat burada yatmaktadır. Bizim itimiz klişesinin toplum psikolojisindeki karşılığı, mükemmel kuluçkadır. Öyle bir kuluçka ki, ne kadar haşere varsa barındırır.
Hiçbir şeyin bugün başlamadığı bilinir. Bir sorunu tespit ederken köküne inmek, geçmişini bilmek gerekir. Fakat "bizim itimiz" klişesi buna izin vermez. Çünkü yalnızca bugünkü "itlerimiz" değil dünküleri de hata işlememiştir. Yarınkiler de işlemeyecektir. Böylece bir kısım meleğin biraraya gelerek oluşturduğu siyasi hareketler, dişlerine göre şeytan aramaya çıkarlar. Bu şeytanlar memleketin yalnızca bugününe değil geçmişine de zarar vermişlerdir. Eğer tepelerine çökülmez, bedel ödetilmezse muhakkak yarınımıza da zarar vereceklerdir.O yüzden kavga büyüktür ve bu kavgada her köpek kıymetlidir. (Laf dinlediği müddetçe.)
Dikkat ederseniz yola klişeden çıktık, yine aynı yere döndük. Çünkü "bizim itimiz" klişesi aynı zamanda paradoks yaratan bir tavırdır. Ve sürekli aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar bekleyen Türk siyasetçisi için bulunmaz nimettir.
Sonuç Niyetine
Beş yazılık serimizi okuduysanız ve yeterince uslu bir çocuk olursanız, siz de Türk siyasetinin aslında bir klişe yığınından öteye gitmediğini ve kimsenin söylediğinin yaptığını tutmadığını fark edersiniz. Bu ne işinize yarar?
İlk önce siyasetin dilinin sizin kullandığınız dille aynı amaca hizmet etmediğini keşfedersiniz. Siz iletişim kurmak için dili vesile kılarken, onlar "etrafından dolaşmak" amacıyla klişelere başvururlar. Siz düşüncelerinizi ifade ederken, onlar düşüncelerin üzerini klişeyle sıvarlar. Siz duygularınızı aktarırken, onlar duygusuzluklarını klişe duvarının arkasına gömerler.
Bunu böylece gördükten sonra tiksinebilirsiniz. Çekinmeyin, insan kalmakta direttiğinizin göstergesidir.
Milletin siyasetten tiksinmesi ama aynı zamanda toplumun devamıyla ilgili kararlara katılmakta diretmesi; akıl veya mantıkla çözemediğimiz bu çürümüşlüğü hiç olmazsa biraz dağılmaya zorlar.
Siyasetimizin sağlıklı bir mecrada yürüyebilmesinin temel şartı Türkiye'de bir kamu meydana getirilmesidir. Kamusal alan, insanların birbirleriyle eşit seviyeden konuştukları mahaldir.
Kamu bir günde kurulmaz, evet. Kısa zamanda kamu inşa edemesek bile; işe, bizi aptal yerine koyan siyasetçileri, bu seride en "önemlilerine" yer verdiğim klişeleri kullanmaktan vazgeçirmekle başlayabiliriz. Çünkü sağlıklı bir kamu ortamının değişmez unsurlarından birisi de kontrol edilebilir siyasettir. Bunu kontrol edecek olanlar ise vatandaşlardır. Madem siyasetçilerimiz yaptıklarını bir iş kategorisine koyuyor ve "İş iştir" deyip tartışmaya yanaşmıyorlar; o hâlde bize düşen küsüp oturmak değil ayağa kalkıp konuşmaktır. Çünkü hem haklı olan hem güçlü olan hem de kalabalık olan biziz.
Umutluyum ama yazıyı bir başka siyasetçi klişesiyle bitirmekten kendimi alamıyorum: Takipçisi olacağız.
Rehber: Bugünün Türkiye'sinde Nasıl Siyasetçi Olunur?
Beş yazı boyunca değindiğim klişeleri yıkmak umurunuzda değil mi? Yine de siyaset oyununu, üstelik bu bataklıkta, oynamak mı istiyorsunuz? O zaman bu bölüm tam size göre.
Bu rehberi özellike genç siyasetçi adayları için kaleme alıyorum. Seri boyunca değindiğimiz klişeleri günlük hayatta nasıl kullanacağınıza dair bir mini kılavuz gibi düşünebilirsiniz.
Kural 1: Daima Haklı Olmaya Dikkat Edin!
Mesela bir topluluk yakaladınız, doğru yanlış konuşuyorsunuz. (Bu arada siyasette tek bir yanlış konuşma biçimi vardır: O da kekeleyerek söylenen kelimelerle cümle kurmak.) Dünya'nın en aptalca yalanını kendinizden emin bir şekilde söylerseniz muhakkak inanan çıkacaktır.
Çünkü inanmakla anlamak hiçbir alakası olmayan iki fiildir.
Kural 2: Ölüleri Şahit Göstermekten Çekinmeyin!
Diyelim kitlenize konuşmaya devam ediyorsunuz. Hitabın sonlarına doğru şöyle bir cümle kuracaksınız: "Erbakan da yaşasa bugün böyle yapardı". Sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz.
Kitleniz zokayı yutmuştur. Hayırlı olsun. (Bunu kitleye uygun olarak, mesela "Atatürk bugün yaşasaydı ne derdi biliyor musunuz?" gibi çeşitlendirebilirsiniz.)
Kural 3: Liderinizi Herkese Karşı Savunun! Her Zaman!
Mesela benim siyasetçilere pek de sevgi ve saygı duymadığımı anlamışsınızdır. Diyelim ki, Allah muhafaza, bu siyasetçilerden birisini çok seviyorsunuz. Ne demeniz lazım gelir?
"Benim düşüncem böyle ama seninkinin de öyle olması çok normaldir. Neticede siyaset de insanın "kurguladığı" oyunlardan biridir. Sen bu oyunu ve oyuncuları sevmiyor olabilirsin... " gibi bir cümleyi aklınızdan çıkarın.
Şöyle diyeceksiniz: "SEN (yarım es) BENİM (nefessiz devam) Lİ-DE-Rİ-MİN (her heceye tam vurgu) NE BEDELLER (iki kelime tekmiş gibi söylenecek ama yutmamaya dikkat edin) ÖDEDİĞİNİ (kroşendo, yüksel yüksele bildiğin kadar) BİLİYOR MUSUN? (Bu tabii ki bir soru cümlesi değildir. Bu yüzden soru vurgusundan ziyade yoğun fiziksel aktivite gerektiren bir iş yapmış da yorulmuş gibi bitireceksiniz.)
Kural 4: Suçlu Daima Başkalarıdır!
Siyasi partinizin üyelerinden birisi torbacılık mı yapıyor? Veyahut terörist mi çıktı? Ne yapacaksınız?
Önce derin ve manalı bir sessizliğe bürünüp uzaklara bakın. Çevrenizde bir şey bildiğiniz zannı uyanacaktır. Peşine "karşı tarafın" ne kadar namussuz olduğunu anlatmaya başlayın. Kitle ikna olmuşsa mesele yok. Eğer olmamışsa karşıdakilerin namussuzluğunu bir kez daha yüksek sesle haykırdıktan sonra, yalnızca yakın çevrenizdekilerin duyacağı bir ses tonuyla, "İtse de bizim itimiz" deyin. Ardından yine baştaki sessiz ve düşünceli profile dönün.
Kural 5: Kırmızı Çizgilerin Altını Çizin
Hitap ettiğiniz kitleyi rahatsız etmeyecek, kolay akılda kalan kırmızı çizgiler belirleyin ve fırsatını düşürdükçe altını çizin. Örnek: "Endoplazmik retikulum kırmızı çizgimizdir, yedirmeyiz."
Kural 6: Takipçisi Olun!
Diyelim bir şey vaat ettiniz ve hakikaten sizi dinleyen bir vatandaş bunu hatırlatma hadsizliğinde bulundu. Sevecen bir baba, evladının hatasını hoşgören bir anne tavrıyla seçmeni süzün. Ardından bir anda ciddileşerek daha fazla konuşmasını engelleyin ve tok bir sesle "Takipçisi olacağız" deyin.
Kulak arkanızı hassas bir organ olarak kabul etmeyi bırakıp, yukarıda yazdığım şartlara uyarsanız başarılı bir siyasetçi olma ihtimaliniz çok yüksektir. Artık "yüksek" yerlere geldiğinizde, beni de unutmayıp hapsedersiniz.
Serinin finali olması hasebiyle önceki yazıların linkini aşağıya iliştiriyorum:
0 Yorumlar